23 Temmuz 2017

Sezai Karakoç’un 2017 Ramazan Bayramı Konuşması

ile izdiham

Hepinizin bayramı bir kere daha mübarek olsun! Ramazanı tamamlamış olduk sağlıkla. Bu bakımdan Allah’a hamdediyoruz. Ramazan, namaz, ibadetler ve temeli olan iman Allah’ın bizlere en büyük lütfudur. İnsan olmanın vasfı budur. Yoksa hayvandan bizi ayıran bu. İman ve İslam. Yoksa hayvanın da iki gözü var. O da bizim gibi yemek yiyor. O da doğuyor, o da ölüyor. Allah’ın bizi insan olarak yaratması şekil bakımından değil, şekil bakımından da hayvandan farkımız yok. Bizden çok daha biçimli güzel kuşlar var, çiçekler var hepsi var… Bizim bilebildiğimiz tabi bilemediğimiz noktasında bir parantezi bir tarafa bırakalım. Bizim bir özelliğimiz iman veya inkâr hakkı veya yeteneği…

Tabi bunu diğerlerinde görmüyoruz, hayvanlarda… Belki onların da kendilerine mahsus bağlantıları mutlaka vardır. Allah’ı zikrettikleri zaten ayetlerde söylenir. Bizim halkımız da söyler kuşların zikrettiğini, şairler söyler. İşte bunun gibi bizim ancak zikir dahi olsa insanın özelliği bunu idrak edip muhakeme edip ondan sonra inanması yine ona bir üstünlük verir. Melekler de zikreder, vazifeleridir fakat insana bir seçme hakkı verilmiş, bu seçme onu tamamen seçkin hale getiriyor diğerlerine göre. Nasıl yapıyor eğer inkâr ederse hepsinden daha aşağıya düşüyor. Kur’an-ı Kerim’de diyor hayvandan da aşağı dereceye düşüyor.

Yok, eğer inancı hakkı, İslam’ı Allah’ın yolunu seçerse o zamanda meleklerden daha üstün oluyor.

Bu bakımdan Allah’a ne kadar hamdetsek azdır. Müslüman bir toplumda dünyaya gelmemiz konusunda bir kader bize vermiş. Annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz bu yolda bizi eğittiler, bu yolda yetiştirdiler. Bu dünyada İslam’ı boğmak için çalışan bütün mekanizmalara karşı zayıf diyelim manevi gücümüzle kollarımızla buna karşı koyduk. Set gibi göğsümüzü karşı tuttuk ve o şekilde imanla, İslam’la, oruçla, namazla ayakta duruyoruz. Bundan dolayı Allah’a şükrediyoruz, hamdediyoruz. Bize bu nasibi verdiği için kısmetimize bu eşsiz nimet düştüğü için ne kadar da şükretsek, hamdetsek azdır.

İnsan hayatında olduğu gibi toplumların hayatında da iyi günler kötü günler vardır. Hepsi pırıl pırıl iyi olsa zaten o zaman cennette olmamız gerekirdi. Hâlbuki bu dünyanın özelliği cennet ve cehennemin dışında fakat cennetten ve cehennemden zaman zaman örnekler gösterilerek ruhumuzu yükseltme amacıyla geldiğimiz bir imtihan yeri. Yani bir nevi ruhumuz burada olgunlaşacak asıl orda cennet.. Bunu yapamamışsak inkâr bataklığına veya kötü yola saplanıp kalmışsak öbür kadere cehennem kaderine mahkûm olarak asıl yaşantı dünyasına geçmiş olacağız. Burası bir eğitim ve imtihan yeri. Nasıl bir genç gönderiyoruz bir fakülte okuyor geliyor asıl görev durumu ondan sonra başlıyor… Öbür hayata bir çıkmadır, bir dipnotudur diyorum dünya hayatı. Ama çok önemli, çünkü öbür dünyadakini belirliyor bizim için, insanlar için.

