Serdar Aydın, Arabesk Tavır , Eğlence Kültürü ve Oğuz Yılmaz
Arabeski sadece bir müzik türü olarak düşünmek çok zor. Arabesk , bir karşı duruş ile öz olanı aynı anda savunma biçimidir. Bir yandan karşısında dikilen her şeye baş kaldırırken, diğer yandan bulunduğu yeri hiçbir zaman terk etmeyenlerin baktığı noktayı anlatır ; arabesk. Tabi bu anlatı hayatın içindeki birçok farklı motife sirayet eder. Sadece müzikal / sözsel bir dışavurum olarak değil; okuma biçimlerinden, otomobil renklerine ; ayakkabı modellerinden , süs eşyalarına kadar , arabesk , hayatın içinde birçok farklı motifte karşımıza çıkar. Arabeskin, salt bir müzik türü olmadığını ilk yazanların başında şüphesiz Murat Belge gelir. ‘’Arabesk, denilen bir biçim içinde yaşıyoruz bugün. Arabesk deyince ilkin bir ‘müzik’ türü anlaşılıyor. Ama olay müzikten ibaret değil. Ev eşyası, çeşitli süsler , resimli halılar , filmler ve başka şeylerden oluşan bir dünya bu ‘arabesk’. Bir ‘hayat biçimi’.’’ (1) sözleriyle ‘’Arabesk’in Öyküsü’’ denemesinde bu ‘biçimi’ farklı perspektiflerden sorgulayan Belge; arabeske ‘dışardan’ bakan bir ‘aydının’ gördüklerini kaleme alır. Fakat arabeske ‘içeriden’ bakanların buraya ekleyebileceği şeyler nedir? Ya da bu ‘içeriden’ ve ‘dışarıdan’ bakış denilen yerde farklılıklar olması mümkün mü? Şüphesiz, bazı şeyleri anlamlandırmak için içinde kaybolmak gerekir. Dışarıdan yapılan ‘gözlem / dinleme’ sadece bir yorumun kapısını açar fakat tamamıyla anlar demek biraz güç. Keza Belge’nin söylediklerinin yanlış olduğunu ima etmek oldukça iddialı olur. Böyle bir iddianın kofluğunda yitmektense, Belge’nin getirdiği ‘yorumdan’ tabiri caizse ‘el alarak’ konuyu (ve özelde Oğuz Yılmaz’ı) biraz daha ‘içeriden’ anlamaya çalışmalı. Bu anlamda arabeske, tek bir noktadan bakmak imkansız.
Arabesk, birçok farklı perspektiften bakılmayı çoktan hak eden bir ‘biçim’. Üstelik sadece ‘biçim’ demekte yeterli değil. Arabesk bir anlamda tavırdır. Tavır ve varoluştur. Giyimden kuşama, yaşamdan düşünceye , mobilyadan nesneye , şarkıdan otomobile kadar varan bir tavrın / varoluşun karşılığıdır ; arabesk. Bu bazen çok ‘kitsch’ denilebilecek bir; bazen de kendi estetiği kuran bir tavırdır. Arabesk, her şeyden önce özbeöz Doğulu bir tavırdır. Rengârenk bir doğu birikiminin son dönemdeki en etkin yansımadır. Fakat bu yansıma tamamen bir ‘renklilik’ üzerine kurulu değildir. Bu renklilik acının, isyanın, dramın ve çilenin olduğu bir karanlığı da içinde barındırır. Arabesk; bir yandan siyahın, en koyu tonunu içinde barındıranların; diğer yandan ise rengarenk bir ışıltıdan yansıyanların toplandığı bir ‘tavırdır’. Çünkü doğu, aslında bir karmaşanın coğrafyasıdır.
