Rövşən Danyeri, U Dönüşü
Önce tiz bir çığlık, daha sonra da küt bir ses duydu. Kahvesini yudumladı, başını kitaptan ayırmadı bile. Apartmanda yine birisi intihar etmişti.
U dönüşü
1
Belediyeler uyarıyor: “Kendinizi belirtilen yerlerin dışında öldürmeyin!!!”
Tüm sokaklara böyle ilanlar asılsa da, her taraf ceset kaynıyordu. O kadar çok kişi ölmüştü ki, onları taşımak zorlaşmışdı.
Çöp kutularında birbirinin üzerine atılan cesetlerden gelen ölüm kokusu tüm ülkeyi sarmıştı.
Aslında, herşey üç yıl önce başlamıştı. Daha o zamanlar ülkenin tüm kaynaklarının bittiği anlatılıyor, yakında açlığın başlayacağı öngörülüyordu. Ekonomistler, bakanlıklar sorunu çözmek ve krizi sonlandırmak için yollar arıyorlardı. Ancak sorun bir türlü çözülemiyor, hükumet er ya da geç başlayacak açlığın önünü kesemiyor, gücü yalnızca onu kısa bir süreliğine ertelemeye yetiyordu. Ve beklenen şey oldu, çokgeçmeden, kaynaklar hızlı bir şekilde azaldı ve ülkede açlık başladı.
İnsanlar sokaklara çıkarak mitingler yapıyor, krizin sonlandırılması talep ediliyordu. Ancak onlar da durumun düzelmeyeceğini anlıyor, hükumetin bir şey yapamayacağını kabul ediyorlardı. Yine de herkes bir mucize bekliyordu.
Tartışmaların kuvvetlendiği bir anda televizyondan herkesi sarsacak bir fikir duyuldu. Ünlü ekonomistlerden biri açlığı önlemek için korkunç bir yol önerdi.
O, ortalama insan ömrünün yetmiş olduğunu, kaynakların da bunun için ayarlandığını, yetmişden yukarı yaştakı insanları öldürmekle açlığı önlemenin mümkün olabileceğini söyledi.
Onun bu fikri bir anda bütün ülkeyi sardı. Herkes açlığı unutmuş, bu öneriyi tartışıyordu. Kimse itiraf etmese de, başka bir yolun olmadığını, bunu kabullenmek zorunda olduklarını biliyordular.
Böyle bir durumda devlet verilen öneriyi kabul etdiyini açıkladı. İnsanlar bu tür bir şeyin mümkünlüğünü akıllarında canlandıramıyor, hatta düşüncesi bile onları dehşete düşürmeye yetiyordu.
Her yerde eylemler gerçekleştiriliyor, insani yardım kuruluşları itiraz notaları veriyor, ülke yönetimini geri adım atmaya çağırıyordu. Ancak bütün bunlar hiçbir sonuç vermedi.
Çok geçmeden, projeyi desteklemek amacıyla kamu spotu reklamları ekranlarda görünmeye başladı.
Reklamlarda yaşı yetmişden fazla olan gönüllüler ülkenin, insanlığın geleceği için bu kampanyaya “evet” dediklerini, bunun için de kendilerini kurban edeceklerini söylüyorlardı. Televizyonlarda hükumetin bu kararı tartışılıyor, uzmanların fikirleri alınıyordu.
Tüm itirazlara rağmen proje parlamento tarafından kabul edildi. Öncelikle yetmiş yaşından yukarı herkes listeye alındı. Daha sonra onların öldürülmesi ve gömülmesi için özel yerler ayarlandı.
Göz yaşları ve itirazlar eşliğinde ihtiyarlar öldürüldü ve defnedildi. O gün ülkede matem ilan edildi.
Televizyonlarda konuşan millet vekilleri insanları en doğru adımın bu olduğuna inandırmaya çalışıyor, kendini feda eden insanları kahraman ilan ediyorlardı. İnsanların yaşama sevinci ölmüş, ülke genelinde umutsuzluk yaranmıştı.
Yine de içten-içe sorunun çözüldüğüne inanıyordular. Ancak az sonra insanların ölümünün de durumu düzeltmeye yetmediği anlaşıldı. Kısa bir rahatlamadan sonra ülke yeniden açlıkla yüzleşti.
