2 Mart 2025

Roland Barthes, ”Seni Seviyorum”u Açıklamaya Çalışıyor

ile onurkorkmaz

Seni Seviyorum / Roland Barthes

SENİ SEVİYORUM: Beti aşk bildirimine, açılmaya göndermez, aşk çığlığının durmadan yinelenmesine gönderir.

  1. İlk açılma geçtikten sonra, “seni seviyorum”un hiçbir anlamı yoktur artık;
    yalnızca gizemli bir biçimde, öylesine boş görünür, ilk bildiriyi (o da bu
    sözcüklerle gerçekleştirilmemiştir belki) yinelemekle kalır. Her türlü
    belirginliğin dışında yinelerim onu; dilin dışına çıkar, öyle sürüklenir,
    nereye?

Anlatımı gülmeden parçalarına ayıramam. Daha neler! Bir yanda “ben” olacağım, bir yanda “sen”, ortada da “mantıklı” (sözlüksel olduğuna göre) bir sevgi bağı. Böyle bir ayrıştırmanın, dilbilim kuramına uygun olmakla birlikte, tek bir devinimle dışarı “atılanı” ne denli bozup değiştirdiğini kim sezmez? “Sevmek” mastar durumunda yoktur (üstdilsel yapıntıyla vardır yalnız): özne ve nesne onun söylendiği anda sözcüğe dökülür, “seni-seviyorum” da örneğin Macarca’da olduğu gibi tek bir sözcükle işitilmelidir (burada da okunmalıdır): “szeretlek”; sanki Fransızca güzelim çözümsel erdemini yadsıyarak, bitişimli bir dil olmuş gibi (burada söz konusu olan da bitişimlilik ya). Bu kitleyi en ufak sözdizimsel bozulma çökertiverir; bir bakıma sözdizim dışıdır ve hiçbir yapısal dönüşüme gelmez; düzenlenimleri aynı anlamı verse bile, hiçbir bakımdan yerine konulanlarla eşdeğerde değildir; belki de hiçbir zaman “onu seviyorum”a geçemeden günler boyu “seni-seviyorum” diyebilirim: ötekini bir sözdizimden, bir söylevden, bir dilden geçirmemek için direnirim (seni-seviyorum’un biricik yükselme biçimi onu sert söylemek, ona bir önadın açılımını vermektir: “Ariane, seni seviyorum,” der Dionysios (Nietzsche)).

  1. Seni seviyorum’un belli bir kullanımı yoktur. Bu sözcük, tıpkı bir
    çocuğunki gibi, hiçbir toplumsal zorunluğa bağlanmaz; yüce, görkemli, hafif
    bir sözcük olabilir, kösnül, müstehcen olabilir. Toplumsal açıdan serseri bir
    sözcüktür.

Seni seviyorum’da ince ayrımlar yoktur. Açıklamaları, düzenlemeleri, aşamaları, kuşkuları siler. Bir anlamda -dilin şaşkınlık veren çelişkisi-, seni seviyorum demek, söz tiyatrosu diye bir şey yokmuş gibi davranmaktır, ve bu sözcük her zaman “gerçek”tir (söylenmesinden başka göndergesi yoktur: bir “gerçekleştirici” sözcüktür).

Seni seviyorum’un başka bir yeri yoktur. “Dyade”ın (annece, aşıkça) sözcüğüdür: bu sözde hiçbir uzaklık, hiçbir biçimsizlik göstergeyi bölmez; hiçbir şeyin eğretilemesi değildir.

Seni seviyorum bir tümce değildir: bir anlam iletmez, bir uç duruma yapışır: “öznenin ötekiyle kurgusal bir bağıntısına asılı olduğu duruma” (Lacan). Bir sözcük-tümcedir.

(Milyarlarca kez söylenmekle birlkite, seni seviyorum sözlük-dışıdır: tanımı başlığını aşamayan bir betidir.)