Karmaşa ve coşkunun. Arabeskte, bu karmaşanın ve coşkunun iç içe geçtiği bir coğrafyadan sarkanların buluştuğu bir tavırdır. Arabesk, her ne kadar anlatı olarak çok ‘karamsar’ sözleri içinde barındırsa da, toplumdaki ve dinleyici kitlesinde karşılığı ve tavrı bir o kadar coşkulu ve renklidir. Bunu anlamak lazım. Anlatı, özü itibariyle karamsar ve acı dolu yakarışları içinde gizlese de; bu anlatıyı sunan sanatçıların ve bu sunumları içselleştiren dinleyicilerin kendi hayatları ya da seçtikleri elbiseler, eşyalar, otomobiller, takılar vs. bu karamsarlığa inat oldukça ‘renkli’ ve ‘coşkuludur’. Üstelik bu coşku sadece sahneye çıkan sanatçının tercih ettiği bir coşku değildir. Aksine, o sanatçının açtığı güzergâhtan ilerleyen dinleyicilerinde kendi hayatlarına uyguladıkları bir coşkudur. Söz gelimi Batıda klise müziğinin merkezinde yer alan enstrümanların, arabesk üreticilerin elinde bambaşka bir ‘enstrümana’ dönüşmesi de bu ‘doğulu tavrın’ tezahürüdür. Arabesk, içine aldığı her şeyi, kendi bütününde eritmesiyle bir anlamda kendini / sanatçısını / dinleyicisini / biçimini var eden bir tavırdır. Bu yanıyla, dokunduğu her şeyi kendine benzetmesiyle, kendi ‘özgünlüğünü’ yaratan arabesk; bunu yapıyorken etkileşim içine girdiği kültürlerden ‘devşirdiklerini’ de yeniden yaratır. Yani toparlamak gerekirse; arabesk bir yanıyla geleneğin, bir yanıyla modernin tavrıdır. Müzikten, şiirselliğine; takısından otomobil plakasına kadar bu ‘tavır’ bir yanıyla kendi iç dinamiğiyle, diğer yanıyla etkileşim içinde olduğu coğrafyaların / kültürlerin kodlarıyla ayrı ayrı okunabilmeli.
Peki, Oğuz Yılmaz bu tavrın neresinde konumlanıyor? Amatör bir kayıtla açalım bu paragrafı. Oğuz Yılmaz’ın 1989 tarihinde (2) yorumladığı Bir Kadın Tanıdım (3) şarkısının canlı / amatör kaydı bize ‘tavır / biçim’ olarak epey ipucu veren bir kayıttır. Öncelikle kaydın tam olarak nerede yapıldığını tespit etmek oldukça güç. Alkolünde kendine yer bulduğu kıraathane veya cezaevi gibi bir ‘mekanda’ söylenen / kaydedilen bu şarkının arka planında; kayıtta yer alan dinleyiciler ve Oğuz Yılmaz aslında tam bir arabesk ‘biçimin’ yansımalarıdır. Yılmaz’ın altın zincir ve bağrı açık beyaz gömlek kombinasyonu; tabiri caizse arabesk müzikte en dipten en zirvesine kadar sahne alan bütün sanatçıların ortak imzasıdır. Keza dinleyicilerinde benzeri şekilde giyinmeleri ve tamamen ‘erkeklerden’ oluşan bir ortamın içinde ilerleyen video; aslında arabesk ‘imajın’ en yalın haliyle görülebildiği kayıttır. Bu imaj, çoğu zaman aydınlar tarafından ‘kıroluk’ şeklinde aşağılanmış olsa da; aslında arka planında yatan şey tam olarak öyle değildir. Örtülü bir alt estetik barındırır bu ‘imaj / biçim / tavır’. Söz gelimi Punk, Jazz veya Rap müzik yapan sanatçıların kendi içlerinde takındıkları tavır, abartı, olağanın ve kabul görenin epeyce dışındadır. Bu üç müzik türünü icra eden sanatçılarında, bu türü dinleyen kitlelerinde kendi içlerinde ve kültürlerinde, toplum tarafından kabul görülen ‘tavrın’ dışında oldukları / giyindikleri aşikardır.
