15 Ocak 2025

Serdar Aydın İle Trajedinin Zarafeti Adlı Kitabı Üzerine Bir Söyleşi

ile izdiham

Merhabalar Serdar Bey. Öncelikle Fabrik Kitap etiketiyle çıkmış olan Trajedinin Zarafeti adlı yeni kitabınız hayırlı olsun. Trajedinin Zarafeti, ülkemizin yakın-orta geçmişinde popüler olan Arabesk müzik türüne ışık tutmakta, bu meseleye derinlikli bir bakış atmaktadır. Yeni kitabınızın, muhatabın huzurunda önemli bir noktada olacağına dair hiç şüphem yok. Tekrardan hayırlı olsun. Müsaadenizle ilk sorumu sorarak söyleşiye başlamak istiyorum.

Az evvel de söylediğim üzere kitabınız, ülkemizin yakın-orta geçmişinde çok dinlenen ve insanlar üzerinde önemli izler bırakan müzik türlerinden Arabesk üzerine derinlikli bir bakış atmış olduğunuzu; hususi olarak Arabesk müzik hakkında, umumi olarak ise bu müzik türünden yola çıkarak toplum üzerinde sosyolojik ve psikolojik tespitlerde bulunarak daha önce eşine az rastlanır bir yönteme başvurduğunuzu gözlemliyorum. Bu ifadelerimden hareketle size yöneltmek istediğim soru şudur: Arabesk müzik olmasa da Türkiye’de ve Dünya’da yerel yahut evrensel müzik türleri üzerine bu denli bakış atmış yazarlar ve bu konu hakkında yazılmış müstakil bir eser ya da eserler var mıdır?

Öncelikle çok teşekkür ederim. Müzik genel olarak üzerine çok yazılan bir alan değil. Daha spesifik eserler olarak tarihte yer edinmiş ve makus talihini halen daha kıramamıştır. Tabii türler olarak da birçok alternatif müzik türü bundan nasibini almıştır. Dünya’da müzik yazımı bir nebze daha kültürel etkinliklerle birlikte geniş bir alana yayılmıştır denilebilir. Söz gelimi Bob Dylon, Edith Piaf, Kurt Cobain gibi birçok isim üzerine çokça metin üretilmiştir. Fakat Türkiye’de bu durum maalesef çok kısırdır. Sadece arabesk özelinde değil aksine birçok farklı tür için de benzeri durum söz konusudur. Hâl böyle olunca ortaya çıkan eserler daha çok “tezli” şekilde yani bir ön koşulla üretilmiş olup az riskli çalışmalardır denilebilir. Serbest metinler maalesef yetersizdir. Arabesk müzik de bundan nasibini almıştır. Ülkeyi bu denli etkileyip de üzerine bu kadar az söz söylenmiş bir başka tür yoktur denilebilir. Sanki vebalı bir müzik türüymüşçesine arabesk literatürü oldukça dardır. Keza diğer türlerde arabesk kadar olmasa da bu durum benzerdir. Söz gelimi caz, rock ve pop literatürü de bunca etkisine rağmen belirli isimlerin yazdığı çalışmalar dışında epeyce kısırdır. 

Peki size böyle bir eser yazma fikri nereden geldi?

Az önce değindiğim gibi arabesk aslında “sadece arabesk değildir”; aksine kültürel kodlarından müzikal yansımalarına kadar bir bütündür. Öte yandan ise sadece sahne önünde var olmamıştır. Bu kitabın ortaya çıkışının bir amacı bu sahne arkasındaki isimlerle birlikte daha bütüncül bir eser yazma düşüncesiydi. Bu durum farklı isimler ve şarkılar üzerinden ilerlerken aslında bu türün “arabesk” denilerek bir kalıba oturduğunu söylemeli. Şahsen bu kalıbı kabul eden biri değilim ve Trajedinin Zarafeti ile aslında arabesk müziğin öteki sesini, ara sokaklarını, mutfağını, halüsinasyonunu yazmayı denedim.