  1. Sözcük (tümce-sözcük) ancak kendisini söylediğim anda anlam taşır: dolaysız
    söylenişinden başka hiçbir bilgi iletmez: hiçbir anlam dağarcığı yoktur. Her
    şey söylenişindedir: bir “formül”dür, ama bu “formül” hiçbir töremin karşılığı
    değildir: seni seviyorum dediğim durumlar sınıflandırılamaz: seni seviyorum
    bastırılamaz, kestirilemez. Öyleyse bu tuhaf varlık, bu itkiye bağlanamayacak
    ölçüde tümcemsi, tümceye bağlanamayacak ölçüde tümcemsi, tümceye
    bağlanamayacak ölçüde çığlıksı dil yapaylığı hangi dilbilimsel düzene girer?
    Ne tümüyle bir sözcedir (burada hiçbir bildiri donmamış, depolanmamış,
    mumyalanmamış, açımlamaya hazırlanmamıştır), ne de tümüyle sözcelem (özne
    konuşmacıların konumu nedeniyle çekingenliğe düşmez). Buna bir “haykırma”
    denilebilir. Haykırmanın bilimde yeri yoktur: seni seviyorum ne dilbilime
    girer, ne göstergebilime. Durumu (bundan yola çıkarak onu konuşabilirdik) daha
    çok Müziğin durumu olabilir. Şarkıda olduğu gibi, seni seviyorum’un
    haykırılmasında, arzu ne (sözcede olduğu gibi) bastırılmış, ne de (sözcelemde
    olduğu gibi, beklemediğimiz yerde) benimsenmiştir, yalnızca: doyumuna
    varılmıştır. Doyum söylenmez; ama konuşur ve seni seviyorum der.

  2. Seni seviyorum’a verilen değişik kibar yanıtlar olabilir: “ben sevmiyorum”,
    “inanmıyorum”, “ne diye söylemeli?”, vb. Ama gerçek yadsıma, “yanıt yok”tur:
    yalnızca isteyici olarak değil, konuşan özne olarak (konuşan özne olarak, hiç
    değilse kalıplara egemen olabilirim) da yadsınırsam, daha kesin biçimde
    hiçlenmiş olurum; yoksanan isteğim değil, varlığımın son kıvrımı olan
    dilimdir; istemeye gelince, bekleyebilirim, yineleyebilirim, yeniden
    sunabilirim; ama, sorma gücünden yoksun kalınca, ölü gibiyimdir, bir daha
    dirilmemesiye. Anne, Proust’un küçük anlatıcısına, Françoise aracılığıyla,
    “Yanıt yok” der, küçük anlatıcı o zaman kendini sevgilisinin kapıcısının geri
    çevirdiği “metres”le özdeşleştirir: Anne yasak değildir, yitirilmiştir ve ben
    çıldırırım.

  3. Seni seviyorum. – Ben de.
    “Ben de” kusursuz bir yanıt değildir, öyle ya, kusursuz olan ancak biçimsel
    olabilir, burada da biçim zayıftır, haykırışı sözcüğü sözcüğüne yinelemez –
    sözcüğü sözcüğünelik de haykırışa özgüdür. Bununla birlikte, düşselleştirilmiş
    biçimiyle, bu yanıt bütün bir sevinç söylemini başlatmaya yeter: yön
    değiştirmeyle fışkırdığı için sevinç daha güçlüdür: Saint-Preux, gururlu
    birkaç yadsımadan sonra, birdenbire, Julie’nin kendisini sevdiğini anlar.
    Uslamlamayla, ağır hazırlıklarla değil, şaşırtıyla, uyanışla (satori), yön
    değişimiyle gelen, çılgın gerçektir bu. Proust’taki çocuk -annesinin gelip
    odasında yatmasını isterken – “ben de”yi elde etmek ister: “delice”, bir deli
    gibi ister bunu; o da bir tersine dönüşle, Baba’nın bir anlık kararıyla elde
    eder bunu: Baba Ana’yı kendisine verir (Françoise’ya söyle de büyük yatağı
    hazırlasın sana, bu gece onun yanında yat”).

  4. “Görgül olarak” olanaksız olanı düşselleştiririm: ikimizin haykırışı “aynı
    zamanda” gerçekleşsin: sanki ona bağlıymış gibi biri ötekini izlemesin.
    Haykırış bölünemez: yalnızca iki gücün içinde birleştiği (ayrılmış, ileriye ya
    da geriye alınmış olsalar, sıradan bir uyumu aşmazlardı) “tek bir şimşek” uyar
    ona. Öyle ya, “tek şimşek” şu işitilmedik şeyi: her türlü hesabın hiçlenmseini
    gerçekleştirir. Değişim, verme, çalma (ekonominin bilinen tek biçimleri) her
    biri kendine göre ayrışık nesneler ve ayrı bir zaman gerektirir: başka bir şey
    karşılığında arzum -ve her zaman bir anlaşma hazırlığı süresi gerekir buna.
    Aynı zamanda haykırma, örnekçesi toplumsal olarak bilinmedik, düşünülmez olan
    bir devinim getirir: ne değişim, ne verme, ne çalma, çapraz ateş biçiminde
    fışkıran haykırmamız, hiçbir yere düşmeyen ve paylaşılmışlığı bile her türlü
    sakınım düşüncesini yok eden bir harcamayı belirtir: birbirimiz aracılığıyla
    salt özdekçiliğe gireriz.