Miles Davis’in herhangi bir konser kaydı veya Tupac’ın rastgele birkaç fotoğrafına bakıldığında / izlendiğinde görülen şey, tamamen alışagelmişin dışında takındıkları ‘tavırdır’. Öte yandan sahne kültürü bu tarz konseptlerin kendi dinamiklerini yarattığı bir kültürdür. Her türün ve ülkenin kendi sanatçıları aslında birçok farklı tarzın yansıtıcılarıdır. Buradaki problem şudur; Miles Davis’in o renkli denilebilecek konser kayıtları veya albümleri, bu tarz ‘kıroluk’ eleştirileri almazken; Oğuz Yılmaz ve birçok farklı arabesk sanatçısı kendi yarattıkları tarzdan/ tavırdan / imajdan ötürü çok sert eleştirilere maruz kalırlar. Keza bu durum dinleyici kitleleri içinde geçerlidir. Söz gelimi Jazz dinleyen kitle, giyiminden tavrına kadar , ‘kitch’ olsa bile (böyle olduğunu iddia etmiyorum fakat her türün kendi içinde ‘kitch’ kaldığı yerler olduğunu eklemeli) bu durum ön plana çıkmaz ve ‘elitiz’ bakışla tabiri caizse ‘aklanmaya’ çalışılır. Fakat aynı aklanma arabesk için hiçbir zaman gündeme gelmez.
Burada bir aydın kaypaklığı olduğunu söylemek çok iddialı olmasa gerek. Bu kaypaklığın en belirgin sebebi, anlamaya çalışmamaktır. Konu Jazz veya Punk olduğunda anlamaya çalışan, üzerine gidip araştıran ve farklı örneklerle bunu ‘üst sınıfa’ sunan ‘aydın’ , söz konusu arabesk olunca, anlamaya çalışmadan aksine, yüzeysel veya tamamen suçlayıcı bir tavırla ‘kıroluk’ diyerek yerin dibine sokar. Hâlbuki bu ‘arabesk tavır’ Doğu kültürlerinin her birinde farklı karşılıklarla kendini var ederek bugünlere kadar gelmiştir. Padişahlardan, Sultanlara ya da asırlar öncesinde yaşayan Doğu toplumlarının alışkanlıklarından süzülerek buraya gelen ‘arabesk tavrın’ kökeninde ise bu coğrafyanın yazgısı okunur. Murat Belge’nin ‘biçim’ dediği şey tam olarak burada eksik kalır. Çünkü bu ‘biçim’ denilen şey daha önce var olmayan bir şey değildi; sürekliliği olan ve son dönemde arabesk ile tekrar ön plana çıkan bir tavırdı. (4) Adeta ‘yazgısal’ olanın engellenemez sonucuydu arabesk. Öte yandan bu ‘aydın tavrının’ arka planında aslında geleneği reddetmek vardır. Burada geleneğe karşı bir eleştiri sunulsa bu eleştiri kabul edilebilirdir fakat reddetmek / yok saymak aynı zamanda anlamamayı ve körü körüne düşman olmayı doğurur. Keza bu düşmanlık ise kendine karşı yabancılaşmanın merkezine oturur. İste böyle bir yabancılaşmanın ortasında Oğuz Yılmaz istenmeyen ve hiçbir zaman kabul görmeyen / görmezden gelinen bir ‘tavrın’ en dip sanatçılarındandır. Çünkü onun nefes aldığı ortam, müziğini ve kendini var ettiği yer; aslında birçok cephe alanın hayatı boyunca hiç temas kurmadığı ve dışladığı noktadır.
