Sevgi Soysal’ın 1968’de yayımlandığında, çocukluğu Birinci Dünya Savaşı Almanya’sında geçmiş, Rosa adlı bir kadının hayat hikâyeciklerini içeren Tante Rosa adlı romanı, edebiyat çevrelerini şaşırtmış ancak pek de anlaşılamamış. Sevgi Soysal’ı 12 Mart dönemi edebiyatı yoluyla tanıyan okura ise hiç ulaşamamış. Oysa Tante Rosa, Sevgi Soysal’ı 12 Mart döneminin simge yazarı yapanın yalnızca 12 Mart değil, Tante Rosa’da ilk filizlerini veren cesur bir kadınca duyarlılık olduğunun en güzel ispatı.
Sevgi Soysal’ın 1968 yılında yayımladığı Tante Rosa, yazarın anneannesi, teyzesi ve kendisinin, yani üç neslin kadınlarının ortak sorunlarını, hayata karşı duruşlarını sentezleyerek oluşturduğu kadın karakter Tante Rosa’nın hayatını anlatır.
Tek bir kadın üzerinden kadın olmanın zorluklarım ele alan kitap, her birinde farklı bir olgunun içten ve ironik bir anlatımla ele alındığı on dört ayrı öyküden oluşuyor.
Kadın olmak denince akıllara gelen en güzel, en sıcak meydan okuyuş serüvenidir Tante Rosa. Sevgi Soysal, Tante Rosa’yı “anneannemden başlayıp bende biten bir çizgi” olarak nitelendirir ve onun yalnızca bir döneme ait bir kadın olmadığını şu sözleriyle belirtir:
“Aslında Tante Rosa ne büyükannemin, ne de teyzemin yaşantılarım anlatır. O, büyükannemden başlayıp bende biten bir çizgidir. Küçükten bildiğim bir benzeme korkusudur; okuduğum bir mektup; bir iki soluk fotoğraf; anımsadığım bir şarkı; birkaç damla gözyaşı; kendi deneyimlerimde yeniden yakaladığım gülünçlükler; saçmalardır. Çocukluğumda, kabahat işledikçe onun bunun yaptığı benzetmelere duyduğum unutulmuş öfkedir.”
Tante Rosa, daha çocukken içinde barındırdığı sıradışı hayalleriyle okuyucusuna bambaşka bir dünyaya sahip olduğunu duyumsatır. At cambazı olmaya özenen küçük Rosa gönderildiği rahibeler okulunda vücudunun kötü bir şey olduğunu öğrenir. Meraklı ve özgür ruhlu olan bu küçük kadın, rahibeler okulunda her cezalandırmışında prensinin bir gün gelip onu kurtaracağını hayal eder ve “ben içimi öldüremem” diyerek sıradan kadınlık kurallarına hayatı boyunca boyun eğmeyeceğini ve içindeki prensesin ölmesine asla izin vermeyeceğini düşünür.
Sizlerle Başbaşa dergisinin hediyesi romanlardaki kızlar gibi “namusu kirlenmiş bir aile kızı olmamak ve zavallı bir piç kurusu doğurmamak” için ilk Sizlerle Başbaşa dergisinin hediyesi romanlardaki kızlar gibi “namusu kirlenmiş bir aile kızı olmamak ve zavallı bir piç kurusu doğurmamak” için ilk yattığı adamla evlenen Tante Rosa, kocasıyla istemeden yatmaya başladığı zaman, “namusu kirlenmiş bir kadın olmanın ve bu yatmalardan sonra doğurdukça piç kurusu doğurmanın” ne demek olduğunu anlar. Hayat, Sizlerle Başbaşa dergilerindeki gibi kendiliğinden çıkıp geliveren mutlu sonlardan oluşmaz.
“Çirkinlikleri yaşamaktansa enayi başlangıçlara koşan” Tante Rosa’nın en iyi yapabildiği şey terk etmek ve vazgeçmektir. Bir pazar sabahı üç çocuğunu ve kocasını ardında bırakarak yeni başlangıçlara doğru yol alır.
“Şimdi beklenen bir intihardır, bir uçurumdur, bir düşüştür. Şimdi beklenen, bir kocakarının, günah dolu bir hayatın sonunda sefilce can vermesidir. Yoksa şimdi beklenen günah çıkaramadan geberen bir günahkârın şen hayatı mıdır? Şimdi beklenen bir başarı, bir mutluluk mudur? Hiçbir şey midir yoksa hiçbir şey midir? Gemi düdükleri, fabrika düdükleri, birbirinin ayağına basıp ne pardon, ne günaydın, ne merhaba demeyen insan kalabalığına karışmak hiçbir şey midir? Nedir? Bir Pazar sabahı barışsever bir katolik köyünde, Tante Rosa aforoz edilmişse bu nedir, beklenen son nedir?”
