Salih Bölükbaşı, Hayatımız Kaç Sezon
Her şey Netflix’in kraliyet ailesinin hayatını anlatan The Crown dizisini izlememle başladı. Üç sezon harika gitti. 4. sezonun 5. bölümüne geldim. Bölüm İngiltere başbakanı Margaret Thatcher’ın oğlunun Dakar Rallisi’nde kaybolması ile başlıyor. Margaret Thatcher İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’i ziyaret etmesi ve en sevdiği çocuğunun kaybolduğunu anlatması ile devam ediyor. Buraya kadar her şey normal seyrinde devam ediyor. 2. Elizabeth bu konuşmadan sonra hangi çocuğunu daha çok sevdiğini bulmak için hepsiyle tek tek yemek yiyor. Bölümün sonunda 2. Elizabeth anlıyor ki bütün çocukları yalnız, başıboş kalmış, kaybolmuş. Çocukları ile yapılacak her şeyi kaçırmış. İlgisiz bir anne olduğunu kabulleniyor. Prens Philip, Kraliçe’yi teselli etmek için onun kraliçe olduğunu, bütün halkın sorumluluğunu aldığını, ayrıca bütün halkın annesi olduğunu anlatıyor.
Bu diziyi izlerken benimle oyun oynamak, vakit geçirmek isteyen oğlumu umursamazken ben neyi yönetiyorum. Hiç bir şeyi. Koskoca hiç bir şey. Bu bölüm aslında farkına varmamı sağladı. Kendi çocuklarımızla veya kendi ailemizle ilgilenmiyoruz. Hayatımız 3 – 5 sezonluk dizileri izleyerek geçiyor.
Bunun en basit örneklerinden biri, anneler ile babalar çocuklarının ellerine saatlerce telefon verip YouTube’ dan saçma sapan videolar izlemelerine müsaade ediyorlar. Ya da kendi ailelerine bırakıyorlar. Kendileri ise saatlerce telefon, tablet veya bilgisayarlarla sezon sezon dizi izlemekle meşguller.
Peki kendi hayatımızın kaçırdığımız sezonları ne olacak? Çocuklarımızın büyümesini, anne ve babamızın yaşlanmasını, kardeşlerimizin bizden uzaklaşmasını kaçırıyoruz. Ve bu sezonlar bir daha geri gelmeyecek. Kısaca telafi edilemeyecek. Tekrarı olmayan hayatlar yaşıyoruz. İnsanlar anne babasından ne kadar ilgi gördüyse, çocuklarına da o kadar ilgi gösteriyor.
Sözün özü; Bir zamanlar Bağdat çarşısında bir adam, yaz mevsiminin kavurucu sıcağında dağdan getirdiği buzları satarken bir yandan eliyle alnındaki terleri silmekte, bir yandan da gelip geçenlere âdeta yalvarmaktadır: “Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?” O sırada çarşıdan geçmekte olan ve bu sahneyi gören derviş bir anda feryadı basar: “Eyvah sermayem!” Yanındakiler ona neden feryat ettiğini sorarlar. O da buz satan adamı göstererek, “Eriyen sadece onun buzları değil, benim ömrüm.” der.
Salih Bölükbaşı
İZDİHAM