İnsanlar yeniden açlıkla savaşmanın yollarını aramaya başladılar. Devlet yeni önerisini söyledi. Ortalama insan ömrü yetmişten altmış beşe indirildi. Yeni kararla altmış beş yaşından yukarı her kes öldürülecekti. İnsanlar artık ilk sefer olduğu kadar sert bir şekilde itiraz etmiyordular.
Televizyonlarda durumla ilgili yapılan programların sayı da azalmıştı. Karar sorunsuz bir şekilde uygulandı. İnsanların yapabildiği tek şey göz yaşlarını akıtmaktı.
Bir yıldan sonra durum yeniden zorlaşdı. Hükumet yeni yollar aramaya başladı. Herkes sabırlsızlıkla yeni kararın ne olacağını bekliyordu. Onların korkusu ortalama insan ömrünün altmışa indirileceğiyle ilgiliydi.
Ölüm yaşının bu kadar indirilmesi herkesi tedirgin ediyordu. Ancak hükumet bu defa farklı bir karar kabul etdi. Yeni kararla ortalama insan ömrü azaltılmadı.
Bundan sonra ölecek insanlar piyango sonucunda belirlenecekti. Ülke yeniden karışdı. İnsanlar ölüm korkusunu daha yakından duyuyordu. Bu korku onları yeniden meydanlara çıkarttı.
İtirazlar kısa sürede yatırıldı. Hükumet ilk piyango çekilişinin geçirileceği günü açıkladı.
Çoğu insan bu kararı alkışlıyordu. Onlar halkın geleceği için canlarından geçmenin büyük bir şeref olduğunu söylüyorlardı. Böylelikle, ilk çekiliş yapıldı, kurbanlar seçildi.
Her zaman insanların hayatını iyiye doğru değiştiren piyango bu sefer onların hayatını gerçekten değişmesine vesile oluyordu.
İlk kurbanların belirlenen yerlerde özel tekniklerle öldürüldüğü güne kadar olanlar herkese kabus gibi geliyordu.
Herkes piyangodan adının çıkmayacağından emindi. Sanki adı çıkan kurbanlar onların arasında değil, tamamen başka ülkelerde yaşıyordu.
Ülkeyi kaos sardı ve toplu intiharlar başladı. Eline silah alıp sokaklara çıkanlar da oluyordu. Onlar karşılarına kim çıkarsa öldürüyor, bununla da bir sonraki piyangoda daha az insan kotası belirleneceğine umut ediyorlardı.
Televizyonlarda günde en az on kere “Kendinizi belirtilen yerlerin dışında öldürmeyin” içerikli reklamlar verilse de, insanlar çok farklı yerlerde intihar ediyorlardı. Sokaklar cesetlerle dolmuştu.
Çöp arabaları cesetleri taşıyabilmek için üç vardiyada çalışmaya başlamıştı. Piyangodan birisinin ismi çıkınca, bütün aile çıkış yolu arıyor, adı çıkan kişiyi nasıl kurtarırım diye düşünüyordu.
Bazen de bütün aile birlikde intihar eder, ya da evin erkeği evlatlarının yerine ölürdü.
Ünlüler televizyona çıkıp, kendilerini halk içik kurban etdiklerini açıklarlardı. Onlar öldükten sonra hayranları tarafından şereflerine anıtlar yapılırdı.
2
Önce tiz bir çığlık, daha sonra da küt bir ses duydu. Kahvesini yudumladı, başını kitaptan ayırmadı bile. Apartmanda yine birisi intihar etmişti. Son zamanlar kendisini acayip hissediyordu. Sanki bu ülkede yaşamıyordu ve etrafında olanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Büyük bir boşluk içindeydi. Birden aklına intihar fikri geldi. Neden olmasın? Yan odaya geçip eski “Revolver”ini sandıktan çıkardı. Sandalyeye oturdu ve karşısındakı masaya dayandı.
“Revolver”in sarıldığı parçayı açıp silahı temizlemeye başladı. Silahı elinde çevire çevire nasıl öleceğini düşünüyordu. Önce silahın namlusunu ağzına götürdü.
