Rahmetli dedesi Hafız Osman Hamdi Bey’in ‘Benim oğlum profesör olacak…’ temennisiyle söylediği sözü kulaklarında çınlarken 1956 yılında onu besleyen ve büyüten Kırşehir’den ayrılan Erol Güngör, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okurken aslında neyi hedeflediğini de ortaya koymuş gibidir. Hukuk öğrenimi önemli olsa da aslında niyeti başkadır onun.
İstanbul’a gider gitmez bulunmayı seçtiği çevreler de onun bu niyetini açık ediyor gibi. Nitekim daha o zamandan Yahya Efendi Dergahı, Küllük gibi mahfillerde bulunuyor ve E. Hakkı Ayverdi, Necip Fazıl, A. Halet Çelebi, Dündar Taşer, M. Halil Yınanç, Fethi Gemuhluoğlu, Nihal Atsız gibi dönemin önemli isimleriyle tanışıyor.
Önemli hocaların gölgesinde
Hakeza Mümtaz Turhan’la tanışması tam da aklındaki eğitimi almak için bir yol açıyor ona ve bu tanışma onu Edebiyat Fakültesinde Felsefe Bölümüne yönlendiriyor. 7 Ekim 1957 tarihinde gerçekleşen bu buluşma onu tanıyanlara göre ‘coşkun bir kaynağın hayatı boyunca kıvrılıp akacağı geniş ve uzun yatağını bulması’nın tarihi olarak da ayrıca kayda değer bir tarih olacaktır. Zira bu tarihten sonra Erol Güngör, dil bilgisini geliştirmesi, başta İngilizce, Arapça ve Osmanlıca olmak üzere birçok dili öğrenmesi bir yana; devrinin akademik ilmi etüdler dizgesine yerleşmek bakımından da oldukça önemli bir alan açıyor.
Sözgelimi bir yandan akademi bünyesinde İngilizce olarak verilen tüm konferansları hem de birinci elden izleyip okumak, eski harflere aktarmak imkanı elde ederken diğer yandan da bir çok kıymetli hoca ile her zaman görüşerek yakından tanıma imkanı elde ediyor Erol Güngör. Bu bakımdan hocalarından Hilmi Ziya Ülken Hoca’nın notlarını gözden geçirecek kadar ayrıcalıklı bir konumda oluşu, hatta hocanın o dönem itibariyle ‘Türk Düşüncesi Tarihi’ olarak verdiği ders notlarının ‘Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi’ adıyla derleyip toparlamasına yardımcı oluyor.
Öğrencilik yıllarında bir yandan da aynı fakülte de memur olarak çalışan Erol Güngör’ün yine aynı dönemde İstanbul Üniversitesi’nde misafir profesör olarak görev yapan Prof. Hains’in laboratuvar asistanı olarak bir başka görev yaptığını da ekleyecek olursak; daha genç bir öğrenciyken bile, gerek akademik hayatı ve gerekse gündelik sosyalitesi bakımından onun ne kadar derin bir pratiğin içinde olduğunu anlamak mümkün olabilecektir.
Sosyal psikoloji alanında ülkemizin en önemli ismi idi
30 Haziran 1961 tarihinde mezun olan Erol Güngör, aynı yıl bitirdiği fakültede rakipsiz olarak Tecrübi Psikoloji –bugünki adıyla deneysel psikoloji- kürsüsüne asistan olarak atanır ve görevine başlar başlamaz o zaman itibariyle bile ülkemizde çokça bilinmeyen Sosyal Psikoloji’ye yönelerek mezuniyet tezi olan ‘Kültür Temaslarının Atitütler Üzerindeki Tesirleri’ konulu çalışmasını daha derin biçimde işlemeye başlar.
Akademik hayatı böylece temellenirken, memleket eğitimindeki açmaz ve sıkıntıların derin yanlarına da yönelen Güngör’ün, yine aynı yıllarda E. Kırşehirlioğlu müstear adıyla ‘Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri’ adlı bir kitap yayınlamış olması ise onun millet, memleket, eğitim ve insan çerçeveli endişelerinin bir ispatı gibidir. O kadar ki, dönemi itibariyle pek çok mahfilde oldukça derin bir ilgiyle karşılanan bu kitabın Türkiye’de misyoner faaliyetleri konusunda etkili ve yetkili makamları harekete geçirecek bir misyon üstlendiğini bile söylemek mümkündür.