Tante Rosa hayatını kendi şekillendirmek ister ve nitekim sayısız mücadele sonucunda elde ettiği başarısızlıkları umursamayıp her düştüğünde yeniden kalkmayı becerebilerek cesurca adımlar atmaya devam eder. “Kimseye bir şey öğretemeyip kimseden bir şey öğrenemeyen kadındır Tante Rosa.”
Asıl derdi yalnızlık olan Tante Rosa porsumuş bedeniyle baş başa kalıp artık ilgi çekemediğini anladığında, karnım doyuracak parası bile yokken süslü ve pırıltılı kıyafetlere bürünüp, bir papağan alabilecek kadar da hayat dolu bir kadındır! Tante Rosa’ya göre, eşyalar ve hayvanların hakkıdır eskimek, bitmek, aşınmak, yırtılmak… Fakat bir insanın eskimesi, yitip gidivermesi farklıdır…
“… Senin bir ağaç gibi, bir kedi gibi, bir kanarya gibi, bir koltuk gibi, bir kağıt gibi, bir perde gibi, bir giysi gibi, bir kalem gibi, bir şapka gibi, kuruyuverdiğin, uyuzlaşıverdiğin, ‘?’ ötmeyiverdiğin, yırtıhverdiğin, yıkıhverdiğin, eskiyiverdiğin, aşmıverdiğin, bitiverdiğin, uçuverdiğin demektir bu. Ancak bir ağaç kuruyuverir, bir ev yıkılıverir, bir makine duruverir, bir pabuç aşımverir, ansızın bu anlaşıverir ve hiç önemli değildir bu. öncesiz ve sonrasız, bağlantısız ve belgesiz tükenivermek bir ağacın, bir evin, bir pabucun hakkıdır. Bir insanın, bir insanın ama, bir Rosa’nın niçin eskidiğini bilmem gerek, yeni Rosa’yı bunun üstüne kurmam gerek. ”
Hiç kimse ona “I love you” demiyor olabilir ama bu durum eline gitarını alıp kendi kendine “I love you Tante Rosa” diyerek şarkı söylemesine engel değildir!
Toplumun kadına giydirdiği sıradan kadınlık giysisini çıkaran Tante Rosa, aynı zamanda yeterince cesur olmayı bir türlü başaramayan annelerimizin, dışa dönük, başkaldırmayı bilen kızkardeşlerini, “teyzelerimizi” temsil eder.
Tüm başarısız girişimlerine rağmen okuyucuda antipati uyandırmaz Tante Rosa’nın hayatı, aksine Tante Rosa olabilmek bir ayrıcalık olur okuyucuları için! Hayatta edindiği belirli bir yer yoktur, durağan değildir, olmak da istemez! Öyle ki ölümü bile sıradan değildir Tante Rosa’nın ve ölüsü bile hiçbir yere ait olamaz. Kimbilir belki de bu Tante Rosa için olabilecek en iyi sondur.
“Ben unutmam ama, Tante Rosa’nın öldüğünü bir ben unutmam. Onu o dehlizden ben soktum çünkü. O Rosa ki her dehlize sokulabilir. O Rosa ki istenirse yaşar ve ölür. O Rosa ki şu şartlarda ya da bu şartlarda da yaşar. O Rosa ki acıklı da, gülünç de olabilir. O Rosa ki ne bir nokta ne de bir virgüldür. O Rosa ki başkası tarafından verilmiş bir ad, başkası tarafından çektirilmiş acılardır. O Rosa ki beceriksizliklerde ısrarlıdır. O Rosa ki kimseye bir şey öğretemeyip kimseden bir şey öğrenemeyendir. O Rosa ki düşünde kendi cenazesine gelenleri görüp kendi ölümüne ağlar. Onlar ki hep kendi ölümlerine ağlarlar. Kendi yalnızlıklarına, kendi kadersizliklerine ağlarlar. İşte bütün onları, o Rosa ile birlikte öldürdüm noktayı koyup düğümü çözmek için.”
Hayata tutunamayan fakat bunu hiçbir zaman dert etmeyen bir kadının hayatım iniş ve çıkışlarıyla konu alan kitap Tante Rosa, Türk roman geleneğiyle örtüşmeyen değişik anlatım tekniği yüzünden oldukça garipsenmiş ilk yayımlandığı yıllarda. Bu garipsenişin tek sebebi bu değil elbet. Vurdumduymazlığın cesaretle birleştiği en uç noktalardan biri olan kadın karakterimiz Tante Rosa annelerimize, anneannelerimize yani tanıdığımız kadınlara benzemez; çünkü Tante Rosa bırakabilir, terk edebilir.
Kısacası, Tante Rosa, okuyucularına “kadın olmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı!” dedirten, kadın olmanın ve kadınca çelişkilerin alaycı bir yaklaşımla ele alındığı, sıcak ve ilginç bir hayat hikâyesidir.
Pınar Derin, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) Bahar 2006 Bahar sayısı
İZDİHAM