Bize biraz Arabesk müzik türünün tarihinden ve ülkemize geliş sürecinin ardındanyaptığı etkiden bahsedebilir misiniz?

Bu konu oldukça kapsamlıdır ve hâlen daha bu alana dair hiçbir çalışma yapılmamıştır. Ben burada birkaç isimden bahsetmek isterim. Ki bu isimler ve dönemine dair de çalışmalarım sürmektedir. Tabii birincil kaynaklar hep 1930’lardaki müzik yasağının arabeskin öncülü olduğu konusunda hem fikirdir. Hemen sonrasında Arap filmlerinin Türkiye’de gösterilmesi ile arabeskin ülkeye girdiği fikri hakimdir. Bu düşünceye yanlış demek imkansızdır ama eksiktir. Söz gelimi öncü arabesk dönem denilebilecek ilk yıllarda Fahri Kayahan, Haydar Tatlıyay, Sadettin Kaynak, Suat Sayın gibi isimlerin çalışmaları aslında türün imzasız ilk örnekleridir. Bu doğrudan örneklemelerden ziyade dolaylı olarak bu isimlerin çalışmaları arabeskin henüz yazılmamış ilk dönemine dair uzun bir ön sözün ilk ezgileridir denilebilir. Etkileşim ise tabii bu ilk dönemin ardından arabesk kendi “krallarını” yaratarak “tam bağımsız” bir hâl almasıyla başlamıştır. Her ne kadar kendisi arabesk söylemini kabul etmese de türün ilk büyük “starı” Orhan Gencebay’dır. Sonrasında ise Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ile arabesk dönemi zirvesine ulaşmıştır. Tabii bu isimlerin dışında Kamuran Akkor, Bergen, Esengül, Mine Koşan gibi yine henüz yazılmamış olan bir başka arabesk literatürünün kadın solistleri de türü beslemiştir. Bu isimlerin etrafında ise özellikle 80’lerde neredeyse her cadde başında arabesk imgeleri ülkeyi esir almıştır. Kamyon yazılarından, şarkılara, mobilya takımlarından, giyim kuşama kadar oldukça geniş bir etkiden bahsedilebilir burada. Nitekim alternatif şekliyle bu etki halen daha ülkede kendisini sürdürmektedir. Sadece kısık sesle biraz, biraz da gölgelerde serinleyerek. 

Size göre Arabesk müzik nedir? Arabesk müziği yalnızca melankolik insanlar mı dinler?

Arabesk müzik her şeyden önce bir ifade aracıdır. Türe salt müzik ya da salt sözler üzerinden bakmak pek doğru olmasa da türün dinleyicileri daha çok arabeske sözlerle ilk teması kurmuştur. Yakınlıkları ise bu sözlerle başlamıştır denilebilir. Tabii bu noktada müzikal taraf tamamıyla işlevsiz değildir. Fakat hüküm sözlerdedir; bir adım daha öndedir. Hâl böyle olunca sözler, arabeskin merkezini inşa eder. Yani duyguların birçok farklı şekilde dile getirilmesi arabeski öne çıkarır. Bunu da çok “imgesel” formlarla değil en yalın hâliyle yapması arabesk müziğin alametifarikalarındandır. Bu sözlerin toplamı “arabesk müzik nedir” sözlerinin cevabını kendiliğinden ortaya çıkarır. Tabii diğer soru arabesk müziği sadece melankolik insanlar dinlemiyor. Ağırlıklı olarak hüzün ve melankoli türün ana kolonu olsa da neşe, sevinç ve hayatın mutlu anları da arabeskin içinde kendisine yer bulmuştur. Söz gelimi, Orhan Gencebay’ın Sevmek Ne Güzel, Yarabbim; Ferdi Tayfur’un Çiçekler Açsın, Çiçekli Fistan; Müslüm Gürses’in Öpmek İstedim, Sabrıma Borçluyum; Güllü’nün Gülüm Yar, Mest Oldum gibi şarkıları arabeskin ritmik tarafını duymak isteyenlere ilk akla gelen örneklerdir. Hem söylem hem müzikal olarak arabeskin salt melankoliyle büyüdüğünü ve dinleyici kitlesinin böyle insanlar olduğunu söylemek pek makul değil. Hayat gibi bir yanıyla arabesk de hüzünden neşeye, ölümden yaşama, cenazeden düğüne her bir an arabeskte dolu dolu kendine yer bulur. 