Çeliğin tadı midesini bulandırdı.Namluyu ağzından çıkarıp parçaya sildi, sonra silahı şakağına dayadı. Artık kararını vermişti, üçe kadar sayıp tetiği çekecekti. Horozu kaldırdı, elini tetiğin üzerine koydu: Bir, iki… Üç demeye kalmadan kapı yerinden çıkacakmış gibi çalınmaya başladı. İrkildi. Az kalsın yanlışlıkla tetiği çekecekti.
Zaten ölmek istiyordu, amma böyle hazırlıksız, “üç” demeden ölmek planında yoktu.
Kapı yeniden çalındı. Çekmeceyi açıp silahı koydu. Kapıyı açtı, karşısında sarı yelekli iki devlet memuru duruyordu. Onlar bir mektub uzatarak “biz yine geliceğiz” dediler ve gittiler.
Neler olup bitdiğini anlayamıyordu. Şaşkınşaşkın bir kaç dakika kapının önünde dikildi. Daha sonra içeri geçerek mektubu okumaya başladı. Dünkü çekilişde onun da adı çıkmıştı. Mektubta üç gün sonra öldürüleceği yazıyor, prosedürler hakkında bilgi veriliyordu.
Mektubun sonunda kalın harflerleşöyle bir not vardı: “Lütfen, intihara kalkışmayın. Ölümünüzle ilgili bütün işlemler devlet tarafından gerçekleştirilecek. Bu gelecek nesiller için en faydalı seçimdir”.
O, dün gerçekleşen piyangodan habersizdi, kafası allakbullak olmuşdu. Masaya döndü.
Silahı çekmeceden çıkarıp, masanın üzerine koydu. Bir tarafda ölüm fermanı, bir tarafda ise kendini öldürmek istediği silah. Artık yavaş yavaş her şeyi anlamaya başlamıştı. Ölümün ne olduğunu şimdi hissediyordu. Sanki deminden beri silahla oyun oynuyormuş gibi. Ölümün ne kadar yakın olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordu. Gözünü bir noktaya dikti, bir süre böyle hareketsiz kaldı. Masanın üzerindeki kağıdı ve silahı unutmak istiyordu. Olur da gözü onlara takılır diye uzun bir süre bakışlarını bir noktadan ayırmadı.
Hiç bir faydası yoktu. Kendini daha ne kadar kandıra bilirdi ki? Masanın üzerindeki hakikati er ya da geç kabul etmeliydi. Aniden dolabı açıp, silahı ve mektubu oraya koydu. Derinden bir nefes aldı.
Olup bitenlerin hepsinin kabus olduğunu ve mektubun o dolapta kaldığı sürece bu kabusun gerçekleşmeyeceğini düşünüyordu.
Yatağına uzandı. Hangi ara uykuya daldığını anlamadı. Sabah alakaranlıkta kapı zilinin sesine uyandı. Herşeyi unutmuştu. Kapıyı açıp karşısında beyaz önlüklü adamı görünce şaşırdı.
Beyaz önlüklü adam kendisini taktim ederek, psikolog olduğunu ve devlet tarafından görevlendirildiğini söyledi.
Psikolog davet beklemeden içeri geçti ve anlatmaya başladı: “Devlet piyangoda adı çıkan herkese özel bir doktor tayin ediyor. Bizler de evlere giderek, sizin intihar etmemeniz için telkinde bulunmalı ve psikoloji destek vermeliyiz”.
Beyaz önlüklü adam ölümün zannedildiği kadar korkulu olmadığından, devletin rahat ölümünüz için her koşulu yarattığından konuşup durdu.
O, psikoloğun söylediklerini duymuyordu. Kafasında güçlü bir ses vardı. Yavaş yavaş dünkü olayları hatırlamaya başladı və onu ölümden yalnız bir günün ayırdığını anladı. Yine de bunun bir oyun, ya da kötü bir şaka olduğunu düşünmeye çalışıyor, bir mucize olacağını bekliyordu.
Psikolog buna benzer bir kaç şey de anlatdıktan sonra gitmesi gerektiğini, ne zaman isterse, yardıma ihtiyac duyarsa aramasını söyledi.
Kapıdan çıkarken ona metin olmayı tavsiye etdi. Korkulacak hiçbir şeyin olmadığını ekledi.