Bu bakımdan sınırlı bir zaman içinde çocukluk geçiriyoruz, hastalık geçiriyoruz. Çeşitli dönemlerden geçerek zaman durumu ona göre azalıyor, kısalıyor. Bu dönem içinde bu imtihanı iyi yapmak, bu eğitimi iyi görmek ve öbür dünyaya yüz akıyla çıkmak için çalışıyoruz. Fakat her insanın hayatında düşülen zamanlar olur, kötü şartlar olur, kaza olur, kaderin bir cilvesi olur. Aynı durumların toplumların hayatında da olduğunu görüyoruz. Yani tarihe baktığımız zaman toplumlarında bir nevi alınyazısı var. Bunların da bir çile dönemi var, onların da sınavı var. Bir milletin başına böyle bir şey gelmişse hep neden geldi deme sebepleri olabilir. Fakat temel sebep kader sayesinde… Sormaya gerek yok. Çünkü bizler insanız. Mademki imtihan yurdundayız. İnsan ve fert olduğumuz gibi bir toplum olarakta böyleyiz. Bu sebeple burada sıkıntılı dönemler de olur. Bize düşen bunu aşmak, bu dönemleri aşmak…

İslam alemi de yüz yıldır belki tarihinin en önemli sıkıntılı bir dönemini yaşıyor. Onu koruyacak bir devlet yok. Ufak ufak yapılar, devletçikler, bir takım geçici yapılar. Birinci Dünya Savaşı sonucunda doğan bir sonuç. Son büyük devleti, Osmanlı Devleti ortadan kalkınca epey bir, yüzlerce yıl direndikten sonra ortadan kalkınca yerine bir yenisini kurmamız lazım İslam toplumu olarak..Zaten bütün Müslümanlar bir millettir, kardeştir. Coğrafyaları bile birleşik, birbirine geçme olduğu gibi. Sınırlar çiziliyor. Bunlar siyasi, suni sınırlardır. Tabi coğrafi olarak birbirine bitişiktir. İslam alemi üç kıtaya yayılmış bir coğrafya. Bir coğrafi bütünlüğü var. Allah’ın lütfudur ne kuzey kutbu gibi, ne güney kutbu gibi buz kesen bir yer. Ne Ekvator gibi cehennem gibi yakan bir yer. Orta iklime sahip, denizi de olan, dağı da olan, ovası da olan her şeyi olan, madeni de suyu da olan üç kıtaya yayılan ve hepsi de birbirine bitişik… yani siyasi ayrılmalar hepsi sunidir. Bir tek yurt bir tek vatan vardır. Müslümanların bir tek vatanı vardır. Ve Müslümanların hepsi bir millettir. Evet, tabir olarak millet başka şeyler için de kullanılabilir, bir topluluk ifade eder. Fakat Kur’an-ı Kerim’in deyişiyle millet; bir inanca bağlı olanların topluluğudur. Bir tek din, bir tek inanç vardır. O da İslamdır. Onun da bir tek milleti vardır. O da İslam Milletidir.

İslam Milleti bir takım ırklardan, boylardan oluşabilir. Bu onun zenginliğidir. Bunu inkâr etmeye de gerek yok. Onları da kendi imkânları diye değerlendirmek lazımdır. Fakat tek millet, tek ülke, tek toprak, tek vatan ve tabii bu koca coğrafyayı ve büyük milleti korumak için bir güç lazım, organize bir güç. O da devlettir, İslam devleti. Bunu asırlarca yapmışlar. Peygamber Efendimiz böyle bir devlet kurmuş, dört halife devrinde genişlemiş, Abbasi devrinde daha genişlemiş, Osmanlı devrinde de en geniş ve son devlet olmuş..Bu devlet İslam Milletini korumuştur. Haçlılar gelmiş onun karşısında durmuşlar. Devlet olmasa, ordu olmasa nasıl karşı koyacaklardı. Moğollar gelmiş tabi büyük yıkım yapmışlar ama sonunda yine ayağa kalkmışlardır…

