Yokluğunla,
Yokluğunda atan bir kalbim olduğuna…
Muhakkak uçukluyordu ruhum.
Zovirax veriyordu eczacı,
Oysa vectavir kökten çözüm olurdu ruhuma.
Uçuklayan ruhumla etrafı topluyorum, damla damlatılacak hastalara damlasını tropomid, ya da piloset önce kalbimi, önce kalbime damlatıyorum. Tropomidi tam üç kez…
Büyüsün göz bebeğim, büyüsün ki patlasın tam ortadan. Yakana ve tam yaka kısmına göz bebeğimi koyuyorum.
Sana bakınca göz bebeğim geliyor, güvende olma hissi. Bu hissi sana nasıl anlatacağımı bilmiyorum.
Sonra hasta geliyor. Ezbere bildiğim cümleleri söylüyorum. Aç mısınız, geçirdiğiniz herhangi bir hastalık var mı, kaç ameliyat geçirdiniz, iyi misiniz, heyecan var mı?
En iyisini bilmeme rağmen susuyordum.
Benim en iyim onun en iyisi değildi dedim.
Kalbimde uçukladı sonra
İşte şimdi eczacıyı dinlemem gerekiyordu.
Çünkü ne kullanılır ne sürülür bilemediğimden
İçimdeki kız çocuğu hırslı hırslı kaşımaya başladı kalbimi.
Kimse bir kalbin göz bebeği olabileceğini düşünmemiş.
Patlamak üzere kimse ameliyathaneye yetiştirmemiş.
Oysa ben her gün binlerce patlamayan sağlıklı her kalbi ameliyathaneye uğurluyorum.
Sevmek; on saatin sonunda ağrıyan dizlerimin çözülmesine, çatlayan başımın kaynamasına. Apranaxlara, majeziklere, cipralexlere
Gerek duydurmuyordu.
Ve her şeye sarılmasını öğrenmiştim, ve her şeyle sevişmesini.
Ama seni görmeyen, duymayan bir insana nasıl hissettirirdin kendini bunu bir türlü çözemedim.
Şimdi vücuduma vicks sürdüm.
Beni fark etsin diye.
Ben bacaklarımı sürekli bir yerlere çarpıyorum, sürekli çarpıyorum. Kendime saldırıyorum!
Ve artık şimdi yürüyemiyorum.
Muhakkak uçukluyordu aklım.
Şimdi ben oturma odasında biraz olsun dinlenilmek adına küfür etmeyi öğrenen o muhabbet kuşuydum.
Şu pencere açılsa ve uçsam gökyüzüne
Çırpsam yavaşça kanatlarımı, biraz korkutsam yüzüme bakmayan aileyi.
Versem intihar süsü kendime
Ki, ölümden korkarım.
Lakin uçuklarken aklım, tanrı yeryüzünü kokladı.
Uçmaktan başka elimde ne kaldı?
Kapanış yaklaşıyor, topuklarımın ağrısını artık hissetmiyorum. Dosyalara bakıyorum mercekler var trifokaller, toricler ve panoptixler gün sonu raporlarını bekliyorum. Beklerken çok şey olup hiçbir şeyin günün sonunda seni bana getirmediğini fark ediyorum.
Meydan dayağı yedim sevgilim, çok ayakta durmaktan diz kapağımı, belimin sol tarafını, gülümseyen dudağımın yarısını toprağa verdim.
Alo! Sesim geliyor mu,
Hayretler içinde ne yapsam yine de insanoğluna varamadığımı fark ettim.
Herkes tam öpüyordu sevdiğini ben yarım,
İşte o zaman anladım.
“Senin ağzının kenarında bitmemiş şiir kalmış” Dedi.
“Hangi şiiri de okuduğunu unutmuşsun, uçuk her tarafı sarmış.” Dedi.
“Bundan böyle her şey yarım, her his eksik.” Dedi.
“Sen daha yeni topladığın çilekleri, şekerle ezince reçel yaptığını zanneden o kızsın.
Sen hala reçel kokuyorsun.” Dedi.
Alo! Lütfen, bırakma beni…
Dünyadaki her şey çirkinleşmiş gibi baktım yeryüzüne
Muhakkak gözlerime sıçramıştı uçuk.
Ve pencere kenarına konulan ekmek kırıntılarını görmüyordum.
Yoksa koyardı insanlar,
Umut ediyordum.
Alo.
Alo sesim geliyor mu, iyi misin?
Özlemekler. Ağlayış, öksürüklü bir ses. Kaşlarını çatmaklar çok gülmekler.
Bizim olayımız bu, bizim farkımız.
Muhakkak mideme sıçramıştı uçuk.
Ve şimdi içtiğim patates suları, papatya çayları ve pulcet
İşe yaramazdı emimim, tanrı daha koklamadı yeryüzünü.
Vicks’ in etkisi çoktan geçmişti belli ki.
Sen de çoktan unuttun galiba beni.
Alo! Sesim geliyor mu?
İZDİHAM