Doktor gitdikten sonra kendini büyük bir boşluktahissetti. Zaten onun konuştuklarından hiçbiri aklında kalmamışdı, yine de gidişi yalnızlığını arttırdı.
Ne yapacağını bilmiyordu. Gidip yeniden dolabı açtı. Silahı şakağına dayadı. Tetiği çekmek isterken, gözü mektuba takıldı.
Gözlerini sımsıkı kapayıp silahı elinde sıkdı. Kağıt parçası bir türlü gözünün önünden gitmiyordu.
İntihar etmeyi başaramadığı için kendine kızıyordu. Silahı odanın diğer tarafına attı. Dizleri üste çökdü ve ağlamaya başladı.
Aklına yüzlerce, binlerce senaryo geldi. Dışarı çıkpönüne gelen herkesi öldürse nasıl olurdu?! Bu fikir aklından geçer geçmez, kimseyi öldürmeyi becermeyeceğini, bu kadar cesur olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Hiçbir senaryonun, hiçbir planın faydası yoktu.
Dakikalar onu ölüme sürüklüyordu. Zaman bazen duruyor, bazan de karşısıalınmaz bir biçimde hızla akıyordu. Zamanı kontrol edemiyordu. Saati duvardan indirip, camını kırdı, akreplerini çıkararak avucunda sıktı.
Saat yoktu ama, zamanın hızlıca aktığını duyabiliyordu. Sabaha kadar evin her tarafında, her kısmında gezindi. Sanki tek yakını olan eviyle vedalaşıyordu.
Sabah yeniden kapı çalındı. Kapıyı açmak için kalkmadı.Onlardan kaçmak istemiyordu, sadece kendinde kapıyı açacak gücü bulamıyordu. Bırak kapıyı da kendileri açsınlar diye düşündü.. Bütün kurallara uymak zorunda değildi. Zaten ölecekti. Kapı bir süre durmadan çalındı, içeriden hiç ses gelmediğini gören memurlar aletlerle kapıyı açmaya başladılar.
Onlar böyle durumlara hazırlıklıydılar. Her zaman kendileriyleçilingir aletleri getirirdiler. İçeri ilk olarak psikolog girdi. Onu görünce irkildi, iki adım geri çekildi. O, bir gecede yaşlanmıştı.
– Ah, azizim, bu iyi değil. Seninle ne konuşmuştuk?
Ağzını açıp tek kelime etmedi, sarı yelekliler onu alıp arabaya götürdüler. Piyangoda adı çıkan diger insanların olduğu yere getirdiler.
Arabadan inip çevresine göz gezdirdi. Her taraf aydınlık ve yeşillikti. Beyaz ve yeşil rengleri görünce insanın burada ölebileceğine inanamıyordu.
Büyük bir binaya girdiler. Kapıda durup, geriye baktı. Artık herşeyin bitdiğini anlamıştı. Vücudu tamamen uyuşmuştu.
Ayakları yere basmıyordu, yerçekimsiz ortamdaymış gibi hissediyordu.
Psikolog öncelikle bireysel seanslar yaptı. Sonrada gurup terapisi başladı. Burada onun gibi ölüme terkedilmiş on başka insan da vardı. Onların içerisindeki yaşlı adamı görünce gıbta duydu.
O ömrünün büyük bir kısmını yaşamıştı, bu ihtiyar için ölüm çok korkunç olmasa gerek.
Terapiden sonra onları yemekhaneye götürdüler. Sofrada her çeşit yemek vardı. Bazıları bu dünyadan sadece karınlarında birşeyler götürebileceklerini düşünerek, yiyebildikleri kadar yiyordular. Bazıları heykel gibi yemeklere bakıyor, bazıları da durmadan su içiyordular.
Kurallara göre her kese son olarak yapmak istedikleri şeyi yapmaya, ya da istedikleri kişilere mektup yazmayaizin veriliyordu.
Onun hiç kimsesi olmadığı için, tek yakını olan evine mektup yazdı. Sonra öbür odaya geçti.Orada da nasıl ölmek istediğini sordular.
Elektrikli sandalyede can vermeyi seçti. Nedense elektriğin vücudundakı en küçük hücreyi bile yakacağını, bu yüzden de ölümün daha rahat olacağını zannediyordu. Bu odada insanları ölüm seçimlerini göre ayırıyordular.
