Sıddık Akbayır, Bir Portre
ŞAİR’İN PORTRESİ
Orta boylu, zayıf, kumral saçları daIgalı, geniş alınlı, iri kahverengi gözlü, uzun ve derin kirpikli, kar beyazı dişleri olan oval yüzlü bir adam…Yüz çizgileri serttir; fotoğraflarında takındığı düşünür, gülümser, hayal kurar gibi pozlarda bile bu sertlik kaybolmaz. Giyimi kuşamı, hiçbir zaman derbeder olmaz; ancak dikkat çekecek ölçüde özenli de sayılmaz. Saf ve otantik bir mükemmellik saklar içinde. Yüzüyle sıkça oynar. Sakalının kararsızlığı ve ara sıra maviye çalan boyasıyla bir ‘kibrit çakımı’nın ışığına gizlenir sanki. Sürekli gittiği bir berberi olmaz. Evde usturalı bir tarağı vardır. İki ay memurluktan ayrılıp tekrar memurluğa döndüğü gün, berbere gider. ‘Seferden mi geliyorsun abi?’ diye soran berber, onu kamyon şoförü sanmıştır. Utandığından bir daha o berbere uğramaz. Küçük bir grup içinde Ahmet Cemil acıları yaşar. En yakın çevresinin içinde dağ başları kadar yalnızdır. Dostoyevski hayranıdır. Sesinde hep uykusuz bir Türkçe vardır. Konuşurken gözlerini hep kısar. Her zaman Bir Tereddütün Romanı gibi konuşur. Yalnızdır. İçe kapanık ve çekingendir. Son derece utangaç ve sessizdir. Gidip bir dükkanda bir şeyin fiyatını soramaz. Başkalarına sordurur çoğu zaman. Bir şeyin yarım kilosunu alamaz. Hayatındaki temel duygu, bir yanlışlığın giderilmesidir. Filmlerin o sahnelerinde hep gözleri dolar. Sözgelimi, bir filmde kadınla erkek karşılaşır; sonra bir yanlışlık yüzünden ayrılırlar. Yanlışlık anlaşılır, birbirlerine koşarlar. Yanlışlığın düzeldiğini görünce gözleri dolar.
ŞAİR’İN ‘Y’Si
Nüfus cüzdanındaki adı Cemalettin Seber’dir. Başlangıçta, Cemal Süreyya diye yazar adını. Eskişehir Vergi Dairesi’nde çalışan, Üvercinka -güvercin kanı- adını verdiği uzun boylu, beyaz tenli, güvercin salınışlı sevgilisiyle girdiği iddiada kaybeder ikinci ‘y’ harfini ve o günden sonra bir daha hiç kullanmaz. Borcuna bu kadar sadıktır. Güvenilir insandır. Üvercinka’yla kısa süreli bir birliktelik yaşar. Üvercinka, lise mezunudur ve üniversiteye hazırlanmaktadır. Cemal Süreya ise evlidir.
ŞAİR’İN GURBETİ
Doğuludur. Fırat’ın değişik isimler aldığı yerlerden gelir. 1931 Erzincan doğumlu, bir Dersim sürgünüdür. Nüfus cüzdanında 10 Ağustos yazsa da belli bir doğum günü bile yoktur. Ancak, bu bilinmezliği de şiirsel kılar. Sevdiklerinin doğum günüyle aynı güne denk getirir, bilinmeyen o günü. Göçebedir. Muhacirdir. Fırat kenarının ince dumanıdır. Sevdiğinin yüzüne bile sürgündür. Uçurumda açan çiçektir. Beyaz gülüşlü bir kardelendir. Deniz kaçkını bir ulusun çocuğudur. Gurbetin anlamını, ‘göç yolları’ında -bir yük vagonunda- gözlerini açarken öğrenir. Trene binerken özenle ayakkabısını çıkaran küçük kızın fotoğrafı hep belleğindedir. ‘Sürgün’ olmasından hep tedirginlik duyar. Bilecik’te ilkokul öğrencisiyken kimsenin bilmesini istemediği şeyi herkesin bildiğini öğrenince çocuk dünyası yıkılır. O ne kadar gizlerse gizlesin, adı çoktan konulmuştur: ‘Kürt Cemo!’ Sürgün yurdundan izinsiz ayrılıp İstanbul’a geldiği için, Sansaryan Han’da bir gecelik deneyimi vardır. Henüz 11 yaşındadır. Erzincan, Bilecik, İstanbul,Ankara… Sonra bütün bir Anadolu… Göçebelik hiç bitmez. Hangi şehirdeyse orası, yalnızlığın başkentidir.