Oğuz Yılmaz (ve onun gibi birçok arabesk sanatçısı) daha başlarken, bu dışlanmanın kurbanı seçilen kişilerdir. Hiçbir zaman duyulmamış olması, yok sayılması ve dinleyicilerine söz hakkı dahi tanınmaması aynı körlüğün sonucudur. Çünkü Oğuz Yılmaz ve dinleyici kitlesi bu türün en dibinde yer alan, en ötekileştirilmiş kitledir. Konuya öncelikle bir ‘tavır’ olarak bakılması gerektiğini ve bu ‘ötekileştirilmenin’ ortadan kalkmasının şart olduğunu söyleyelim. Belki de asıl öteki, ötekileştirenin bizatihi kendisidir. Bu bahsi çok fazla uzatmadan; acısıyla neşesiyle, hüznüyle sevinciyle, giyimiyle rengiyle, tavrıyla biçimiyle, geleneğiyle kültürüyle bu yazgının / tavrın; derinlemesine sorgulanması gerektiğini ekleyelim.
Böyle bir geniş çerçeve çizdikten sonra Oğuz Yılmaz’ın kişisel kariyeri ve üretimi üzerinden devam etmek gerekirse. Oğuz Yılmaz’ın ailesi aslen Sivaslıdır. Ülkedeki birçok insanın farklı gerekçelerle yüzleşmek zorunda kaldığı göç gerçeğini yaşayan bir ailenin içinde doğar. 1968 yılında Ankara’da dünyaya gelir. Neredeyse birçok farklı arabesk sanatçısında olduğu gibi eğitim hayatı başlamadan bitmiştir ve hayatın gerçekliği ile küçük yaşlarda yüzleşmek zorunda kalmıştır. Yılmaz, müziğe kendi merakı ile başlayıp akademik bir eğitim almadan, alaylı şekilde kendini yetiştirmiştir. Müziğin taşradaki birçok farklı ‘mekânında’ sahne almış ve üretimini / dinleyici kitlesini ilk olarak buralarda oluşturmuştur. 80’li yıllardan başlayarak hiçbir ‘statükoya’ sırtını vermeden kendi emeği ile bugünlere kadar gelmiştir. Müzik kariyeri boyunca 30’dan fazla albüm çıkaran Oğuz Yılmaz’ın ürettiği / yorumladığı eserler her daim belirli bir kitlenin / sınıfın sahiplendiği çalışmalardır. Bu kitle sonuna değin ona sadık kalmış, oldukça geniş bir kitledir.
Bu noktada Oğuz Yılmaz’ın hem kendi müzik yolculuğu hem de onun dinleyici kitlesi ve kendinden sonra oluşan etkiyi ayrı ayrı değerlendirmeli. Öncelikle, Oğuz Yılmaz’ın müzik ‘piyasasına’ ilk çıktığı 80’lerin sonundan başlamak gerekirse. O dönem , müzikal olarak taşrada bazı şeylerin değiştiği yıllardır. Şöyle ki, teknolojinin gelişmesi ve müzikal kayıtların / konserlerin artık alternatif olarak daha ‘kolay’ bir şekilde yapılmaya başlanması , bir anlamda az maliyetle , çok üretim yapılan bir dönemi başlatmıştır. Şöyle ki, 80’lerden önce bir albüm / şarkı üretimi için hem stüdyo olarak hem de saz heyeti olarak yüksek maliyetlere kayıt edilen albümler ve sahne çalışmaları, 80’lerden sonra daha başka bir yörüngeye evrilmiştir.
Yani, taverna müzik aracılığıyla kendini iyice açığa çıkaran Org kullanımı dönemin en düşük maliyetli kayıtlarının arka planında bu enstrümanın olmasının önünü açmıştır. Keza aynı yıllarda Elektro Bağlamanın aktif bir şekilde kullanılmaya başlanması ve toplum tarafından kabul görülüp yaygınlaşması da birçok sanatçının özerk denilebilecek kayıtlar almaya başlamasına öncü olmuştur. Yani, bu dönemden sonra bazı sanatçılar müzikal çalışmaları için müziğin bürokrasisi denilebilecek o katı üretim sürecine girmek zorunda kalmamışlardır. Yani geniş saz heyetleri ve bu heyetlerin bir araya gelmesi, beste süreci, söz yazımı , yorum , prova kayıtları gibi aşamalar 80’lerden sonra daha kalburüstü denilebilecek sanatçılar için katlanılan bir süreç olmuştur. Bunun haricinde sokaklarda, taşrada ve butik mekanlarda sahne alan isimler ilk üretimlerini daha lokal denilebilecek süreçlerde yapmışlardır. Oğuz Yılmaz başta olmak üzere, 80’lerden başlayarak birçok sanatçı; merkezine Elektro Bağlama ve Darbukayı alarak kendi özerk dilini yaratmışlardır. Söz gelimi Süleyman Oruç, Rahmi Aydın, Ramazan Şanlı gibi isimler her ne kadar bugün pek hatırlanmıyor olsalar bile, o dönem arabeskin en özerk örneklerini, merkezine elektro bağlamayı alarak sunmuşlardır.