En az insan onun gurubundaydı. İnsanlar daha çox asılmak, zehir içmek, yada damarlarını keserek ölmek istiyordular.
Acayip istekleri olanlar da var idi: çarmıha çekilmek, yükseklikten atlayarak ölmek isteyenler de oluyordu.
Onu kuaförün yanına götürdüler. Saçının ortasını sıfıra vurdular. Aynada kendisine baktıktan sonra, saçının hepsinin kesilmesini rica etti.
Elektrikli sandalyede oturdu. Kolunu ve ayaklarını sımsıkı bağladılar. Islaksüngeri kafasının ortasına yerleştirdiler. Bu elektriğin vücuda daha çabuk yayılması içindi. Bedeni ürperdi.
Elektrotları kafasına bağladılar. Odanın girişindeki kırmızı ışık, yerini sarıya bıraktı. Psikolog ona son olaraq bir şeyler söylemek isteyip istemediğini sordu. Ancak o, susuyordu. Hala daha öleceğine inanamıyordu. Belki de artık çoktan ölmüştü. Yukarıdakiışık sarıdan yeşile geçti. Sarı yelekli yardımcı elini şaltere doğru götürdü. Yardımcı da ölümünü birkaç saniye geciktirerek ona kısa bir süreliğine de olsa hayat bahşediyor, bununla da vicdanını rahatlatıyor, insanlık vazifesini yerine getiriyordu.
Aniden, herkes ne olupbitdiğini anlamadan şaşkınşaşkın birbirine bakmaya başladı. Yeşil ışık kırmızıya dönmüştü. Yardımcı bunu anlayamadı. Odadan çıktı ve bir süre sonra geri döndü. Yüzünde hayret dolu bir ifadeyle onu kutladı: “Ölümden kurtuldunuz. Sizin yerinize ölmek isteyen biri var”.
O artık öldüğünü, yaşananlarınsa ölüm sonrası beyninin ona bir oyunu olduğunu sanıyordu. Hiçbir şey hissetmiyordu. Kolunu, bacağını açtılar. Kendisini yere attı. Bağırmaya, ağlamaya başladı.
Sürünerek yardımcının ayaklarına sarılıp, ayakkabısından öptü. Yardımcılar onu kolundan tutup, öbür odaya götürdüler.
Bir süre sonra az da olsa sakinleşmesini sağladılar. Onun yerine ölmek isteyenin kim olduğunu sordu.
Hatırladığı kadarıyla hiç kimsesi yoktu. Bu sırada karşısında orta yaşlı bir bayan belirdi. Sakin sakin, hiçbir şey olmamış gibi ona bakıyordu. Güçlükle de olsa, onu tanıdı.
Kısa bir süre birlikte yaşamıştılar. Sonra bu birliktelik sıkıcı olduğundan ayrılmıştılar. Ona acıdı. Kadın ağır ağır konuşmaya başladı: “Her şeyden bıktım, yaşamak istemiyorum. Geçen ay babamı piyangoda kaybettim. Onsuz yaşamak çok sıkıcı, hiçbir anlamı yok. Dün sandalyeyi koydum ve halatı tavandan astım. Sandalyenin üzerine çıktım, halatı boynuma geçirdim. Babam öldükten sonra evde yalnız kalmaya korkuyorum. Sanki benden başka biri varmış gibi hissediyorum. Onun için de her zaman televizyonu açık bırakıyorum. Biliyorum, komik, kendini öldürmek isteyen birinin son anda bile başka bir şeylerden korkması gerçekten komik. Halat boynumdayken piyangonda hayatını kaybedenlerin adlarını tekrarlıyordular. Senin adını duydum. Zaten öleceğimi düşündüm. Hiç olmazsa, ölümüm bir işe yarasın, seni kurtarayım”.
Ağzını açıp konuşamıyordu. Afallamıştı. Kadın hafifçe gülümsedi: “Televizyonda senin adını duyunca heyecanlandım, ayağım tökezledi. Az kalsın sandalye çevrilecekti. Son anda kendimi güçlükle de olsa, toparladım. Düşünebiliyor musun, sandalye çevrilseydi, senin hayatını kurtaramayacaktım.”
Rövşən Danyeri
İZDİHAM