ŞAİR’İN ADRESİ
26 yılda 29 ev değiştirir, adres olarak PTT’den kiraladığı posta kutularını kullanır. P.K. 1349 Karaköy-İstanbul adresindeki kutuya bakar yıllarca. En son yaşadığı evin bulunduğu sokağa Cemal Süreya adı verilir. Hiçbir şeyi yoktur akıp giden sokaktan başka.
ŞAİR’İN PARASIZ YATILISI
Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılıdır. SBF’de maliye ve iktisat bölümünü seçer. Ece Ayhan, Sezai Karakoç ve Muzaffer Buyrukçu’yla arkadaş olur. İyi notlar da alan kötü bir öğrencidir. Oktay Akbal’ın Aşksız İnsanlar’ını Cebeci-Sıhhıye arasında yürüye yürüye ve gide gele okuyup bitirir. Maliye müfettişliği, devletin en büyük kariyerlerindendir. Yılda 3-5 üniversite mezununun girebildiği bir memuriyettir ve bunu SBF’nin göçebe öğrencisi Cemal Süreya başarır. Hayat için, büyük bir başlangıçtır. Beden Terbiyesi’ni teftiş ederken masanın üzerine konulan biletleri geri verip parayla bilet alarak maça giden bir müfettiştir.
ŞAİR’İN DERGİSİ
Dergi çıkarmak, onun için şiir yazma gibi bir tutkudur. Dergileri, evi barkı gibi görür. Sürekli yazacağı bir dergi olmadığı zamanlar, kendini sokakta kalmış gibi hisseder. Ona göre, ‘dergiler bir edebiyatın laboratuarıdır.’ Memuriyeti sırasında görevle gidip 1 yıl kaldığı Paris’ten getirdiği arabayı satıp dergi çıkarır. Papirüs serüveni belki hak etmediği ilk yenilgidir. ‘Bir dergi gibidir onun hayatı- Bu yüzden ölmez batar’ Cağaloğlu Eser Han’da kiralanan küçük bir oda, evden getirilen birkaç eşya… İlk sayının masrafı 1500 lira, cepteki para 50 lira..O günlerde büroya Edip Cansever uğrar. Çıkarken yerdeki eski püskü bir halıya gözü ilişir. Cansever; aynı zamanda antikacıdır. ‘Bu iyi bir şeye benziyor’der. Kapalıçarşı’da ortağı Jak’la bir antikacı dükkânı vardır. Yarım saat sonra Jak gelir. Halıya bakar. ‘Siz, bunun üzerine basıyor musunuz?’ diye sorar. Halıyı katlar, alır gider. Biraz sonra, yardımcı çocuk parayı getirir, elinde 2000 lira vardır. İlk sayı, bu halının parasıyla çıkar. Dergiye halıya teşekkür ilanı koymayı bile düşünür. Dergiciliği şairliğinden ayırmaz. Şair olarak ne kadar özgünse, ne kadar yaratıcıysa dergici olarak da öyledir. Sözgelimi, Orhan Veli özel sayısı hazırlanırken bir sabah gözleri ışıl ışıl gelmiştir büroya.Yaprak’ın lastik mührünü bulmuştur. Her sayıya bu mührü elle teker teker basar. 1500 derginin belirli sayfalarındaYaprak’ın orijinal lastik mührü vardır.
ŞAİR’İN MÜDÜRÜ
Papirüs serüveninden sonra tekrar döner memuriyete. Bu kez iddialı olarak: Maliye Tetkik Kurulu üyeliği ile başlayan çizgi Darphane ve Damga Matbaası Müdürlüğü ile noktalanır. Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon önyargılı teftişinde hiçbir olumsuzluk bulamayıp ‘Her şey yolunda, ama burayı pek temiz bulamadım.’ deyince Cemal Süreya da ‘Burası bir iki saat öncesine kadar hiç kirlenmemişti.’karşılığını verir. Yüreği hariç, bütün kapıları açmıştır bakana. Çıkarken altın tozu kalmasın diye paçalarını silkeleyen bir şair müdürdür.
ŞAİR’İN AŞKI
Bütün sevgililerine ‘Annem çok küçükken öldü / Beni öp sonra doğur beni’ diye seslenir. Erotizm, romantizle iç içedir onda. En çok da ‘Keşke yalnız bunun için sevseydim seni’ dizesini kullanır. Kendi kendine mektup yazar. Aşk ona göre aynı masada mektuplaşmaktır. Ütopyası, kendi mektubunun postacısı olan kızdır. Hep âşıktır. ‘Sevmek ne uzun bir kelimedir’ İkisi resmi olmak üzere, yedi kez evlenir. Nerde bir çift göz görse tutar onu sevgilisine tamamlar.