Kitabınızda Arabesk dinleyen kitleye “müptela” ifadesini kullanıyorsunuz. Niçin onlara bu ifadeyi uygun görüyorsunuz? Bu “müptelalık” Arabesk’e has bir durum mudur?

Bu ifade arabesk dinleyicilerinin diğer müzik türlerinin dinleyicileri ile bir tutmamak için kullanılmıştır. Simon Kuper’in o meşhur sözünden el alarak yeniden söylemek gerekirse:“arabesk asla sadece arabesk değildir.” Yani türün dinleyicileri ile “babaları” arasında müzikal bir hayranlığın ötesinde daha derin bir bağ vardır. Bu bazen kendi babasının eksikliğini o sanatçılarda giderme özlemi bazen yeryüzünde yalnız olmadığını o “baba”aracılığıyla en derinden hissetmesi müptelalığın bazı sebeplerindendir. Öte yandan türün dinleyicileri arabeske ileri düzeyde bağlılardır da. Yani arabesk müzik dinlemek sadece “dinlemek” eylemi üzerinden ifade edilebilecek bir şey değildir. Arabesk ile yol almaktır bu aynı zamanda; birlikte yürümektir. Eşlikçidir de arabesk bu yanıyla, “müptelalara”… Tabii diğer müzik türlerinde bunu görmek pek mümkün değildir. Şarkı bittiğinde kapanan bir konusu yoktur arabesk eserlerin. Aksine şarkı bittiğinde de yeniden başlar çoğun. Müptelalığın virgüllerinden biri de budur. Her şarkıda yeni baştan dinleme isteği, her şarkı bitiminde o eserin etkisini derinden hissetme biçimi… Bunlar “müptelalık” dediğim şeyin birkaç formudur.

Bazı Arabesk parçalarının ve şarkıcılarının klasikler mertebesinde yer aldığı konusunda bir fikriniz mevcut ve dahi burada siz klasikleşen parçaların ve onları icra eden şarkıcıların yanında bu parçaların üretim sürecine doğrudan katkısı bulunan söz yazarı ve bestecisini de katıyorsunuz. Bu birlikteliği oluşturan şeyi sormak istiyorum size. Yani bu birlikteliği oluşturan şey size göre her birinin kendi alanında tabiri caizse birer usta olması mıdır yoksa bir yolu yürüyen üç yoldaş misali parça özelinde bu kişilerin aynı ülküyü paylaşıyor olması mıdır?

Bunun farklı cevapları var. Arabeskin üretim alanındaki isimlerin her birinin metodu farklı. Orhan Gencebay, mesela, hem söz yazarı hem bestekar hem virtüöz hem de yönetmen iken, Müslüm Gürses salt yorumcudur. İbrahim Tatlıses de aynı şekilde. Yani isimden isime, sanatçıdan sanatçıya değişen bir durum söz konusudur. Örneğin o denemelerin birinde Yavuz Taner ismiyle Ali Tekintüre ve Müslüm Gürses’i merkeze almıştım. Bu üç ismin üretimi aslında bir uyumun, yoldaşlığın sonucudur. Öte yandan Yavuz Taner, birçok defa İbrahim Tatlıses ile birlikte de çalıştılar fakat ortaya çıkan eserler “klasik” mertebesinde değildir. Üretim başka, klasik başka, uyum başka şeyler. Arabesk özelinde söylemek gerekirse bir eserin “klasik” mertebesinde anılması için sözünden bestesine, vokalinden orkestrasına kadar kendi içinde kusursuza yakın olması şarttır. Trajedinin Zarafeti’nde bahsi geçen birçok şarkı bu anlamda klasiktir. Öte yandan bazı şarkılarda da şu durum vardır; sözler çok üst düzeydir ama bazen o sözlere müzikal alt yapı uymaz. Bazen de vokal eksik gelir. Eee böyle olunca ortaya çıkan şarkı da salt şarkı oluyor. Klasik demek güç. 

