Site icon İzdiham Dergi

Sefiller Üzerine Notlar

Psikolojik bir gerilim kitabı aslında Sefiller.

Jan Valijan başta olmak üzere Kozet ve Marius’un da psikolojileri ve içinde debelendikleri karmaşa gayet güzel verilmiş. Kalp, mantık, vicdan, hırs, çaresizlik, aşk, tutku ve acı gibi duyguları zirvelerde sunarak, okuyucunun uçurumlarda çırpınmasına sebep olmuş. Bu duygu yoğunluğunun arasında bana fazla gelen rastlantılar da vardı. Gerçeklik ihtimalinin silinik dokunuşlarıyla ve kaderin zorlamalarıyla doluydu kitap. Tesadüfler çokça kullanılmış. Yine de olay kurgusu ve karakterlerin kadraja yakınlığı, bu aşırı rastlantı fiyaskolarını örtüyor.

Benim okuduğum basımda kitap; Victor Hugo’nun kısacık hayat hikayesiyle ve belli başlı eserleriyle başlıyor. Bence bu kısım önemli çünkü benim duygularımı ve fikirlerimi uyaran birinin kaç yıllarında yaşadığını, kaç yıl hangi coğrafyada hayatına devam ettiğini bilmek isterim. Ama bu kısım, bende kitabı bitirdikten sonra önem kazanıyor. Şöyle ki; kalemin akıttığı mürekkepten etkilendiğim nisbette merakım ve hayranlığım kamçılanıyor.

Kitabın tıkanmayan akıcı bir dili var. Hatta tazyikli bir dili var da denebilir. Mekanlardaki ve giyim kuşamlardaki tasvirlerle, zaman sıçramalarıyla dolu olmasına rağmen kitabın kalınlığı da göz önünde tutulacak olursa dili sürükleyici.

Karakter sayısı kalabalık; mekanlar ve olaylar fazla olmasına rağmen kitap hayret verici şekilde akıl karıştırmıyor. Her bölüm zincirin halkaları gibi birbiri içine geçiyor, kenetleniyor. Tüm ince ayrıntılarıyla nakış nakış örtüşüyor.

Aslında kitap maddi sefalete karşı manevi göz kamaştırıcı bir görkemi anlatıyor. Her şeyin maddede anlam kazanmadığını düşünen, insanları damgalamaktan kaçınan ve özgürlüğüne düşkün insanlar için Sefiller iyi bir seçenek olacaktır.

Roman gerçeğe ne kadar yakın olsa da esasında kurgu olduğunu zaman zaman hissettiriyor. Mesela Jan Valijan, ruhunu ilahi ışıkla yıkamış biri de olsa, başına gelen olaylar sabredilemeyecek derecede zor. Hele paçasını bir türlü kurtaramadığı Tenardiye’ler ve başına sürekli bela olan polis müfettişi Javer ciddi manada can sıkıcı. Tüm benliğiyle kaçtığı halde hala aynı girdabın içindeymiş hissi onu çileden çıkarmalı. Arada sırada onun da şeytanının konuşması gerekiyordu. Sürekli merhamet eden, affeden bir kişilikten ziyade zaman zaman isyan eden biri olmalıydı. Ya da bunları hak etmediğini düşünmeliydi mesela. Aynı şekilde Tenardiye’lerin bitimsiz açlıkları, senelerce doymayan gözleri, ardı arkası kesilmeyen entrikaları abartılıydı. Yani bir saman alevinin ateşi gibi de olsa merhamet duygusu alevlenmeliydi. Çünkü insanı insan yapan tutarsızlık ve ikilemdir. Yine Javerde de aynı şeyle karşılaşıyoruz. Abartılı bir hırsa bürünmüş ve gerçek üstü bir çaba sergilemiş. Görevine ne kadar tutkulu ve saygılı da olsa olaylar aşırı. Fakat Javer’in Jan Valijan’ı tutuklayacağı sırada bundan vazgeçmesi etkileyiciydi. Vazgeçmek asla onun bünyesinde yokken çekip gitmesi enteresandı. Sonrasında içindeki çekişmeleri ve bu kızışmaya ırmağın soğuk suyunda çözüm araması gerçekten gerçekçiydi.

Sonra baş karakterin safında yer almamız çok kolay oluveriyor. Bu böyle olmamalı. Yıllar önce açlıktan ölmemek için ekmek çalan bir delikanlının 19 yıl boyunca zindanlarda çürümesi değil de gerçek bir suç işleyen birinin hayatı olabilirdi. Baş karakterin haklı olduğuna hemen inanıveriyoruz ve onun cephesinde yer almamız hiç zor olmuyor. Gerçek bir suç işleyip böylesine pişman olsaydı daha etkileyici olurdu. Gerçek bir suçlunun, tüm kalbiyle pişmanlık kadehini yudumlarken başkalarına yararı dokunabileceğine inanmalıydık. Ayrıca insanların bazıları ona acımalıydı. Azınlık da olsa ona bazıları merhamet etmeliydi. Tüm insanların eski bir kürek mahkumunun yüzüne bakılmayacağı kanaatine varmaları enteresan. Esas kimliği ortaya çıkınca herkesin ona düşman kesilmesi mantığa biraz aykırı.
Bunca çetrefilli çizgilerin ötesinde ateşli ve tutkulu bir aşk doğuyor kitabın ortalarında. Dağılmayan karanlık sislerin ortasında ufacık bir güneş beliriyor, uzaktan uzağa bakışmalarla. Yaramaz heyecanlar ve hızla çarpan kalpler birbirinde hayat buluyor. Konuşmadan sevmek, burada su götürmez şekilde anlatılıyor.

Romanın panaromasındaki darbe ise sondaki ölüm. Kesinlikle çok hoş bir dokunuş, doyurucu bir son. Buruk bir mutluluk, göz yaşlarının bulandırdığı çarpık bir tebessüm daha kalıcı izler bırakıyor insan üstünde.
Son olarak, Jan Valijan’ın kaçak hayatı ve sahte kimlikler silsilesi bazılarına çok gereksiz geliyor ama özgürlüğe tutkun insanlar bilir ki bunca şeye değerdi. Kalbin çatlağından ruha sızan güçlü bir bağ olan özgürlük için hepsi değerdi. Bunca kaçamak hayata ve yalancı ölüme ve diken üstüne saplanmış kadere, kesinlikle değerdi.

Sefiller’den;

“Umutsuzluğa düşenler, arkalarına bakmazlar. Kötü yazgının kendilerini izleyeceğini bilirler.”

“Bazıları, birini severlerse, mutlaka bir başkasından nefret etme ihtiyacı duyarlar.”

“Gezmek, her an doğup ölmek gibidir… Hayata bir çok şey bizden kaçmaktadır. Gölge, aydınlığı kovalar. İnsan bakar, koşar durmak ister, ek uzatır ama geçenleri yakalayamaz.”

“Sevenler olmasa güneş bile solardı.”

Merve Can

İZDİHAM

Exit mobile version