Birçok düşünür onun gerçek bir felsefeci olduğundan kuşku duysa da Kierkegaard korku, ironi, inanç ve özgürlük üzerine yazdığı yazılarla düşünce dünyasına önemli katkılarda bulunmuştur. Gençlik döneminin amacı kendini bulmaktı. Tek başına aramanın zorluklarından olacak, arayışını yazılarını imzalayan öteki-benlerinden oluşan bir ekiple sürdürmüştü.
Søren Kierkegaard hayatı boyunca hiç ayrılmadığı Kopenhag’da 1813 yılında doğdu. Babası Michael Pedersen Kierkegaard’ın bağlı olduğu Pietizm mezhebinden kaynaklanan melankolisi, günah ve lütuf takıntıları ve acı çekmeye eğilimi, genç Søren’in hayata bakışını derinden etkiledi. İlk eşini çok erken yitirdikten sonra ev sahibesiyle evlenen baba Kierkegaard, yün ticaretinde büyük başarı elde etti. 40 yaşına geldiğinde işi bırakacak kadar zenginleşmişti. Büyük yoksulluk içinde geçen çocukluğunda Michael Pedersen’in Tanrıya lanet etmişliği vardı ve bunun sonucu olan pişmanlık tüm ailenin hayatını etkileyecek kadar derin oldu.
Kierkegaard 1830’da Kopenhag Üniversitesi’ne girdi ve burada teoloji, felsefe ve edebiyat eğitimi aldı.
Annesinin öldüğü sene olan 1834’te ünlü güncesine ilk notlarını düşmeye başladı. Bu yıllarda hayatta ne yapması gerektiğini kestirmeden önce kendisini tanıması gerektiği düşüncesine kapılmıştı. 1837’de üç yıl sonra nişanlanacağı, Latince öğretmeni Regine Olsen’le tanıştı. Regine o dönemde çok rastlanmayan kadınlardandı; henüz yirmisine varmadığı halde evinden ayrılmıştı, tek başına yaşıyordu. 1838’de Kierkegaard babasını kaybetti. Aynı yıl Hans Christin Andersen’in Kun en Spillemand (Sadece Bir Kemancı) adlı romanını acımasız bir biçimde eleştiren ve alaya alan Af En Endnu Levender Papirer (Hala Yaşayan Bir Kağıt Hakkında) başlıklı bir yazı yazdı. 1841’de Regine Olsen’den ayrıldı ve kendini yazmaya verdi.
Olsen, daha sonra Alman erken Romantizminin ünlü adlarından edebiyat tarihçisi Friedrich Schlegel’le evlenecekti. Kierkegaard evliliğin ve aile babalığının sorumluluklarının kendisini çağıran felsefi görevle bağdaşmadığını düşünüyordu. Feminizmin erken öncülerinden İsveçli yazar Fredrika Bremer kendisiyle “hayatın başkalaşımları” hakkında tartışmak istediğini bildirdiğinde “kimsenin davetini getirmeyin bana çünkü dansetmiyorum,” diyerek çağrıyı reddetti. Bremer reddedilmenin öcünü yazarla alay ettiği bir kitapla aldı.
Kierkegaard’ın dikkati çeken ilk kitabı, dönemin egemen felsefesi olan Hegelciliğe eleştiriler getiren doktora çalışması İroni Kavramı oldu. Afsluttende Uvidenskabelig Efterskrift’te (Bir Sonuca Varan Bilimsel Olmayan Notlar’da, 1846) tüm felsefi sistem kurma çabalarına saldırdı ve hakikatin öznellikte olduğunu savundu. Birey inancının öznelliği temelinde kendi hakikatini seçmekte özgürdür. Korku Kavramı (1884), insanın olanakların hiçliğiyle yüzleşmesini ve geleceğin açıklığı ve belirsizliğiyle karşı karşıya kalışının yarattığı kaygıyı temsil eder. Günlüğüne Mayıs 1843’te düştüğü bir notta şöyle yazar:
“Beni aşırılığa götüren, korkuydu.”
Korku, her insanın Adem’le aynı şekilde yitirdiği masumiyete dönüş ihtiyacını açıklamaktadır. Kıta felsefesine damgasını vuran Hegelci akımlarla çatışırken, Kierkegaard’ın dayandığı temel nokta, kişisel ölümsüzlüğe duyduğu inanç olmuştur. Ona göre Hegel Tanrı’nın kişileşmişliğini yadsıyarak onun yerine “Mutlak Tin”i koymuştur. Hegel’e göre insanın gerçek bireyselliği devletin evrimine gösterdiği uyumda yatar: “Dünya tarihi, dünyanın yargılanmasıdır.” Kierkegaard, Hegel’in soyutlamalarına karşı derin bir kuşku besliyordu.
Ona göre hayat Hegel’in öngördüğü biçimde, bürokratik bir tarzda akılcılaştırılamazdı ve Tanrıya inanç kuramsal bir sorunun çözümü değil, özgür bir inanma edimiydi. Hegel’in felsefi amacı tarihi nesnelleştirerek kişisellikten sıyırmaktı; oysa Kierkegaard’a göre felsefe filozofların bireysel çabalarının ürünüydü. Bu düşünce, Kierkegaard’ın çeşitli mahlaslarla yazdığı yazıların kendi aralarındaki tutarsızlıklarını bir ölçüde hafifletir.