“Acının Senfonisi: Kahır Mektubu” adlı denemenizin bir bölümünde “keşke entelektüeller de sanatçılar kadar cüretli olabilselerdi; bu ülkede… diyorsunuz. Bunun olmamasının sebebi nedir?

Bu uzun ve üzerine detaylı yazılması gereken bir konu. Kısaca şunu söylemeli sadece:Türkiye’de entelektüel kesim ile arabeskin içindeki sanatçıların büyüdüğü, geliştiği ortam aynı sınıftan değildir. Bariz etken budur. Arabesk sanatçıları bütün kazanımlarını sonradan elde etmişlerdir ve kaybetmek onlar için “bilinen” bir şeydir. Entelektüeller için ise durum tam bunun zıddıdır. Seçkin sınıftan geldikleri için -istisnalar hariç- konfor alanlarını terk etmek onlar için pek mümkün görünmez. Fakat “arabesk” sanatçıları için bu konfor alanı da “kazanılmış” bir durumdur. Yani kendi inşa ettiklerini kendileri yıkma noktasında da elbette daha cüretlilerdir.  

Size göre arabesk ile entelektüellik arasında pozitif veya negatif bir ilişki var mıdır?

Ağırlıkta negatif bir ilişki vardır. Arabesk bütün etki alanına rağmen halen daha entelektüellerin ilgisine mazhar olmamıştır. Pozitif hamleler kısıtlı kalmıştır. Söz gelimi Müslüm Gürses ile Murathan Mungan ortak çalışmalarından örnek verilebilir ama bu etkinin ne kadar arabeske dahil olduğu tartışmaya açıktır.   

Arabesk türünün günümüzde hâlen etkisini sürdürdüğünü söyleyebilir miyiz?

Söz gelimi 2000’lerden sonraki birçok dizi ve filmde arabesk şarkıların kullanılmasından, alternatif türlerde müzik yapan isimlerin arabesk şarkıları “coverlamasından” ya da rap müziğin alt yapısında ve sözlerinde arabeskin öznesini bulmak zor değildir. Şu açıklıkla söylenebilir ki arabesk bilinen “yaylılarıyla” değil de daha form değiştirerek birçok kulvarda halen daha sürmektedir. Son yıllardaki bariz örneklerden birkaçını vermek gerekirse; SagopaKajmer’in Orhan Gencebay’ın Ne Kaybederdin, Bergen’in Sen Affetsen Ben Affetmem, Mine Koşan’ın Geceler ve son olarak Kamuran Akkor’un Bir Ateşe Attın Beni şarkılarını merkeze alarak ürettiği eserler ve bunların dinlenme oranları bile kendi başına bu etkiyi açıklamaya yeter diye düşünüyorum.

