Kafka “Edebiyatı kötü bir anlamda, bir kaçış sanatı olarak anlıyordu. Ona göre edebiyat, “gerçekten bir kaçış” tır.
Janouch:
“- O halde “yapıntıyı” (fiction-tasni) yalanla bir mi tutacağız?” diye sorar.
“- Hayır. Yapıntı, özde bir yoğunlaşma, bir değişmedir. Edebiyat ise tersine, erimedir, bu bilinçsiz hayatın yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir.”
“- Ya şiir?”
“- Şiir, tamamen karşıtı bunun. Şiir, uyandırır.”
“- Yani şiir dine mi dönüktür?”
“- Dine demiyeceğim ama duaya, muhakkak” (95)
Bu, Kafka’da, derinlemesine kök salmış bir tema. “Dua edercesine yazmak” (96) Ve Duanın gerçek dili, “aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir.” (97)
Kafka’ya göre sanat, Flaubert için olduğu gibi amacı kendinde bir çaba değildir, daha yüksek bir gerçeğin emrindedir. Soy varlığa, gerçeğe katılmadan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmaktan başka anlamı yoktur.
Sanatın görevi, hayatın alışılagelmiş çevresini çatlatmak ve çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısnı ve umudunu göstermektir. Özdeyişler’inde “Bizim sanatımız, gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır; yalnızca, irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil… Sanat, gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervane. Sanat yeteneği, karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutulahileceği bir yer bulmaktan ibarettir” diye yazıyordu.
Böyle anlaşılınca sanat, çok sıkı çalışmaları gerektirir: “Önce kendini mükemmelleştirmek için daha sonra da insanı buna zorlayan alışkanlığın etkisiyle ileri atılan” (98) bir trapezci gibi: “Ben aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden … hoşuma gidecek besini bulamadım çünkü” (99) diyen açlık şampiyonu gibi; Şarkıcı Josephine gibi: “onda, şarkının hizmetinde olmayan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı, kayboldu … O yalnız şarkıda var şimdi” (100)
Bu yaratış, bu sanat yaratışı, kendi içine kapanma değildir. Tersine, bıkıp usanmadan ve boşuna yeraltı galerileri kazmaktır. İç dünyanın nesnelleştirilmesidir. Bir yandan da başka insanlarla karşılaşmadır.
“Kafamda taşıdığım dünyanın sınırsız genişliği. Nasıl kurtulmalı bundan, parçalamadan nasıl kurtarmalı onu? Belki de, onu ezip kendime gömmektense bin parça etmek daha da iyidir. Çünkü benim burada bulunuşumun nedeni bu, en ufak bir şüphem yok bunda.” (101)
Sanat, apaçık bir bildiri sunamazdı; ama insanları uyandırabilir ve onları gerçeğin görünür imajları haline getirerek harekete zorlayablirdi. Sadece olan değil fakat onun hareketini, hala yoksunu olduğu şeyi, özlemini de dile getiren mit’in gücü buradadır işte.
İnsan olarak Kafka, doğumu itibariyle, bir sürgündür. Onun gerçek varlığı, eserinin yaratılışı ile, bütün başarısızlıklara, bütün dışa itilimlere rağmen mutlak’a doğru gerilimini sürdürdüğü yenilmez hareketle başlar. Yaşanılan dünyadan iç dünyaya, iç dünyadan kurduğu mitler dünyasına geçiş, ruhların vücut değiştirme (métempsychose) serüvenlerine benzer : “Doğum karşısında tereddüt Eğer ruhların vücuttan vücuda göçü diye brşey varsa, henüz en alçak basamakta değilim demektir ben; benim hayatım, doğum karşısında tereddüttür.” (102)
Sanat eseri sadece kendikendinin nesnelleştirilmesi, yabancılaşma dünyasının düpedüz karşıtı ve panzehiri olabilecek bir yaratıcılık dünyasının dışlaştırılması değildir. Sanatçının seslendiği ve uyandırmakla görevli bulunduğu halka ulaşmakla tam anlamını bulabilecek olan bir bildiridir sanat. “Köy Doktoru” gibi çalışmalar, geçici de olsa, doyurur beni… fakat gerçek mutluluğu, bütün insanları, gerçeğin, katıksızın, değişmezin alanına sokmak için ayaklandırabilirsem duyabileceğim ancak.” (103)
Sanat eserinin. bildilrisine tam anlamını veren, sanatçı ile halkın bu içten ilişkisidir: “Halk ile birey arasındaki güç farkı sonsuzdur; yeter ki halk, koruduğunu, çevresinin sıcaklığı ile sarsın, barınak olsun ona.” (104)
Şato’daki Yerölçücü, Şarkıcı Josephine’in yüzünü ışıtan haleye benzer bir “hale ile çevrilidir. Ortaya koyduğu soru herkeste yankı uyandırır, çünkü herkes bilmeden kafasında bu soruyu taşıyordu: “Belki de ondan becerip dile getiremedikleri birşeyi istiyorlardı.” (105)
Kafka’ya göre, sanatçı anlatış, iç dünyanın bir dışa vurumu, bir nesnelleşmesidir. Bu, görünmez, evreni görünür kılmaktır. Her yazı, yaşanmış anı, düş ya da masal olsun kafasında dönüp duran hayallerden bu yolla kurtulan yazarın gerçek hayatını ters bir yansımasıdır. “Babama Mektup” ta Kafka, eserleri, içe gömülmüş bir duygululuğun nesnelleşmesi olarak gösterir: “Kitaplarımda, senden söz ediyordum; senin göğsüne yaslanıp sızlanamadığım şeylerden ancak orada sızlanabiliyordum.” (106) Bu içten dışa hareketin çok daha genel bir anlamı vardır: “İç hareketi dışarıya doğru itebilmek, büyük bir mutluluk … Yazılanlar, yaşanmış şeylerin köpüğünden başka birşey değil !…. Henüz sanat değildir bu. Bu izlenimlerin ve duyguların dışa vurumu, gerçekte, yalnızca, dünyayı denemenin, yoklamanın korkakça bir yoludur. Gözler, hala düşün karanlığı içindedir … Sanat daima, tamamen kişiliği ilgilendiren bir iştir. Bunun içindir ki, derininde trajiktir o.” (107)
Böylece her sanat eseri bir ‘belgedir, bir tanıktır. Bir ruh halinin ya da bir olayın kopyası, kelimekelimesine bir kopyası değil, hayatın ortaya çıkardığı soruya bir cevap, dünyanın: yabancılaşma dün sının gereçleriyle fakat başka kanunlara uyarak kurulmuş bir dünyanın yabancılaşmasına bir başkaldırmadır.
İnsanın bu tüm tepkisi, yazmak tasarısının sınırlarını aşar: “Bugün, yazarak, bu kederli hali bütünüyle üzerimden atmak istiyorum; bu sıkıntıyı, ne kadar derinden geliyorsa o kadar kağıdın derinliklerine gömmek ya da onu, yazılan şey bütünüyle içime işleyecek gibi yazıya dökmek istiyorum … Bu bir sanatçı arzusu değildir …” (108)
Roger Garaudy
İzdiham