25 Şubat 2025

Sena Parlar, Ölümden Ötesi Aşk…

ile izdihamdergi

Bir gün en sevdiğim öldü, ben neye üzülsem onun ölümüne ağladım.

Kalbime mıh gibi kazınan bu acı, gurbete düşmüş hüzünlerime yer tayin ediyordu. 

Öyle ki bağrı yanık türkülerin duyulduğu köy belli… Mürekkebine göz yaşı damlayan tüm mektuplarım adresine gidiyordu.

Duyduğum acının mabedi onun buz gibi mezar taşıydı… Onun yokluğu ile yaşamımın buluştuğu kesit mutlu sonu eksik bir masal ve yarınsız bir üç nokta gibiydi.

Baş edilmesi mümkün olmayan bu boşluk hissi bana, günlerce vaktimi verdiğim bir yapbozun tam ortasındaki eksik parçanın hüznünü veriyordu.

İddiasız iddialı bu gidişin sızısı belli belirsiz bir kâğıt kesiği gibi inceden yakıyordu.

Temmuz sıcaklığını gafil avlayan nadir bir şeydi: Ölüm soğukluğu…

Kalbim üşüyordu. 

Sanki ayaz bir gecede çocukluğumun üzerindeki örtü çekip alınmıştı. Cevabını bildiğim bir soruyu tüm sınıfa haykırmak isterken kaldırdığım el yok sayılmıştı. 

 İçimdeki kız çocuğu yine ayak diretiyordu. Bu kez bir bakkalın önünde değil, daha hırslı bir şekilde hastane bahçesinde…

Ellerini tutuyordum avuçlarımın arasından kayıp gitmemesi için.

Yıllardır ettiğim tek cümlelik duam bana veda ediyordu onunla beraber. Kırk ayrılığa bedel tek kavuşmam göz hizamdan ayrılıyordu.

Ve ben kaderle kavga edilmez, anlıyordum.

Meğer kendini imar etmenin en tahkiki yolu viran olmakmış. 

Olgunlaşmanın ilk koşulu yakıcı yollarda ayakları çıplak yürümekmiş. 

Her dilediğini yaptıran bir çocuğun büyüdüğü an ölüm meleğine söz geçiremediği anmış.

Beni sadece hayatında en az bir kez sımsıkı tuttuğu eli kaybetmiş olan biri anlardı.

O eli kaybettim ve bir daha hiçbir eli sımsıkı tutamadım.

Kaybetme korkusunu kaybetmem tutunduğum el beni bıraktı demenin diğer adıydı.

Ve her ne kadar sayılar acıyı rakamlara hapsetse de benden giden 1 kişinin götürdüğü onlarca kimliği sadece ben biliyordum.

Herkesin işine baktığı zamanları geride kalan olarak içime bakarak sürdürüyordum çünkü masivada bulamayacağımı bildiğim bedenin ruhunu içimde, mazilerde, rüyalarımda arıyordum.

Bu psikolojik durum beni öteki yapıyordu. Acıyla kavrulan helvayı tüketen herkes bu eve ölüm meleğinin uğradığının bilincindeydi. Sır perdeleri kalkıyordu. Ayan beyan bir boşlukta yankılanan tek ses:

ÖLÜM VAR.

Herkes ortak bir acıya bağdaş kurarken kimisi omuzlarımı sıvazlıyor, kimisi göğüs kafesimi sustururcasına gövdeme sarılıyordu.  Ancak bende acının şuursuzca sayıklatan hali mevcuttu ki odağım kendimeydi. Teselliyi tüm ömrümce yaptığım gibi gölgemde arıyordum. Hiç susmayan zihnim ölümün şokundaydı. Çünkü onun için gelen insan yığını arasında onun yüzünü arıyordum. Halbuki öldüğüne ikna olmak için kefeniyle görmüştüm. Toprağa konulurken izlemiştim. Ve bu onu ömrümde ilk yalnız bırakışımdı. Ama yine bir yerlerden çıkıp gelse yaşadığına inanacaktım. Çünkü insan hep inanmak isteğine yönelirdi. Değiştiremeyeceğini bildiği gerçekleri kabullenmek cam kırığı yutmak gibi incitici ve zor olabilirdi. Tam da böyle bir hisle baş sağlığı dileklerini kabul ediyordum. Onların inanmışlığı beni incitiyordu. Rahmet dilekleri, ardından yapılan okumalar, mezar taşı… 

Ve şimdi iki kişilik bir yalnızlık yaşıyorum. Aşk ruhunda O’nu da barındırmakmış. Dünyayı tanımaya yönelik uzuvlarımızın neden ikişer tane olduğunu kavradım. Olup bitenlere hem onun gözüyle hem kendi gözümle bakabiliyorum. Aşk sarmaşığı kaçtıkça köklerime dolanırmış ki ölüm bağlarımızı kuvvetlendirmiş. Ölüm beden perdesini aradan kaldırmış, aşkımızı saflaştırmış…


Sena Parlar
İZDİHAM