Peki arabesk müziğin edebiyatla ilişkisi nedir? Benim aklıma ilk olarak 90’larda Müslüm Gürses, Cengiz Kurtoğlu gibi arabesk müzik şarkıcıları üzerine yazılmış şiirler geliyor mesela. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Yani öyle derin bir bağdan söz etmek pek mümkün değil bence. Tabii birkaç örnek aklıma geliyor. Latife Tekin, Orhan Pamuk gibi isimlerde bazen doğrudan bazen dolaylı etkiler/işlenişler var ama bunun çemberini çok genişletmek için ayrı bir saha çalışması şart. Benim gördüğüm kadarıyla büyük bir etki söz konusu değildir. Fakat şunu ilave edeyim bir başka pencereden: Geçenlerde kıymetli yazılarından istifade ettiğim Selçuk Küpçük’ün bir denemesinde de görmüştüm. Arabesk eli kalem tutan yazarlarına dair “Bir Öykü Anlatıcısı Olarak Ferdi Tayfur” başlığında bir metin kaleme almıştı. O metinden el alarak şunu söylemeli; arabesk müziğin içinde üretim yapan sanatçıların, müzik dışındaki çalışmaları pek bilinmez. Söz gelimi Ferdi Tayfur’un birkaç romanı vardır. Keza Ahmet Selçuk İlkan aynı zamanda Alman Dili mezunudur. Hakkı Bulut öğretmendir. Arabeske bu açıdan da bakılması gerektiğini düşünüyorum. İlgililer için de Küpçük’ün söz konusu yazısının okunmasını da salık veririm.  

Arabesk müzik üzerine yazdığınız tek eser bu değil. Bu konuda çıkarmış olduğunuz bir de antoloji kitabı var. Size son sorumu sormadan önce yapmış olduğunuz bu katkının ne denli özel ve ehemmiyetli olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye’nin bir dönemini etkisi altına almış, bireysel ve toplumsal olarak çok büyük izler bırakmış, söz konusu dönemlerin tabiri caizse kara kutusu olan ve hâlâ üzerine çalışılmayı bekleyen arabesk müzik üzerine yazmış olduğunuz bu eser oldukça kıymetli bir eserdir. Vakti zamanında bunu dinleyenlerin varoş, kültürsüz, zevksiz ve sanat cahili; ekonomik olarak fakir; sosyal olarak içe dönük veyahut isyankâr olarak görüldüğü; özentilikle yaftalanan bu müzik türü aslında bize etkili olduğu dönemler hakkında önemli bilgiler vermektedir. Kaldı ki bu etki azalmış olsa bile hâlen devam etmektedir. Sizi bu alana eğildiğiniz için tebrik ediyor ve son soruma geçmek istiyorum izninizle. Arabesk müzik hakkında külliyat oluşturmak gibi bir hedefiniz var mı yoksa bu eserlerle arabesk müzik hakkında yazmayı nihayete erdirecek misiniz?

Bu hususta bir ara parantez açmalı sanırım. Arabesk Antolojisi adıyla ilk cildini yayımladığım seri aslında uzun bir proje olarak tasarlandı. Tahminen beş ya da altı kitaplık bir çalışma olacak o antoloji. Birçok maddesi hazır ve yazıma devam ediyorum. Bittikçe peyderpey yayınlamayı düşünüyorum. Tabii Antolojinin arka planında Matruşka Yayınları sahibi Bünyamin Ayvaz gerek kapak tasarımı gerekse dizgi alanındaki özgünlüğü ile Antolojiyi epeyce estetize etmiştir. Öte yandan kıymetli dostum Muhammet Durmuş, ben de bu fikrin ortaya çıktığı ilk günden bugüne her anlamıyla dosyanın ciddi destekçilerinden olmuştur. İki kıymetli dostuma da bu soru vesilesiyle teşekkür ederim.