  5. “Ben de” bir değişinimi başlatır: eski kurallar düşer, her şey olanaklıdır
    -hatta, o zaman, şu: seni ele geçirmekten vazgeçmeliyim.
    Kısacası, bir devrim – belki siyasal devrimden çok da uzak değil: çünkü, her
    iki durumda da, düşünü kurduğum salt Yeni’dir: reformculuk (aşkta) beni hiç
    çekmiyor. Sonra, çelişkinin son noktası, bu arı mı arı Yeni, kalıpların en
    çiğnenmiş ucundadır (daha dün akşam, Sagan’ın bir oyununda söyleniyordu: her
    iki akşamda bir, TV’de, söylenir: “seni seviyorum”).

  6. – Peki, ya “seni seviyorum”u yorumlamasaydım? Ya haykırmayı belirtinin
    berisinde tutsaydım?
  • Tüm sorumluluk üzerimizde olmak üzere: aşığın acısının, bu acıdan
    kurtulma zorunluluğunun katlanılmaz olduğunu yüz kez yinelemediniz mi?
    “İyileşmek” istiyorsanız, belirtilere inanmanız gerekir, seni-seviyorum’a
    inanmak da bunlardan biridir; iyi yorumlamak, yani, sonuçta, “değerden
    düşürmek” gerekir.
  • Sonunda acı konusunda ne düşünmeliyiz? Onu nasıl düşünmeliyiz? Nasıl
    değerlendirmeliyiz? Acı ille de kötünün yanında mıdır? Aşk acısı yalnızca
    tepkisel, küçümseyici bir tutuma bağlanmaz mı (yasağa uymak gerekir)
    (Nietzsche)? Değerlendirmeyi tersine çevirerek trajik bir aşka cısı, trajik
    bir “seni seviyorum” kesinlemesi tasarlanabilir mi? Ve aşk (aşık) Etken
    burcuna bağlanırsa (yeniden bağlanırsa)?
  • Buradan, yeni bir “seni seviyorum” görüşü. Bir belirti değil, bir eylemdir.
    Sen yanıt veresin diye söylerim, ve yanıtın kuruntulu biçimi (mektupp) bir
    “formül” gibi gerçek bir değer kazanacaktır. Öyleyse ötekinin olumlu da olsa
    (“ben de”) bana basit bir gösterilenle yanıt vermesi yeterli değildir;
    seslenilen öznenin kendisine uzattığım “seni seviyorum”u dile getirmesi,
    haykırması gerekir: “Seni seviyorum”, der Pelléas. -Ben de seni seviyorum, der
    Mélisande.

    Pelléas’ın zorlayıcı dileği (Mélisande’ın yanıtının TAM istediği yanıt olduğu varsayılırsa; ama hemen sonra öldüğüne göre, böyle olması olanaklıdır), aşık özne için yalnızca kendisi de sevilmek, bunu bilmek, bundan kuşkusu kalmamak, vb. (gösterilen düzlemini aşmayan bütün işlemler) zorunluluğundan değil; kendisininki kadar olumlu, tam, açık bir biçim içinde “kendine söylendiğini işitmek” zorunluluğundan yola çıkar; istediğim, tam yerinde, tümüyle, sözcüğü sözcüğüne, kaçışsız olarak aşk sözcüğünün formülünü, anaörneğini almaktır: hiç mi hiç sözdizimsel kaçamak, hiç mi hiç çeşitleme olmamasıdır: iki sözcük tüm olarak, göstereni gösterenine denk biçimde birbirine karşılık vermelidir (“ben de” sözcük-tümcenin tam karşıtı olabilir); önemli olan, sözcüğün cisimsel, bedensel, dudaksal haykırmasıdır: aç dudaklarını da çıkar şunu (müstehcen ol). Benim istediğim, çılgıncasına, “sözcüğü elde etmek”tir. Büyülü, söylensel mi? Hayvan -çirkinliği içinde büyülenmiştir- Güzel’i sever; Güzel -söylemeye bile gerek yok- Hayvan’ı sevmez, ama, sonunda, yenilince (neyle olduğu önemli değil: Hayvan’la “konuşmaları” sonunda diyelim), ona büyülü sözü söyler: “Sizi seviyorum, Hayvan”; ve, hemen o anda, bir harp vuruşunun görkemli patlayışının içinden, yeni bir özne belirir. Bu öykü çok mu eski (Ravel – The Beauty and the Beast, Ma Mère l’Oye)? İşte bir başkası: bir adam karısının kendisini bırakmış olmasından acı çeker; geri dönmesini ister, kendisine -tam da- seni seviyorum demesini ister, o da sözcüğün ardından koşar; sonunda, kadın ona bu sözü söyler: adam bunun üzerine bayılır: bu bir 1975 yılı filminin öyküsüdür. Sonra, gene, söylen: Uçan Hollandalı sözcüğün ardında, başıboş dolaşır; bunu (sadıklık yeminiyle) elde ederse, başıboş dolaşması sona erecektir (söylen için önemli olan, sadıklığın egemenliği değil, haykırılması, şarkısıdır).