Oğuz Yılmaz’ın müzikal başlangıcı da aynı döneme tekabül eder. Yani bir anlamda arabesk bu noktada, her sanatçıda kendi bağımsızlığını yaratmıştır denilebilir. Metnin girişinde değindiğim 1989 tarihli canlı kayıt bu müzikal sunum ile ilgili bize epey ipucu verir. Bu kayıtta kullanılan (Oğuz Yılmaz’ın çaldığı) elektro bağlamaya, sadece darbuka ile eşlik edilip ortaya bir repertuvar / şarkı çıkması müzikal olarak bazı şeylerin, taşrada / yerelde nasıl ilerlediği bize anlatır. Yani 80’ler taşrada eğlence / müzik anlayışının değişmeye başladığı yıllardır. Daha önce köy evlerinde / odalarında, düğünlerde, kıraathanelerde Türk Halk Müziği ve saz eşliğinde ilerleyen ‘eğlence’ bu dönemden sonra çehresini başka yönlere çevirir. Bunun başlangıcında yer alan isimlerden, belki de en çok tanınanlarından biri Oğuz Yılmaz’dır. Bu dönemden sonra taşrada eğlence kendi özerk dilini inşa etmiştir. Daha önce gazino ve tavernalarda, biraz da kentli bir kitleye hitap eden (fakat bu kentli kitlenin bir kısmı yine taşradan kente göç etmiş kitledir) mekanlar / sahneler hükmünü kaybetmiş ve yeni bir anlayış / eğlenme biçimi doğmuştur. Bu doğuşun bir kısmı taşradan kente bir kısmı da kentten taşraya doğru ilerleyerek, her ikisinin de birbiri içinde sentezlendiği söylenebilir. Oğuz Yılmaz bu değişimin taşra tarafında kendini var edip, sonradan kısmen de olsa kente / ülkeye yayılmıştır.
Buradan yol almaya devam ederek; Oğuz Yılmaz’ın ilk dönem kayıtlarının bir kısmı arabesk üzerinden ilerlerken diğer kısmı oyun havası / eğlence üzerinden ilerler. İlk dönem arabesk şarkıları olarak nitelendirilebilecek çalışmalara birkaç örnek vermek gerekirse; 1989 tarihli Yılmaz’ın ilk albümü olan ‘’Duydun mu / Bidenem’’ toplamında yer alan ‘Yalnızım Dostlarım’ ve ‘Çıkmam Artık Meyhaneden’ ; 1990 tarihli ‘’Sen Uyurken Gideceğim’’ albümüne adını veren şarkı ve ‘Peri Kızı’ ; yine aynı yıl çıkardığı ‘’Zilli Dilek’’ albümünde yer alan ‘Bir Dilim Beyaz Peynir’ ve ‘Güldür Yüzümü’ ; 1991 tarihli ‘’Bence Hatice’’ albümündeki ‘Mest Oldum’ ve ‘İsyanlardayım’ şarkıları ile başlayan bu arabesk süreç, Yılmaz’ın sonraki yıllarında da devam eder. Söz gelimi 1996 tarihli ‘’Alemci’’ albümünde yer alan ‘Akşamcı’ ve 1999 çıkışlı ‘’Nazlımı Beklerim’’ albümündeki ‘Ben Tövbemi Geri Aldım’ gibi şarkılar; Yılmaz’ın arabesk söylem ile kurduğu temasın en derin yansımaları olarak gösterilebilir. Keza burada tercih edilen şarkılara bakıldığında; daha önce Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Hakkı Bulut, Kibariye gibi arabeskin en önde gelen sanatçılar tarafından yorumlanan