Kelimelerin ve düşüncelerin zihnimde havada uçuştuğu bir an. O kadar çok düşünce, duygu var ki karşısına bir kelime koyamadığım. Aklımda uçuşan hangi kelimeyi koysam yerine, parçalanıyor. Havaya dağılıyor tüm harfler. Bulamıyor yerini duygunun. O yüzden niyetimi yazının başında ortaya koymayı deneyeceğim.
15 Temmuzda milletçe yaşadığımız kabus ve şok gününde bir saniye tereddüt etmeden meydanlara koşan demokrasi şehidimiz Halil Kantarcı üzerine birkaç kelam etmek niyetindeydim. Aklıma onun ailesi, kardeşi, eşi, çocukları düştü. Vatanını, bayrağını, Kitabını, ezanı sevmek, bu uğurda bir şeyler yapmaktan başka bir gayesi olmayan birinin yaşadıklarını, şehit edilişini ve ardında bıraktığı acıları düşünürken aklıma konuya başka bir açıdan yaklaşan ama ortak paydada buluşan bir film geldi.
Hepinizin malumu üzere bu ülkenin tarihi kanlı darbelerle doludur ne yazık ki. Bunlardan en kanlısı, sağ görüşten, sol görüşten birçok insanın ölümüne, işkence görmesine sebep olan en utanç verici olanı belki de 80 darbesidir. 80 darbesinin toplum hafızasında açtığı derin yara birçok sinemaya, diziye konu olmuştur. 80 darbesi ve sinema deyince ilk akla gelen filmlerden biri darbenin parçaladığı onca hayatın vatansever bir devrimci gencin üzerinden anlatıldığı yakın dönem sinemamızın en başarılı örneklerinden 2005 yapımı Çağan Irmak imzalı Babam ve Oğlum’dur elbette ki. Film ihtilalin o korkunç görüntüleriyle başlar. Eşinin doğum sancılarının başlaması üzerine hastane ararken ihtilalin ortasında kalan ve eşini kaybeden Sadık (Fikret Kuşkan) yüzlerce ihtilal mağduru gibi hapishanede maruz kaldığı ağır işkenceler sonucu ölümcül bir hastalığa yakalanınca oğlunu yıllar önce bütün ipleri kopararak kaçtığı ailesinin yanına, Ege’de bir kasabaya götürür. Sadık’ın küçük oğlu Deniz (Ege Tanman)’in gözünden anlatılan film bundan sonra Sadık’ın çocukluğunun, ilk gençliğinin geçtiği bu kasabada geçer. Yıllar önce kendisinin istediği mesleği seçip çiftliklerinin başına geçmeyi tercih etmediği için kavgalı ayrıldığı babası (Çetin Tekindor) ile hesaplaşmaları, annesinin (Hümeyra) hiç azalmayan sevgisi ile oğlunu sıcak bir yuvaya emanet etme çabası izleyen herkesi gözyaşları içinde bırakır. Hafif saf olan ağabeyi, teyzesi, çocukluk arkadaşları, terk edip gittiği ve artık evli, çocuklu eski sevdiği kadın Sadık’ın iç hesaplaşmalarını arttırır. Ne için terk etmiştir köyünü, ailesini, sevdiğini. İnandığı değerler üzerine mücadele etmiş, dayak yemiş, işkence görmüştür. Verdiği mücadeleden geriye öksüz bir çocuk ve yitik ciğerleri kalmıştır.
Bir baba, reddettiği oğlu ve onun kimsesiz kalan masum çocuğu. Sadık’ın ölümüyle geride kalan çocuğu hayata bağlamaya çalışan ailesi. Hepimize bir şeyler katmış, ailenin, sevginin değerini derinden hissettirmiş belki de çoğumuzun defalarca bıkmadan ve yine ağlayarak izlediği film. Babam ve Oğlum.
Deniz’in kimsesiz kaldığı dünya, Sadık’ın mücadelesi, hapiste yaşadıkları ve nihayetinde ölümü, bana başka bir mücadele vermiş olsa da sebep olduğu yıkım ve geride bıraktığı tarifsiz acı ile Halil Kantarcı’yı anımsattı.
37 yaşında gencecik bir insandı. Babaydı. Oğuldu. Kardeşti. Eşti. İlk gençlik yıllarından itibaren kendini davasına adamış bir ömürdü Halil. Bu ülkede yaşayan, inandığını savunan binlerce insan gibi darbelerin acısını en çok çekenlerdendi. 28 Şubat sürecinde çocuk denilecek yaşta hapishaneye atılmıştı. İdamla yargılandığında daha 16’sındaydı ömrünün. Sekiz koca yıl çalındı hayatından. İnsanın en verimli olacağı döneminde sekiz koca yılını hapiste geçirdi. Fakat zindanlar ne belini büktü ne de onu vatanından soğuttu. Çıktığında da inandıkları uğruna mücadelesini sürdürdü. Hepimizi şaşkına çeviren o gün de evli ve üç çocuklu bir baba olmasına rağmen bir an dahi tereddüt etmedi meydanlara koşarken. Darbenin acısını çekmiş birisi olarak böyle bir günün bu ülkeye tekrar yaşatılma ihtimaline katlanamazdı. Ailesiyle vedalaştı ve çıktı. Bir daha da dönmedi.
Halil Kantarcı’dan geriye son sözleri, videoları, sosyal medyada gençleri bilinçlendirmek için yazdığı cümleler kaldı.
“Milli iradenin sembolü: Ezan-ı muhammedi” oldu son sözleri twitterda.
Milli iradenin yıkılma tehdidinin yaşandığı o gün ezanlar ve selâlar okunurken Hakk’a yürüdü.
Mücadelesi, fikirleri ve şehadetiyle filmlere konu olacak, tarihimize gururla yazılacak bir ömür bıraktı Halil Kantarcı.
Hiçbir zaman yılmamayı, yorulmamayı öğretti. Sanki sevenlerini teselli eder gibi “ölürsem beni böyle hatırlayın” dediği, ağzında sigarası ile poz verdiği fotoğraf ile zihnimizde ölümsüzleşti.
Fotoğrafına ve son yazdıklarına bakarken kurduğum tüm cümleler eksik, yarım kalıyor. Ne bu adanmış ruhu ne de ardında bıraktığı acıyı anlatabiliyorum. Derken en yakın dostlarından biri Ali Sevim’in kendisiyle ilgili sözlerini hatırlıyorum.
“Necip Fazıl sağına soluna bakmadan bir tek ben varım diyen bir gençlik istiyorum derdi. Halil de öyle bir gençti.”
Sanırım bu cümleler tamamlıyor eksik kalan yerleri. Sağına ve soluna bakmadan ben varım diyen bir vatansever Halil Kantarcı.
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” diyenlerden biri o.
Allah bizi Halil Kantarcı’nın ve milyonlarca vatanseverin tarih boyunca uğruna can verdiği, bize lütfettiği bu cennet vatanda tüm farklılıklarımızla, sevgi, saygı ve hoşgörü ile bütün olarak yaşama, vatana sahip çıkma bilincinden ayırmasın.
Sibel Atagün, İzdiham 25. sayı
İZDİHAM