Ayaklarıma bağlanmış tenekelerden tanıyorum kendimi,
Yüzüme geçirilmiş bin bir renkli çuval,
İzlediğim şu an ekranından evrenin tam da benim.
Adıma yaşanmışlıklar giydirmişler,
Her biri görseniz ne de hoş durmuş üstümde,
Allı morlu bohçalardan çıkarılmış çiçekli entariler.
Adıma yeni gelin mahcubiyeti oturtmuşlar,
Öyle boynu bükük, öyle bakışlarının kıvrımlarından okunuyor ürkekliği.
Ne zaman geçecek olsam bir sokaktan,
Tenekeler fısıldıyor insanlara, sürüklediğim günahlarımı
Yetmiyor, yansımamın güzelliği,
Simsiyah sayfaları bir de silmeye çabalamam, beyhude.
Verilmiş bir emanetin üstünde ruhum,
Nâçar feryadlarına evrenin, sağır.
İçime gömdüğüm kimsesiz çocukların,
Üşüyor ne zaman baksam, elleri.
Ağzımda gevelediğim üç kelamlık, dünya hayatı;
Şikayet ediyorum kendimi, Allah’a;
“her yeni başlangıca geç kalıyor, benliğim
Ah, ne de zor insanın yine kendisiyle imtihanı.”
Züleyha’nın karanlığını biçiyorum esvab niyetine,
Hep açıkta kalıyor sırtı, dikişlerimin.
Kazınmıyor paslı parmaklarımla,
Asfaltın bellediği teneke izleri.
Ölü dergiler ısmarlıyorum sahaflardan, kefen niyetine.
Sarıyor gövdemi, unutulmuş sloganlar,
Gözlerimi örtüyor bir parça şiir.
Kağıt kokularıyla geçiyorum son tekrarımı.
Tabutumun ardına bağlanan tenekelerden tanıyorum kendimi.
Haydi şem’inde tutuşan son pervane hatrına;
“nasıl bilirdiniz mevtayı?”
Rumeysa Nur
İZDİHAM