“Külliyat” konusuna dönecek olursam, şayet aklımdaki yazmayı başarabilirsem birkaç farklı seriden oluşacak şekilde ciddi bir literatür katkısı yapmayı düşünüyorum. Trajedinin Zarafeti, biliyorsunuz, “arabesk denemeler” alt başlığıyla yayınlandı ve kitaba girmeyen yaklaşık kırk farklı isim ve konu üzerinden denemeler de hâlen daha dosyalarım arasında bekliyor. Deneme olarak, kendi alanında ilerleyen bir külliyat var. Zamanla paylaşmayı düşünüyorum. Keza 2024’ün ilk yarısında Arabesk Sözlüğü üst başlığıyla Yavuz Taner üzerine bir kitap yayınladım. Bu da başka bir seri olarak, devamını tasarladığım şekliyle alttan alta sürüyor. Tabii ilk kitabım Orhan Gencebay üzerineydi. Keza o kitap da yayınlandığı günden bu yana, ilave notlarla birlikte yeniden yazıldığında ortaya iki katı bir eser çıkacaktır. Yani düşününce,evet, aslında farklı farklı şekilde bir külliyata doğru ilerliyor gibiyim ama bunların hepsini yayınlayabilir miyim ya da aklımdaki yazabilir miyim, nereye varılır, onu ben de bilmiyorum açıkçası.

Sorulara içtenlikle vermiş olduğunuz cevaplardan ötürü size teşekkür ediyorum. Normalde son soru olması şartıyla az evvel sorumu sormuştum fakat almış olduğumuz bir vefat haberi neticesinde sizden birkaç kelam almak gerekir diye düşüyorum. 2 Ocak 2025 tarihinde arabesk müziğinin en önemli isimlerinden birisi olan Ferdi Tayfur(Turanbayburt)’u kaybettik. Zor bir yaşam öyküsü olan Tayfur, aynı zamanda gerçekten çok az kişiye nasip olacak bir şöhrete sahipti. Nesiller boyunca hâlâ unutulmamış bir isim. Aktif olduğu dönemde çıkarttığı albümlerle rekorlar kırmış, sayısız ödüller almış bir şahsiyettir kendisi. Kendisi hakkında bahsedilecek çok şey var şüphesiz fakat ben uzatmak istemiyor, sözü size bırakıyorum.

Tabii çok çok üzücü bir haber. Sadece arabesk müziğinin değil uzun bir kültürel geçmişin de son temsilcilerinden biriydi. O bilinen “babaların” arasındaydı. 2013 yılındaki Müslüm Gürses’in vefatından sonra, Ferdi Tayfur’un aramızdan ayrılışı arabesk camiası için çok büyük kayıp oldu. Şimdi aramızda kalan sadece Orhan Gencebay var. Bir yanıyla uzun bir dönem bu isimlerin aramızdan ayrılmasıyla kapanıyor. Ferdi Tayfur, arabesk müzik özelinde de genel olarak orta ve geç dönem Cumhuriyet tarihi okumalarında da olmazsa olmaz isimlerdendir. Fakat arabesk hakkında yapılan çalışmaların çoğunun dönemsel odak noktası hep aynı yıllardır. Söz gelimi Ferdi Tayfur’u besleyen Raj Kapoor üzerine bir etkinin satır aralarına dahi girilmemiştir. Bu yüzden daha çok vitrinde görünenler üzerinden yapılan dolaylı okumalardır bunlar. Hâlen daha ne arabeskle ne Ferdi Tayfur ile yüzleşilmemiştir.Genel anlamda Türkiye, henüz arabesk ne tartışmaya ne anlamaya dahi başlamamıştır. Ortada sadece yapay bir yapıştırma jargon vardır. Ferdi Tayfur’un vefatıyla bu durum bir kez daha bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Tayfur üzerine söylenecek ilk şeylerden biri şüphesiz onun sadece salt bir yorumcu olmadığıdır. Söz yazarı, bestekar, yorumcu, oyuncu, yönetmen, yazar gibi birçok farklı alanda üretim göstermiş bir isimdir. Okuma yazmayı ‘bir hamaldan’ öğrenip, kendi kendini geliştirerek, Adana’dan çıkıp bütün ülkenin toplumsal hafızasında yer eden Tayfur için bu akıl almaz üretim oldukça üst düzeydedir ve hâlen daha incelenmeyi beklemektedir. Şöyle ki bu boyutta bir üretim alanında yer alan sanatçı için ülkede hâlen daha hiçbir kitap yayınlanmamış, bir çalışma yapılmamış olması da ne denli kısır bir kültürel iklimimizin olduğunun en bariz ispatıdır.

