Hidâyet’in etoburluğa pek tahammülü yok. “Nasıl böyle bir canavarlık yaparsınız? Siz kimsiniz ya?!” havasında yazdığı bu küçücük kitabın her anında ulan ben ne yapıyorum duygusu yakanızda, silkeliyor. Kafaya kafaya vuruyor Hidâyet, et yiyenlerin akıllı olmalarını istiyor ve bunu yaparken de ortalığı örneklerin havalarda uçuştuğu bir savaş alanına çeviriyor. “Pisagor böyle demiş, siz kimsiniz de et yemeye devam ediyorsunuz?!”
Geyik bir yana, gerçekten sert. Kendisi de vejetaryen olan Hidâyet, et yemenin sakıncalarını bir bir sıralarken yüz yıl öncesinin bilimsel verileriyle görüşlerini destekliyor. Yüz yıl içinde bilim ilerledi tabii, et yemenin olumlu ve olumsuz yanları ortaya çıkarıldı ve çıkarılıyor ama işin ahlaki, psikolojik boyutu güncel. Bence.
Ne diyor, mezbahaların rezilliğinden bahsediyor. Dalak, bağırsak, pislik, kan, her şey iç içe. Manzarayı gören etobur insanların bir daha ağızlarına et sürmeyeceğini söylüyor. Hayvanlara kötü muamele ediliyor, bu gerçekten rezillik. Belgeselleri çekildi, kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Hayvanları küçücük yerlere tıkıp hareket edememelerine sebep olan sistemin yamuğu tam küfürlük, tamam. Kasapların yerine dibine sokulması, burası tartışmaya açık gibi geliyor bana. Başka, insanın -aşağılama amacıyla- kan dökücü canlılara ve kurtlara benzetilmesi yine tartışmaya açık. Evrim muhabbetinde Darwin’i ve şürekasını övüyor Hidâyet, insanın sindirim sisteminin et yeme hususunda özel olarak evrim geçirmediğini, et yemenin insanoğlu için sağlıksız olduğunu söylüyor da aynı evrim yırtıcıları da ortaya çıkardı. Tanrı zar atmaz, doğa da atmaz bence, ne yarattığını çok iyi biliyordu ve bunun ahlaki, insani yanını düşündüğünü sanmıyorum. Kurtların geçirdiği evrimden ötürü aşağılanacak hayvanlar haline geldiklerini düşünmüyorum, öldürme edimleri sonucu pişman olduklarını da. Her şey olduğu gibi oluyor, mesele bu.
İnsanın doğal besini meyve ve sebze, sistemimiz bu yönde kurulmuş. Toplayıcıyken çok daha iyi zamanlar yaşadığımız fikrine katılıyorum; şimdinin gudubet seksen senesini o zamanın dolu dolu otuz senesine tercih etmem. Normal bir şey, sürüklenmek yerine yere sağlam basarak yaşamak iyi. Neyse, ateş icat olununca etleri pişirip yemeye başladık ve bir sürü hastalık yakamıza yapıştı. Kanserinden vicdansızlığına, Hidâyet’in musallat olan bu dertlerin sebebi olarak et yemeyi görmesi yetersiz ölçüde doğru, keşke beslenme alışkanlığıyla belli olsa her şey.
Başka ne diyor, tarihte iz bırakmış toplumların et yemediğini, filozofların ve bilim adamlarının et yemenin adamı hacamat etmesiyle ilgili dediklerini söylüyor. Japonlar mesela; et yemedikleri için ne kadar da uygar bir toplum! II. Dünya Savaşı pek öyle demiyor gerçi ama Hidâyet’in kanımca mesnetsiz iddiaları tebessümle okunuyor, ne diyeyim.
Utku Yıldırım, kitaplardananlayanadam
İZDİHAM