Varlığımızın, kaderimizin unsurlarının birincisi coğrafya, toprak üzerinde yaşadığımız toprak, ikincisi bir millet olmamız, üçüncüsü de bir devletimizin olması lazımdır. İşte yüz yıldır bu sıkıntıyı yaşıyoruz. O devlet yok, devletimsi devletçikler var. Bunlar bu büyük ülkeyi ve milleti koruyacak güçte değil. Biraz da tesadüfen kurulmuş, biraz da dışarının etkisiyle zayıf olduğumuz zamanlarda kurulmuş şeyler. Ama bu olabilir. İnsanların başına felaketli günler geldiği gibi, milletimizin de başına gelebilir , gelmiştir. Fakat biz bunu aşmalıydık, aşmalıyız. Yüz yıl geçti. Bu az bir zaman değil. Hatta bir takım siyasetçiler bir takım tarihler veriyorlar. İşte 2023, 2071 gibi falan. Ben diyorum: bir tek tarih var, o da 2018’dir.

Yani önümüzdeki yıl. Yüz yıl içinde yeniden ayağa kalkmalıydık. Bu büyük millet, bu şerefli millet ayağa kalkmak için de her şeyi yaptı. Fakat ne yazık ki onu temsil eden veya onu yönetme durumunda olanlar ve aydınları maalesef bu milleti layık olacak bir şekilde bir yüz yıl geçirmediler. Hepsi maalesef küçük şeylerle veya bir takım yerlerin telkinleriyle ve bağlantısıyla onların etkisiyle bu yüz yılı boşa geçirdiler.

Şimdi iş başa düştü. Millete, milletin kendine düştü. Milletin içinden aydınlarından bir kısmını tabi aydınların hepsini diyemiyoruz, tekrar donatıp ayağa kaldırıp ve tekrar o devletimizin olması lazım. Büyük devletimizin olması lazım. Bu devlete Arap devleti dediğimiz anda o bitiyor. Arap Birliği kuruldu biliyorsunuz. Bu devlete Kürt devleti dediğiniz anda o bitiyor. Bu devlete Fars, Pers, İran devleti dediğiniz zaman o olmayacağı belli. İşte bunun gibi mensubu olduğumuz, tabiî ki en büyük onurla mensubu olduğumuz Türk devleti bile diyemeyiz. Tabi Türkler de imtihanını vermiş tarihte. Bunu göstermiş, fakat kendisi kurduğu hiçbir devlete Türk devleti dememiş. Selçuklu aile, Osmanlı aileden geliyor. Neden dememiş? Çünkü: Başka ırklar, Müslüman kardeşleriyle beraber kuruyor devleti. Kendinde o hakkı görmemiş, tevazu göstermiş… Hiçbir zaman kendi ırkını öne sürmemiş…

Bu bakımdan hiçbir ırkın adını kullanarak bir devlet kuramazsınız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti diye koyduğunuz andan itibaren ki bu devletin de olmayacağı ortaya çıkmıştır. Bu, Türk adından gelmiyor, hemen gidip bir ırk adı vermekle sınırlıyorsun… İran İslam Devrimi dediler, oldu, duyduk memnun olduk. Biz Cağaloğlu’ndaydık, orda İran Konsolosluğu var. Gideyim bakayım ne gibi değişiklik oldu, ismi ne oldu? Bayrağı ne oldu? Gittim, baktım “İran İslam Cumhuriyeti” diye yazmışlar levhaya. Bu devlet olmaz dedim. İran diye sınırlıyor kendini. Cumhuriyet diye sınırlıyor. Oysa cumhuriyet yönetim şekli. Onu biz seçeriz. İran diye sınırlıyor. Sanki İslam kâfi değil.

Bunun gibi bugün biz de, evet çok itirazlar olur, şu olur, bu olur, fakat “İslam Devleti” demenin zamanı gelmiştir devlete. İslam devleti, başka bir şey demeye gerek yok. Türk islam devleti, Türkiye İslam devleti demeye gerek yok. Çünkü: Öbürleri katılamaz sana. İslam Devleti… İran da İslam Deveti desin. Suudi Arabiyya demesin mademki şeraitle idare ediliyor, mademki İslam devletidir. Neden Suudi Arap? Hepsi İslam Devleti yapsın adını tabi İslama uyarak.