çalışmaları; Oğuz Yılmaz’ın kendi repertuvarına alması, arabeski içselleştirmiş birinin devamlılığını anlamak açısından mühimdir. Yani Yılmaz’ın, sanat olarak kendini arabeskin içinde var etmeden önce, bu türün dinleyicisi olduğunu açık bir şekilde söylemeli. Önce arabesk ile içsel bir temas kuran Yılmaz, sonra bu türün dinamiklerini üreterek / yorumlayarak kendi müzikal yolunu inşa eder. Bu şarkılar dışında Yılmaz’ın sadece kendi yorumuyla bilinen birçok arabesk şarkıda olduğunu ekleyelim. Yani Yılmaz, sadece kendinden önce birçok sanatçı tarafından yorumlanan eserleri tekrar seslendirerek müzikal kariyerini inşa etmez. Özellikle 90’ların sonundan itibaren kendi kitlesi tarafından epeyce dinlenen birçok şarkıya imza atmıştır. Bir örnek vermek gerekirse; söz konusu şarkılar arasında en çok bilineni ‘Keriman’ (Söz – Müzik; Adnan Aslan) isimli çalışmadır. Keriman olarak isme bürünen anlatı arka planına bir aşkın sonsuz yinelemesini alır. Yine elektro bağlamanın baskın bir şekilde kullanıldığı çalışma; ‘’Şarkılar eskirde sözler eskirde / Ne aşk ne sevdalar kaldı geride / Aylar yıllar geçer takvimler eskir / Evler yollar şehir eskirde / Değişmiş gördüğün bütün insanlar / Geçse de aradan seneler yıllar / Bir sen değişmedin (eskimedin) bir sen keriman’’ dizeleriyle Oğuz Yılmaz , kendi kitlesinin en ‘hit’ şarkısını yaratır.
Oğuz Yılmaz’ın bu arabesk yönünün dışında, daha çok ‘oyun havaları’ ile tanındığı malum. Kendisine şöhreti getiren çalışmalarında bu ‘oyun havaları’ olduğu aşikar. Burada bir dipnot düşmeli , Oğuz Yılmaz her ne kadar ‘oyun havaları’ ile popüler olsa da ; kendisini arabesk söylemden ve arabesk kitlesinden ayrı düşünmek imkansızdır. Yani Yılmaz’ın ‘oyun havaları’ ile arabesk şarkıları birbirini ve kitlesini tamamlar. Keza hem Yılmaz’ın kendisi hem de dinleyici kitlesi belirli bir sınıfın içinde gelen insanlardır. Burada, hitap ettiği sınıf aynı zamanda kendi doğduğu ve yeşerdiği yerdir. Arabesk kitlesi tabiri caizse Oğuz Yılmaz’a kadar ‘eğlenceyi’ alternatif yerlerde aramışlardır. Bunların başında hiç şüphesiz Tavernalar vardır. Arabesk kitle, yer yer bu tavernaların sunduğu sanatçılar ve ekonomik ulaşılabilirlik ile kendi eğlence anlayışını belirli bir noktaya kadar tatmin etmiştir. Fakat tam tatmin ve doygunluk Oğuz Yılmaz ile başlamıştır. Oğuz Yılmaz burada bir anlamıyla arabesk kitlesini eğlendirmeye başlayan isimdir. Tabi bu Yılmaz’dan önce arabesk dinleyici kitlesinin eğlenmediği anlamına gelmez. Aksine eğlence her türde / kitlede kendi dilini yaratır. Fakat Yılmaz bu dili belirgin hale getiren isimlerin başındadır.