Tabii bu noktada Tayfur’u diğer arabesk sanatçılarından ayıran birkaç noktaya değinmeli. Ferdi Tayfur tıpkı Orhan Gencebay gibi hem bestekar hem söz yazarıdır. Fakat Gencebay’dan ayrılan en önemli noktası aynı zamanda canlı performans sanatçısıdır da. Gencebay, neredeyse kariyeri boyunca hiç konser vermemişken Tayfur, bütün müzikal yolculuğunda çok büyük konserlere imza atmıştır. Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında Ferdi Tayfur bütün kariyeri boyunca sahnelerden inmemiştir. Bunun yanında sahne kayıtlarına bakıldığında da tıpkı albüm kayıtları gibidir. Tayfur’un ses renginin bütün şatafatı albüm kayıtlarından konserlerine değin hep aynı düzlemdedir. Öte yandan Müslüm Gürses salt yorumcudur ve kendi çalışmaları yok denecek kadar azdır. Tayfur, bu noktada kendi dışında isimlerin de eserlerini okumuştur ama kendi üretim alanından da hiç kopmamıştır. Söz gelimi Özer Şenay, Mustafa Sayan gibi müzisyenlerle uzun yıllar birlikte çalışmıştır. Bu da diğer yandan onun müzikal istikrarını ve estetik zevkini hep aynı perspektifte tutarak devamlı gelişime açık hale gelmiştir.

Öte yandan Tayfur’un hayran kitlesi de diğer “babalardan” ayrıdır. Gencebay ve Gürses dinleyicileri gibi değildir Tayfur’un dinleyicileri. Bir halüsinasyon şeklinde onun eserleriyle bağ kurmuşlardır. Onun sesi, bu anlamda Anadolu’da hiç ağlamayan erkeklerin de ağlayabileceğini anlatması açısından bu kitlenin gönlündeki yangının şerhidir. Tabii Gürses’in kitlesi gibi öyle aşırılıkların içinde yer almadığı bir müptelalar geçididir Tayfur’un kitlesi. Bir ayinmişçesine onun kasetlerine teybe takıp şarkılar bitene kadar ayinde kalıp şarkı bittikten sonra sessizce evlerine dönülen bir dinleme pratiğidir.

Bir de yazarlığı var ki arabesk camiasında bu denli bir yazma pratiği olan başka isim bulmak çok zordur. Arabesk müzik daha çok şarkı sözü yazma eylemi üzerinden yazma pratiğini geliştiren bir türdür. Fakat Ferdi Tayfur, özellikle 2000’lerden sonra yayınladığı dört romanıyla arabesk müziğin üreticileri içinde etkin bir -hatta tek denilebilir- yazar olarak da kendini alternatif bir alanda yaratmıştır. Tabii bunda filmlerindeki ve bazı şarkı kliplerinde toplumsal olaylara -yaralara- her daim değindiğini bilenler için şaşırılacak bir şey yoktur. Hâl böyleyken Tayfur’u herhangi bir alanda “salt yorumcu, salt bestekar” gibi tanımlamalarla anlamaya çalışmak hep eksik kalacaktır. Uzun ve topyekûn bir okumaya halen daha açıktır Tayfur’un üretimi.

Son tahlilde 79 yaşında vefat eden Tayfur’un, 1960’lardan başlayarak 2000’lerin ilk çeyreğini de içine alan ve neredeyse 60 yıllık uzun bir üretim, etkileşim ağı olan arabesk sanatçısı üzerine gerek şimdi gerek kısa vadede söylenecek olan her şey eksik ve giriş mahiyetindedir. Arabesk, asıl şimdi üretime başlayacaktır; bir başka gölgede…

Hazırlayan: Abdullah Sezer