ŞAİR’İN ÇOCUKLARI
Memo Emrah’ın annesi Zuhal Tekkanat’tır. Oğlu Memo Emrah’tan çok çeker. Acıbadem’de otururken oğlu Emrah üşümesin diye bir gece Papirüs dergilerini yakmak zorunda kalır. Ölümüne yakın oğlundan dayak yediği iddia edilir. Babasına inat İslamcı (!) olan, Dar-ül Harp sözünü dilinden düşürmeyen Memo Emrah’ın babasının ölümünden çok kısa bir süre sonra bir kazada ölmesi acı bir tesadüftür. 9 Ocak 1990 gecesi, Memo Emrah, babasını mutfakta bulur. Saat, iki buçuktur. Masanın üzerinde bir duble rakı vardır. Buzdolabından su alırken fenalaşır. Memo, babasını salona taşır.Yüzünü yıkar, kendine gelir gibi olur. Annesini uyandırır. İlkyardıma haber verilir. Hastaneye kaldırılır. Akşamüzeri dört sıralarında yeniden fenalaşır. Bu kez kendine gelemez. Ölümün yarattığı şok yatışmadan bir söylenti çıkar. Memo, öldürmüştür babasını, üstelik döverek. Memo hakkında dava açılır. Basın, Zuhal Hanım’ı da ortak eder bu cinayete. Memo, ‘Keşke, ben ölseydim!’ der sadece. Zuhal Hanım, evin eşyalarını dağıtır. Elbiselerini, Cemal Süreya’nın kızkardeşine; kitaplarını, notlarını, 2000’e Doğru dergisine verir. Daktilosonu ise kendisi alır. Cemal Süreya’nın mezarını yaptırır, mezar taşına ‘Üstü Kalsın’şiirini yazdırır.
Aradan yedi ay geçer Bir cumartesi akşamı kızı İçsel’e gider. Ertesi gün öğleden sonra evine döner. Başsağlığı dilekeriyle karşılaşır evinin kapısında. Memo Emrah öldürülmüştür. 13 Ağustos 1990’da toprağa verildiğinde,’baba katili’ olmadığına dair verilen rapordan haberdar değildir. Birkaç gün sonra çıkan rapora göre, Cemal Süreya’nın ölüm nedeni, beyin felci ve kalp krizidir. Zuhal Hanım, kararı gazete ilanlarıyla duyursa da söylenti gerçeği aşmıştır artık.Ayça’nın annesi, onun ilk aşkı, ilk eşi, üniversite son sınıftayken evlendiği Seniha Hanım’dır. Parasız günlerinden birinde kızı Ayça’ya şiir karalamalarını vererek ‘Bunları sakla, ileride para eder’ der. Kızı, şiirlerinin ne kadar saçma olduğunu söyler. Kızının nikâhında bulunamaz. Çünkü, haberli değildir. İzmir’e gidişlerinde arkadaşlarına bir hanımla buluşması olduğunu söyler, ortadan kaybolur. Bu buluşmalardan her dönüşte dalgın, suskun, üzüntülü olması arkadaşlarının dikkatini çeker. Buluştuğu hanım kızı Ayça’dır. Babasıyla yıldızı bir türlü barışmayan kızı…
ŞAİR’İN İMZASI
Kadıköy sahilinde yürürken her an karşıdan Fazıl Hüsnü Dağlarca gelebilir düşüncesiyle önü hep iliklidir. Dağlarca, onunla konuşmayınca ‘Bugün ağam sudan soğuk bakıyor’ der. Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya kırgın; Ece Ayhan’a buruk; Sezai Karakoç’a özlemle gider. Sezai Karakoç’un imzalı tek kitabı Cemal Süreya içindir: “Şahdamar, Cemal Süreya’ya, Kardeşim Paris’e ideoloji ihraç et, ideoloji… 24 / 04 / 1962” Elli dokuz yaşında, yedi kırlangıç ömründen dört yıl alacaklı ölür. Ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürür. Yedi kırlangıç ömrü yaşayamasa da ikisi nikâhlı olmak üzere, yedi parmağa yüzük takan Cemal Süreya’nın Haliç’in kıyısındaki Kulaksız mezarlığında yatmasıyla imzası arasında ilginç bir benzerlik vardır. Şair, parafında yalnızca Cemal’i kullanır. Ki, bunda insan yüzü son derece belirgindir, parafına bakarak, imzasında profilden bir insan yüzü çizdiğini ve bu çizgide kulak bulunmadığını görmek mümkündür.
Sıddık Akbayır, Kaynak:Ot
İZDİHAM