Son dönemde Türk hikâyeciliği üzerine eleştirmenler, çoğunlukla hikâyenin, diğer türlere oranla yükselişte olduğunu belirtiyor. Bu görüşte, genel gelişmişliğin- yayın piyasasının gelişimi, dijital çağın yükselişi- yanı sıra okur kitlesinin- özellikle genç kuşağın- kısa anlatıma yönelmesinin etkisi büyük. Bu nedenle diğer türlere oranla, kısa ve öz olan hikâyenin yükselişte olması da tanıdık bir manzara. Sözün burasında bu manzaranın kötüye yorulmaması gerektiğinin de belirtmiş olalım. Son dönemdeki bu manzarayla beraber, yazınsal alanda, 2010 kuşağında da hatırı sayılır bir artış var. 2010 kuşağına mensup genç yazarlardan biri de Yunus Meşe. Hikâyelerini edebiyat dergilerinden takip ettiğimiz Yunus Meşe geçtiğimiz ekim ayında İzdiham Yayınlarından ilk kitabını çıkardı: Geç Kalmış Bir Şapka.
Geç Kalmış Bir Şapka,iki bölümden oluşuyor: Geçmiştir ve Belki. Meşe, bu iki bölümü işlenen konular, dilin kıvamı, ve teknik açıdan birbirinden ayırmış. Çünkü bu iki bölümde bir keskinlik söz konusu. Geçmiştir bölümünde yer alan hikâyeler daha hayatın içinden daha hisli iken ikinci bölümde kurgu ön plana çıkmış. Böylece okur tarafından bir tasnif ihtiyacı da ortadan kalmış. Fakat bu tasnifin tema açısından doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü kitap boyunca yazar, hep aynı pencereden bakıyor.
Taşranın Bağrından: Ruh, Gözlem, Monolog ve His
Yunus Meşe hikâyesinin ana temasını bu dört kelime oluşturuyor. Ötekileşmiş veyahut ötekileştirilmiş kalabalıkların insanı, onun ruhundaki dipsiz ağrı. Yazarın gözlem kabiliyeti. Özellikle ikinci bölümdeki anlatımı rahatlatmak adına oluşturulmuş monologlar. Ve bu monologların hayata karşı sorumluluk bilinciyle ilerlemesi. Ruh, gözlem ve monologun hisle birleşimiyle oluşan tablo.
Hikâyelerin tamamında hayata karşı mesafeli, korkak, sünepe tiplerin bir tutunma çabası var. Bu çaba yazarın bazen pes etmesiyle bazen de inat edip inancının karşılığını almasıyla son buluyor. Bu karşılık kahramanın ruh halini okura ulaştırmada başarılı bir şekilde kullanılmış. Özellikle aklı evvel kahramanların varlığı okurda rahatsızlık hissi verse de ruh yordamı ve kurgu yazarın imdadına yetişiyor.
Meşe’nin gözlem kabiliyeti taşrayı iyi bilmesiyle alakalı. Çünkü taşra insanı ‘’göstere göstere’’ konuşur. Hali ve tavrındaki rahatlık sözlerine, davranışlarına yansır. Yorulmadan saatlerce anlatabilir. Meşe’nin söz oyunlarına başvurmaması, akıcı üslubu da bu damardan geliyor.
Bana göre monologlar, yazarın ‘’dar gününde’’ yetişen; yol gösteren, yol açan unsurlar. Hikâyelerin bir kısmında; Mor Çanta hikâyesinin neredeyse tamamında kullanılan bu unsurlar, Meşe’nin en güçlü silahlarından biri. Okurunu düşündürmeyi başarmış. Çalışılmış diyaloglar aynı zamanda mitolojik öğelerle de birleştirilmiş.Ve Belki bölümünün üç hikâyesinde tema ve teknik açısından oluşan yavanlık birkaç diyalogla kotarılabilinmiş.
Geç Kalmış Bir Şapka’nın dozunda arabeski eskilerin hissi kablel vuku dediğidir. Çünkü henüz gerçekleşmemiştir, gerçekleşme ihtimali vardır. Bu tanım özellikle Belki bölümüne daha uygun olsa da duygu yoğunluğu, yer yer romantizmin etkisiyle tüm kitaba yön vermiş.
Sessiz İsyan: Baba
Özellikle ilk üç hikâyede geniş yer tutan baba unsuru yazarın iç isyanının dışavurumu. Buradaki önemli nokta yukarıda vurguladığımız taşra meselesi. Taşrada babalara hesapsız itaat vardır. Bu itaat dışa dönüktür. Sorgusuz ve sualsizdir. Sorgulayıcı olan ise içten gelir. Meşe, baba unsurunu bir iç gözlem olarak kullanır. Diyaloglara vardırmaz bu hesaplaşmayı. Sessizce öç alır ondan. Bunu yaparken de belirlenmiş sınırlar içinde ilerler. Onunla ‘’yüz göz’’ olmaz. Uzaktan yaklaşır. Yanındayken uzaklaşır.
Kaynak: Karar Kitap
İZDİHAM