1963 yılında yayınlanan bu alan dışı kitabından sonra hocası Mümtaz Turhan’ın yönlendirme ve yönetiminde gerçekleştirdiği ‘Kelami (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon’ isimli çalışması ise onun hem akademik ilgisinin derinliğinin hem de hep hayalini kurduğu yerli- milli-evrensel aydın bakışının bir yansıması olarak çıkmıştır ortaya. Bir kelam / söz medeniyeti olarak şekillenen medeniyetimizin incelendiği ve adından bile içine yerleştirdiği derin bilgiyi anlayabileceğimiz bu çalışma, bir diğer anlamda da mensup olduğumuz medeniyetin estetik incelemesi olarak şekillenmiştir diyebiliriz.
1965 yılında yayınlanan bu şaşırtıcı çalışmanın ardından dünya sosyal psikoloji alanının önemli isimleri olan D. Krech ve R.S.Cruchfield’den çevirdiği ‘Sosyal Psikoloji’ adlı kitapla adeta sosyal psikoloji alanında ülkemizin en önemli ismi haline gelmiştir Erol Güngör.
“İşte benim en büyük eserim”
Henüz daha doktor ünvanına sahipken bile alanında bilinen en önemli akademisyenlerden biri haline gelen Erol Güngör’ün 1966 yılında Colorado Üniversitesi’nden Profesör Kennneth Hammond’un davetiyle İnstitue of Behavioral Science’da araştırmalar yapmak üzere Amerika’ya gittiğini görüyoruz.
Gerek akademik alana ve gerekse memlekete daha uzaktan ve daha oylumlu bir biçimde bakmasını sağlayan Amerika’daki bu iki yıllık araştırma görevinden sonra yurda dönen Erol Güngör, 1968 yılından itibaren bir yıl eski kürsüsündeki derslerine devam eder ve aklındaki birikimle birlikte 1969 yılında askerlik görevi için ayrıldığı sırada yine alanında bir ilk olan ve hem serbest alanda hem de akademide geniş ilgi uyandıran ‘Şahıslararası İhtilafın Çözümünde Lisanın Rolü’ başlıklı çalışmasıyla Doçent ünvanını alır.
Çok sonraki zamanlarda onu çevreye tanıtırken “İşte benim en büyük eserim” diye takdim eden Mümtaz Turhan Hoca’nın ömrü boyunca hemen hiç kimseye yapmadığı bu övgü dolu yaklaşımıyla mahcup olduğu kadar aynı zamanda ne yaptığını bilen bir marifet sahibi olarak Erol Güngör’ün bundan sonraki bütün akademik hayatı ise sanki de bu övgünün boşuna olmadığının ispatı gibi şekillenecektir.
Hakeza Mümtaz Turhan Hoca’nın 1969’ da vefatından sonra Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji Kürsüsü’nün başına geçen Erol Güngör için her daim baş üstünde taşınan bu övgü onu bütün akademinin de en gözde ismi haline getirmiş ve Erol Güngör, adeta bir vakıf insan / akademisyen gibi çalışıp sürekli biçimde emek vererek, bir yandan da tek bir dersine girmekten imtina etmeden dopdolu bir mesaiyi sürdürerek ülke çapında Sosyal Psikoloji disiplininin şekillenmesinde de bir öncü hoca haline gelmiştir.
Herkesin Erol Hoca’sı
25 Kasım1938 – 24 Nisan 1983… Onun ömrünün tamamı bu iki tarih arasında. 44 yıl, 4 ay, 29 gün yaşamış bu dünyada Erol Güngör. Henüz lise çağındayken yazmaya başlamış. İlk yazısı Kırşehir’de mahalli bir gazetede çıkmış. 1960 yılında Yol dergisinde başka yazılar yazmış, sonra Türk Yurdu, Hisar, Töre, Türk Edebiyatı dergilerinde bütünü millet ve memleket kokulu, yer yer şiir ve sanata da değinen, bir yazma becerisini ele veren yazılar yazmıştır.
Akademik hayatındaki dolulukla onu anlatırken zaten şaşırıp kaldığımız yoğunluk bir yana, Erol Güngör sanki tüm bu akademik işleri yapan kendisi değilmiş gibi 70’li yıların ortasından itibaren milliyetçi camiada boy gösteren Ortadoğu gazetesinin de başyazarı olarak emek vermiş. Ortadoğu’daki bu emeği milliyetçi- ülkücü- muhafazakar camiada aynı zamanda bir estetiğin, bir dikkat ve bir rikkatin de işaret fişeğini ateşleyerek milliyetçi, muhafazakar aydınlanma yolunda ciddi biçimde yol açıcı bir rol yüklemiştir Erol Güngör’e…
Hocanın daha sonra -bizim de özellikle ‘Yeni Düşünce’ döneminde önemli bir kısmını yazıldığı günlerde okuma fırsatını bulduğumuz- ‘Millet’ ve ‘Yeni Düşünce’ gazetelerinde sürdürdüğü bu çoğu edebiyatla işlenmiş didaktik yazıları, aynı zamanda okumaya ve düşünmeye meyyal akademi ve akademi dışı bir kuşağın şekillenmesi bakımından da oldukça bereketli bir mesainin ürünleri olarak şekillenmiştir.