Ha… Bakacağız 3-5 tane İslam Devleti çıktı ortaya. Birleştirsin bir tek İslam Devleti olsun. Fakat o kendi ırkının adını koyarsa, biz koyarsak, öbürü İran yaparsa, Mısır öyle yaparsa… Her biri böyle yaparsa ve küçük küçük coğrafyalar… Suriye, işte bugünkü halini görüyoruz. 30 sene 40 sene evvel ben yazdım. Irak, kalamaz böyle dedim, Suriye kalamaz. Bir an önce birleşmeleri lazım. Yalnız kendileriyle değil, bizimle de birleşmeleri lazım. Fakat tabiî ki bu sözlerimizi iletemedik. Çünkü; dünyada kaşımızda olan ve bizi bu hallere düşüren, Müslümanların dışındaki Doğu’da, Batı’da olan güçler bir takım silahlar elde ettiler. Bu silahlar bildiğimiz klasik silahlar olduğu gibi daha önemlisi modern silahlar…

Bunlardan birisi propagandadır. Propaganda aslında bir bilginin iletilmesi, bir haberin doğru iletilmesi olsa normal olur. Fakat onu değil, bir yalanı, olmayacak bir şeyi aldatıcı şekillerle anlatılması olunca işte bugün o tuzağa düşülüyor. Müslüman, saflığıyla o tuzağa düşüyor. Onun için bizim usullerimizi, yöntemlerimizi, vasıtalarımızı gözden geçirmemiz lazım. Ha… Biz de mi aynı yolu tutalım, propaganda yolunu? Hayır, biz gerçeğini bulalım, gerçeğini kuralım. Mesela bu propagandaların vasıtası; gazete. Her türlüsünü kurmuş durumda İslam dışı güçler. Yabancılar gelmişler içimize de girmişler uzantıları olarak oluşturmuşlar. Ve bugün o propagandanın etkisi altındayız hepimiz. Gazetesiyle, televizyonuyla, internetiyle, her şeyiyle etkisi altındayız. Buna karşı bizim de bu vasıtalarımızın olması gerekir. Gazetemiz olmalı, gerçeği olmalı. Televizyonun gerçeği olmalı, gerçeği yaymalı. Durmadan yılmadan onu tekrarlamalı, ama her tarafa ulaşmalı. Avrupa’da bir kanal var on dilde yayın yapıyor. Avrupa ona muhtaç değil, ama yapıyor. Bizim hangi kanalımız 10 dilde yayın yapıyor? Araplar o kadar zengindirler, müthiş kanalları var. Arapça ve İngilizce yayın yapıyorlar. Bir Türkçe yayın yapmıyor. Gidip onu uyaracaksın. Diyeceksin: Arkadaş, Türkçe yayın yap, fikirlerini söyle bakalım? Farsça yayın yap. Bizim Arapça, farsça ve Türkî Cumhuriyetleri şivelerinde yayın yapmamız lazımdır. Gazetelerimiz de böyle olmalı, kitaplarımız da çıkınca buralara gitmeli ve bizler gitmeliyiz.

Devletin bir kanunu var: Memuru, görgüsünü, bilgisini, artırmak için hep Avrupa’ya gönderiyor. En üst derecede birileri gitse, neyse… Bir de İslam alemine gönder. Senede yüzbin öğretmeni gönder. Bir ay gitsin, hem dil öğrensin, hem de bir tanışma olsun, görüşme olsun. Bunu yıllardır söylüyorum ama duyan yok.