    1. Görülmedik karşılaşma (Alman dili içinde): iki kesinleme için tek bir
      sözcük (Bejahung): biri (ruhçözümleyimin bulduğu), değer düşümüne adanmıştır
      (bilinçdışına ulaşabilmesi için çocuğun ilk kesinlemesi yoksanmalıdır); öteki
      (Nietzsche’nin getirdiği), güç istemi biçimi (ruhbilimsel hiçbir yanı yoktur,
      hele toplumsal yanı hiç yoktur), farklılık üretimidir; bu kesinlemenin “evet”i
      günahsızlaşıverir (tepkiseli içine alır): bu da “amin”dir.
      “Seni seviyorum” etkendir. Güç olarak kesinlenir – başka güçlere karşı.
      Hangilerine? Dünyanın hepsi de değerden düşürücü olan binlerce gücüne (bilim,
      inanç, gerçek, us, vb.). Yada: dile karşı. Amin’in dilin sınırında bulunduğu,
      dil dizgesiyle ortaklığı olmadığı, onu “tepkisel kılıf”ından sıyırdığı gibi,
      aşk haykırması (seni seviyorum) da sözdiziminin sınırında durur, yineleyime
      kucak açar (seni seviyorum demek seni seviyorum demektir), Tümce’nin
      köleliğinden uzak durur (yalnızca bir sözcük tümcedir). Haykırı olarak, seni
      seviyorum bir gösterge değildir, göstergelere karşı işler. Seni seviyorum
      demeyen (dudaklarının arasından seni seviyorum geçmek istemeyen) kişi, aşkın
      belirsiz, kuşkucu, cimri, sayısız göstergelerini, belirtilerini, “kanıtlar”ını
      (deviniler, bakışlar, iççekişler, anıştırmalar, eksiltiler) üretmeye
      yargılıdır; kendini “yorumlattırmak” zorundadır; aşk göstergelerinin tepkisel
      durumunun egemenliğinde, “her şeyi söylemesiyle” dilin köle evrenine düşmüştür
      (köle, dili kesilmiş olan, ancak şarkı, anlatım, yüzün görünüşüyle konuşabilen
      kişidir).

    Aşkın “göstergeler”i uçsuz bucaksız bir tepkisel yazını besler: aşk “canlandırılır”, bir görünüşler estetiğine bırakılır (sonuç olarak bütün aşk romanlarını Apollan yazar). Karşı-gösterge olarak, seni seviyorum Dionysios’un yanındadır: acı yoksanmamıştır (yakınma, tiksinti, hınç bile), ama, haykırıyla, içselleştirilmemiştir: seni seviyorum demek (bunu yinelemek), tepkiseli dışarı atmak, onu göstergelerin sözün dolambaçlı yollarının (ama durmamacasına geçerim bu dolambaçlı yollardan)- sağır ve sızlanan dünyasına yollamaktır. Haykırı olarak, seni seviyorum harcamanın yanındadır. Sözcüğün haykırısını isteyenler (içliler, yalancılar, serseriler) Harcama özneleridir: bir yerde tutulması saygısızlıkmış (bayağılıkmış) gibi sözcüğü harcarlar; dilin uç sınırında, dilin kendisinin (bunu ondan başka kim yapardı ki?) güvencesiz olduğunu kabul ettiği, ağsız çalıştığı yerdedirler.


    Roland Barthes, Bir Aşk Söyleminden Parçalar
    İZDİHAM