O kadar ki, kitapları bir yana, bugün için Erol Güngör’ü; ülkenin hemen her köşesinde Ortadoğu, Millet ve Yeni Düşünce gazetelerindeki yazılarıyla tanıyarak kendisini onun öğrencilerinden sayan binlerce, belki on binlerce bencileyin öğrencinin ‘Erol Hocası’ olarak tarif etmemiz mümkündür.
Estetikle yoğrulmuş düzgün bir misyonun adamı
Erol Güngör her şeyden önce bir derin tefekkür ve bir derin zihnin sahibidir. Bunun yanında Erol Güngör, öncesi ve sonrasıyla kendi döneminin en yerli, en milli, en çalışkan ve en üretken temsilcilerinden biridir. Erol Güngör aynı zamanda tepeden tırnağa estetikle yoğrulmuş düzgün bir misyonun adamıdır ve bu yönüyle de o, işinin hakkını veren bir mümindir.
Yer yer siyaset de yapmıştır Erol Güngör Hoca. Bir şekilde ülkücü- milliyetçi çevrelerin kadri kıymeti bilinmeyen gözbebeği haline gelmiş lakin hiçbir zaman hançeresini paslandıracak ve dilini kanatacak ölçüde tek bir kelam etmemiş ve sanki de daha asistanlık yıllarında dert edindiği ‘kelami’ bir medeniyetin evladı olarak kendi kelamının estetiğini mahir bir terzi gibi sürekli ölçüp biçerek kullanmış ve bu meyanda muhteşem bir şahsiyeti koymuştur ortaya…
Denilebilir ki, ülkücü- muhafazakar camia kelamın estetiğini en yakın dönemde ondan bir kere daha ve yeniden öğrenmiştir. Zira ele aldığı her konu sanki onun yazılarıyla yeniden şekillenmiş, başta felsefe olmak üzere; tarih, coğrafya bilinci, diğer sosyal bilimler, psikoloji vs. yazıları; adeta hangi medeniyete mensup olduğu bilinci üzerinde salınan bir şakül’ün izinde durarak yazan ve konuşan bir güzel adamın üslubuyla bütün memleketi ve hatta dünyayı kucaklamak isteyen bir ses ve sözün ürünleri haline gelmiştir.
Müstesna bir fikri tertibin sahibi, altın beyinli bir mümin
Her şeyden önce Erol Güngör kelimenin tam anlamıyla bir itidalin ve bu itidali dolayısıyla da Allahualem bir sırat-ı müstakim’in adamıdır. Sözgelimi en karışık dönemlerde ve en zor meselelerde bile düşüncelerini son derece rahat ifade edişi, tıpkı Beşir Ayvazoğlu’nun dediği gibi 1980 öncesinin o kaotik ortamında bile hemen herkes için söz konusu edilebilecek kafa karışıklığından azade biçimde, gayet açık ve net ifadelerle yorumunu ortaya koyarak adeta bir itidal çağrısının öznesi olarak durması onun en ayırıcı vasfı olarak sayılmalıdır.
Yine sözgelimi onu büyük usta Cemil Meriç’in düşünce eksenine yaklaştıracak bir biçimde; kültürün üretilmiş – endüstriyel – bir ifade olduğu, bir medeniyet dinamiği ve duruşu olarak irfan üzerinde durulması gerektiği, milliyetçiliğin son tahlilde ve belirli bir ölçüde kaçınılmaz bir gerçek olduğu, tarihin bir çok meseleyi barındırabileceği, tasavvufun -belli zamanlardaki yozlaşmaya düşen yanları bir yana- salt bir ekol, bir mektep olarak bile medeniyetimizin ve tarihimizin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği, el ve yol yordamının esas olduğu ve bütün bunları kuşatan bir tefekkürün her daim esas alınması gerektiği gibi daha nice konuda hiç dinmeyen bir dikkat ve bu dikkatle yoğrulmuş bir rikkatin de bu tefekkürün tam ortasında parlaması gerektiğini söylemiştir Erol Güngör.
İşte tam da bu yüzden bu memleketin tümü; onu bu milletin en has evlatlarından olarak; müstesna bir fikri tertibin sahibi, altın beyinli bir adam olarak kendi tarihine kaydetmiştir.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Biz razıyız, Allah ondan razı olsun, inşallah…
Şahin Tosun
İZDİHAM