Fakat Yılmaz’ın başlattığı –daha doğrusu yaygınlaştırdığı- kendi eğlence ‘kültü’ –aynı zamanda kültürü- , arabesk dinleyicinin de bölünmesine sebep olmuştur. Yani her arabesk dinleyenin Yılmaz şarkıları ile eğlendiğini söylemek abartılı olur. Fakat ciddi bir arabesk kitlesinin Yılmaz şarkılarıyla eğlendiği gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Burada arabesk dinleyicisinin hiç eğlenmediği yanılgısına düşmemek gerekir. Eğlenir ama nasıl? Bir yandan koyu arabesk dinleyen, evinden, otomobilinden, iş yerinden arabeski eksik etmeyen insanlar; diğer yandan ellerde kaşıklar, ziller ile göbek atmaya başlaması bir anlamda kendi hayatlarının dengesi / anlamı ve aynı zamanda çıkmazıdır. Bu çıkmaz bir sonraki gün yeniden başlamaktır her şeye. Kendini başa almaktır.
Anlam ise bir önceki eğlencede / oyunda bırakılan şeye tekrar kavuşmak için kurulan hayaldir. Yani alt kültür kendi dilini söz gelimi pavyonlarda ya da ucuz eğlence yerlerinde yaratırken; bir yanıyla hayatlarını arabeske, arabeski hayatlarına tanık tutarken; öte yandan kendi çıkmazlarında tıkandıklarında eğlenmeyi / oynamayı bir tercihe dönüştürerek aslında ‘yaşamın’ devamlılığını sağlarlar. Yılmaz, bu devamlılığın ilk ikonlarındandır. Bu anlamda Oğuz Yılmaz için taşra ikonu demek çok yanlış olmasa gerek. Yılmaz, arabesk dinleyicisi için en çokta bu eğlence hayatının büyük –taşra- ikonudur. Sonraki yıllarda başlayacak olan ve neredeyse bir furyaya dönüşen ‘Ank(g)aralı sanatçılar’ patlamasının başlangıcı ya da dönüm noktası Oğuz Yılmaz sayılabilir. Söz gelimi Ankaralı Turgut, Ankaralı Namık ve Hüseyin Kâğıt gibi birçok sanatçı ile halen daha kendi sürekliliğini sağlayan bu ‘patlama’ Oğuz Yılmaz’ın yarattığı ‘ikonik’ etkiden doğmuştur. Yani Oğuz Yılmaz nezdinde arabesk dinleyicisi / kitlesi, eğlenmenin sınıfsal farkını ortadan kaldırmış, her sınıftan insanın eğlenme hakkının olduğunu ispatlamış , daha da önemlisi bu hakkı kendi yarattıkları ‘kültür’ ile var edebildiklerini , bir dayatma / baskı ile kendi dışlarında yaratılan / devşirilen bir kültür / anlayışın önlerine sunduğu araç ile eğlenmeye (ya da her türlü müziğe) karşı çıkarak ve kendi zevklerine göre bir kültür / ikon yaratıp , bunu da sonuna kadar yaşayarak , sahiplenmişlerdir.
Bu eğlence kültürünün içinde klasik haline gelmiş bazı Oğuz Yılmaz şarkılarına da kısaca değinmek gerekirse. Bunların başında Gördün mü? , Bas Bas Paraları Leylaya, Çekirge gibi şarkılar gelir. Oğuz Yılmaz’ın çokça popüler olan bu şarkıları, söz dizilimi ya da anlatısından ziyade müziğindeki ritmik unsurlar ile öne çıkar. Sözlerde herhangi bir anlam arayışından ziyade, anlatı olarak arka planda kalıp ; müziğin ‘oynak’ nüanslarıyla , arabesk kitlesinin eğlendiği şarkılardır.