Yani özetlersek: Milletimizin yeniden ayağa kalkması lazım. Milletin ayağa kalkması aydınlarının ayağa kalkmasıyla olur. Aydınları iyi yetişmeli, çok cepheli, çok eğitimli, çok güçlü donanımlı yetişmeli ve önce kendini hesaba çekmelidir. Hep başkasında kusur aramamalı. Önce kendinde kusur arayıp önce kendi eksikliklerini tamamlamalı ve örnek olmalı. Ondan sonra da İslam alemini tekrar ayağa kaldırmalı. O zaman bu yönetimler zaten değişmek zorunda kalırlar. Ve dediğimiz o büyük devlet kurulur. O büyük devlet kurulduğu zaman dünyanın tarihi değişir, yeniden yazılır ve Batı için de iyi olur bu. Haddini bilmeden aşıyor, geliyor, yarın belki de bir dünya savaşı çıkaracaklar ve bütün dünya asırlarca kendine gelemeyecek şekilde mahvolacak. Bunu da önlemek yine bize düşüyor. Müslümanlara düşüyor. Dünyadaki her şeyden sorumlu biziz, öbür dünyada hesabını vereceğiz.

Peki, ben tek başıma ne yapabilirim? Hayır, sen tek kişi de olsan İslam alemini ayağa kaldırabilirsin. Yeter ki donanımlı ol, haddini bil ve diğer kardeşlerinle işbirliği yaparak, kenetlenerek bu işi yap. Egonu, nefsini ayaklar altına al. O zaman bu iş olur. Olmayacak bir şey yoktur. Allah’da hep fırsat veriyor. Mesela; 1. Dünya Savaşı’nda yere serildik. 2. Dünya Savaşı fırsat verdi Allah ama biz yararlanamadık. Çok az yararlandık. Şimdi o yararlandığımızı da geri almak istiyorlar. Hâlbuki bizim aslında tam ayağa kalkma zamanıydı. Eğer bu yüz yılı iyi geçirseydik, İslam alemi ayağa kalkacak ve bütün dünyanın da kurtuluşu olacaktı. Ama kaybettik. Bundan ümitsizliğe kapılmayalım.
Propaganda daima bizim ümidimizi kıracaktır. Devamlı bizi tek bırakmaya, herkesi tek bırakmaya çalışacaktır. Fakat bunlara aldırış etmeden yeniden uyanıp, işbirliği, elbirliğiyle biz de vasıtalarımızı kuralım, İslam alemini uyandırıp büyük devleti kuralım. O büyük devlet İslam Medeniyetinin yeniden dirilişiyle kurulacaktır. Devlet kurma sadece askeri veya idari bir yönetim kurma işi değildir. Onun temeli, gıdası, besini kültür ve medeniyettir. İslam kültür ve medeniyetini yeniden diriltip toplumu, milleti uyandırmak. Onun da arkasından o devlet zaten kendiliğinden kurulacaktır.

Bizim, DİRİLİŞ sözü sadece boşu boşuna bulunmuş bir söz değildir. Kur’an-ı Kerim’de de arayan çok yerde bulur. Bana “ Kur’anda nerelerdedir? Diye sordular. Ben kolaya kaçmayı hiçbir zaman sevmem. Öyle yapılıyor ya, hemen bir ayet, bir söz… Kur’an-ı Kerim tamamıyla onu söylüyor, yeter ki onu görelim.

  Diriliş, insanın ferden ruhunun dirilişi, toplumun dirilişi, milletin dirilişi ve devletimizin dirilişi.. Diriliş boşuna bulunmuş söz değildir. İlkin soğuktu herkes, şimdi ısındılar, benimsediler biraz. Fakat kelimenin içini başka şeyler doldurup başka şeylere alet etmek istiyorlar. Buna da fırsat vermeyelim. Dirilişi kendi muhtevası, kendi özüyle, elli yıldır söylediğimiz özle yeniden vasıtalarına kavuşturup ayağa kalkalım ve diriltelim. İnşallah doğacaktır. Kimse buna engel olamaz. Bu millet öyle bir millettir. Ayağa kalkacaktır ve diriliş gerçekleşecektir. Bu diriliş için harekete geçmenizi, hiç korkmadan, çekinmeden, ben azım demeden harekete geçip, birleşip gerçekleştirmenizi dilerim. Hepinize hayırlı bayramlar ve günler!

(Sezai Karakoç’un 26 Haziran 2017 tarihinde Ramazan Bayramı vesilesi ile İstanbul İl Başkanlığı’nda yaptığı konuşma)

İZDİHAM