Yanımda yolculukta karışmış bir valiz gibi ölümlü öznelerle yüklü pişmanlık valizleri taşıyorum. Hep öznelerim ölümlü, cümlelerim devrik.
Adı yakarmak gibi olan Havara taşından yapılmış bir mekânın içinde kederini masasındaki anlamsız retinalara savuran adam ” tüm ölülerin çetelesini tutmuştu Perihan, herkesin ölüm yıldönümünü hatırlıyordu” ölüm ve Perihan soğuk bir rüzgar gibi geçti mekandan. Ölümleri kaydetmek, ölüm korkusunun mu göstergesi? ya da hafızanın mı? Hafıza ağır bir yük ya da huysuz bir at. Zaman geçtikçe yükünü taşıyamaz hale geliyor.
Perihan nerden çıktın şimdi, kim hatırlayacak ki senin ölüm yıl dönümünü? İçimdeki keder defterine adını yazıyorum. Perihan içinde üzülecek, ölmüş tüm anneler için üzülecek. Memleketin bir ucundan bir ucuna giderken pencere kenarında keder defterimden Perihan’ı, inşaatta elektrik direğine asılı kalan Resul’ü, cezaevindeki Yusuf’u, içime içime kazınan isimleri açıp açıp , medeniyetten uzak yollara, emekliliğine az kalan kara yolları işçileri gibi öfkeyle savurmak istiyorum. Elinde kürek sallamaktan nasırlaşmış bir işçisinin nasırını yüreğimde hissetmek isterdim. Kalbim taşlaşsın da içimde keder defteri olmasaymış. Yolculuklarda açıp açıp bakmasaymışım. Nasırı organ nakli misali kalbime alsam keşke yoksa çatırdayacak ortadan ikiye. İçinden ılık bir ölüm akacak, yatağa sığınmışken , ılıklığa bilinç altım senaryo yazacak. Baharın çiçek açtıran güzelliğinde, kırkikindi yağmurunun altında sokakta oynadığımı görürken öleceğim belki.
Uyku da ölüm de Allah’a sığınma, hafıza huysuz at. Huysuz , ölüme yakın atların ayakları kırılınca vurup öldürmeseler keşke, çokça zalimlik. Keder defterine bir de bunu eklemeli bide Perihan’ın ölüm yıl dönümünü.
İbrahim Tekpınar
İZDİHAM