Tabii bunu belirtirken sözlerinin tamamen anlamsız ya da kopuk olduğunu söylemek zor. Kendi içinde belirli bir anlayışa ve ölçüye göre yazılan bu şarkılar , yalın bir anlatı üzerine kurulup , daha çok düzensiz ya da basit kafiyelerden oluşur. Sadece anlatı olarak müziğe göre arka planda kalır ve bu şarkıların dinleyicileri sözlerden ziyade müziğin gölgesine sığınır. Bu şarkıların arka planında, dinleyici için önemli olan sözlerin derinliğinden ziyade, müziğin ritmidir. Keza o ritimde Yılmaz’ın bu güzergâhta söylediği her şarkıda kendini hatırlatır. Öte yandan Oğuz Yılmaz’ın bazı şarkılar / oyun havaları özelinde Undergraund bir söylemin içinde olduğunu ekleyelim. Fakat bu edebi veya ‘Beatnik’ bir Undergraund olmaktan ötede, daha çok taşra Undergrandı denilebilecek bir söylemdir. Söz gelimi Yılmaz’ın; Yosma, Baldız, Gülcan isimli şarkıları bu söyleme örnek olarak gösterilebilir.
19 Mayıs 2021 tarihinde vefat eden Oğuz Yılmaz, şatafattan uzak bir hayat sürmüştür. Bazı şarkıları / albümleri dönem dönem çok yüksek satış tirajlarına ulaşmış olsa bile, çoğu zaman kendine sadık kitlesi ile yol almış ve hayatını / eserlerini / yorumlarını o kitlenin beğenisine armağan etmiştir. Arabesk müptelaları ise onu ve şarkılarını her daim yaşatıp, en derinden hissetmiştir. Belki de asıl önemlisi toplumun en umutsuz olduğu zamanlarda onun şarkıları ile çokça insan eğlenmeyi hatta yeniden gülmeyi tekrar öğrenmiştir. Hüznü ve neşeyi aynı anda hissettiren / yaşattıran, özel isimlerden biriydi. Son olarak hak ettiği değeri hiçbir zaman tamı tamına görememiş olsa da, onu dinleyen onun şarkılarında kendi hayatlarının bir dönemini yaşayan binlerce insan; Yılmaz’ı sessizce ve kendi içlerinde uğurlamışlardır diyerek Yılmaz üzerinden arabeske ve eğlence kültürüne dair dikkat çekmeye çalışılan yerlerin tekrar tekrar başka isimler üzerinden düşünülmesi, tartışılması gerektiğini de ekleyelim.
1-Murat Belge , Tarihten Güncelliğe , ‘’Arabesk’in Öyküsü’’ , İletişim Yay. 5.Baskı , 2017 , Sayfa ; 342
2-Youtube , ‘nafiz altındaş’ sayfası , Erişim ; 2021
3-Bir Kadın Tanıdım şarkısı ; Müslüm Gürses’in 1987 tarihli Gitme albümünde yayınlanmıştır.
Söz ; Halit Çelikoğlu , Müzik ; Atilla Alpsakarya , Albüm Yönetmeni ; Yavuz Taner , Elenor Plak , 1130
4- Bu ‘aydın kaypaklığı’ daha çok ideolojik körlüklerinde boğulan aydınlar için kullanılmıştır. Burada Murat Belge’nin sağduyulu bir şekilde ‘arabesk konusunu’ incelemeye çalıştığını ekleyelim. Söz konusu yazının son paragrafını buraya ekleyerek, Belge’nin konuya bakışını önemsediğimi de ekleyeyim;
‘’…Arabesk bir ‘son söz’ değildir. Ne genel olarak Türkiye’de ne de kendi içinde. Kentlileşme başlangıcının ürünü olduğu için , kentlileşmenin daha ileri aşamalarında bu yapısıyla devam edemez. Bildiğimiz bu koşullardan gelişecek olan Modern Türkiye’de, arabeskin varlığını da hesaba katıp sağlıklı bir biçimde değerlendiren yeni müzik anlayışlarının ve akımlarının , daha özlü bir hayat yaşamak isteyenlere özlü bir cevap vereceğini umuyorum.’’ (Sayfa ; 359)
Serdar Aydın
İZDİHAM