1846’da Kierkegaard’ın felsefesi ve kişiliği, Corsaren adlı bir mizah dergisinin hedefi oldu. Yayımlanan karikatürler nedeniyle yazar yazmayı bırakmayı bile düşündü. İşler, ayaktakımının yazarı sokaklarda taciz etmesine kadar vardı. Bu deneyimlerin ardından “nerede kalabalık varsa hakikatsizlik oradadır” diye yazacak, güncesinde kendisini ‘kahkaha şehidi’ olarak anacaktı.
Kierkegaard, inancın kurumsallığıyla ilgili itirazlarını yalnızca yazılarında dile getirmedi. 1854’te yeni psikopos atanırken ‘devlet kilisesi’ anlayışına itirazlarını kamusal alanda dillendirdiyse de kimse onu dinlemeye yanaşmadı. Düşünüre göre Danimarka’da işlerlikte olan halkın sözde kilisesi, dinin gerçek rolünü felakete yol açacak biçimde gasbediyordu. Kierkegaard’ın kendisi de öğreniminin doğal sonucu olarak papazlık yapma yetkisine sahipti; ama hiçbir zaman papaz olarak çalışmadı. Boşu boşuna teoloji düşünürü olarak kabul edilmeyi bekledi.
1848’de ruhsal bir kriz yaşadı. Ölüm hakkında düşünmeye başladı ve beklenmeyen bir şey yaparak katedraldeki bir törene katıldı. Indøvelse In Christendom (Hristiyanlık Pratiği) adlı kitabı 1850’de, Anti-Climacus mahlasını kullandığı Hvad Christus Dømmer om Officiel Christendøm (İsa Resmi Hristiyanlığı Nasıl Yargılardı? ) ve Guds ForanderlighetTanrının Değişkenliği) adlı kitaplarını 1855’te yayımladı. 1855 güzünde, ölümünden sonra “Hristiyanlık”a Saldırı başlığı altında basılacak bir dizi makale üzerinde çalışırken bir omurga hastalığına yakalandı ve bir ay sonra 11 Kasım 1855’de hayatını kaybetti.
Kierkegaard oldukça verimli bir yazardı. Yaratıcılığının doruğunda olduğu 1830’larda, altı ay içinde çeşitli mahlaslarla yazdığı, kimileri bir diğerinin taşlaması niteliğinde olan on iki kitap yayımladığı oldu. Felsefe Parçaları ya da Bir Parça FelsefeAfsluttende Uvidenskabelig Efterskrift’te Kierkegaard mahlaslarla yazdığı çeşitli kitapların kendisine ait olduğunu itiraf etti. (1844) yalnızca üç ay içinde yazılmıştı. Kitap, büyük bir başarısızlık oldu; üç yıl içinde sadece 200 adet kadar satılabildi.
Kierkegaard, hakikatin en iyi biçimde insanın hayatın alışkanlarıyla ilişkisi sınanarak, bağımlılıklarla yüzleşerek ortaya çıkarılabileceğini söylüyordu ve bunun örneklerini Victor Eremita adıyla imzaladığı Enten/ Eller’de (Ya/ Ya Da) vermişti. Hayatın estetize edilmiş tarzını anlatmak için seçtiği örnekler, genel olarak Regine Olsen’le yaşadığı ilişkinin çeşitli anlarından seçilmişti. Yapıtın, Baştan Çıkarıcının Günlüğü’nü de içeren ilk cildi hedonizme, onun deyişiyle ‘estetik hayat’a ayrılmıştı. Yargıç William adlı evli bir karakter üzerinden anlattığı ikinci ciltte ise, ilk deneyim dizisinin tersi olan ‘düşünümsel hayat’ın betimlemesine yer veriyordu. Olsen’e davranışlarının kendisine yüklediği suçluluk duygusu Korku Kavramı’nın yazılışında etkili olmuştur. Yazar bu kitapla dünyayı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sartre’ın popüler hale getireceği angst kavramıyla tanıştırır. İspanyol yazar Unamuno, yalnızca Kierkegaard’ı özgün dilinden okuyabilmek amacıyla Danca öğrenmiştir.
Kierkegaard, soyut ve kişiselliksiz düşüncenin kesinlikle değerli olduğuna inanmış olmakla birlikte, hayat onun için yalnızca mantıktan ibaret değildi. Ludwig Wittgenstein, Kierkegaard’ı eleştirdiği Vermischte Bemerkungen’de (Karışık Notlar) “bilgelik tutkusuzdur,” diye yazar; “ama Kierkegaard’ın inancı, bunun tersine, bir tutkuyu çağrıştırır.”
“Varoluşa bağlandığı yolda hakkikat özneldir. Yalnızca, kendi çabalarımızla, sorumluluğunu üstlenerek ve kendi hayatımızın parçası haline getirerek kavradığımız şey hakikattir. Bir Hristiyan olmak yetmez; düşüncesiz kilise müdavimlerinin de Hristiyan olması gerekir.”
Belli bir duruşu sürdürmekteki gönülsüzlüğü nedeniyle, bazı düşünürler Kierkegaard’ın felsefeye bir şey katmadığını iddia etmişlerdir. Kierkegaard da kendi yapıtlarında yalnızca nasıl Hristiyan olunacağı sorusuna yoğunlaştığını söylemiştir. “Son Yargı’dan sonra cehennemde yalnızca bir günahkar kalırsa ve o ben olursam, o dipsiz kuyudan Tanrının adaletini kutlayacağım.”
İZDİHAM