Bazı şairler öyle büyük gümbürtülerle gelmez. İçlerindeki fırtına, yeryüzünün gümbürlerinden daha derindir. Dergilerde, fanzinlerde görünürler. Bu durum “görünür olmak” kaygısından ziyade iç sesine söz geçiremediği gecelerin gırtlağında uyandırdığı bir kabusun yansımasıdır.
Seda Şaffak şiiri, tozlu soloların dilde bıraktığı yaradan doğuyor. Bir yandan Sappho’nun lahitlerdeki gölgesine çıkıyorken diğer yandan Furüğ’un ilk gençliğinde konaklıyor. Bazen dağ başındaki bir çiçeği alıp göğsümüze getiriyor, bazen nehirdeki bir yaz akşamı dinginliğini. İmgenin, soytarıların kahkahasında kaybolmasına izin vermiyor, aksine imgeyi kendi iç sesine bir yankı haline getiriyor. İlham, onun dizelerinin ana güzergahı gibi görünse de derine dalınca bu güzergah aslında sadece bir repertuvar. Üstelik yalnızca kendisinin değil, tanık olduğu, okuduğu hemen her kadının ortak repertuvarı. Bu repertuvarın zaman içinde nereye evrileceği bilinmez ama Şaffak’ın o dizesi bu coğrafyadaki birçok kadının ortak yazgısı olmaya devam edecek gibi; “Bakın ben annesini doğuran bir çocuğum”
İZDİHAM