Ünlü denemeci Montaigne “Bir insanda insanlığın bütün halleri vardır.” der.
Geleceğe Güven, Stefan Zweig’ın 1909-1941 yılları arasında yazdığı denemeleri bir araya getiriyor. Kitap, yazarın bu türde verdiği eserlerin gelişimini ve çok yönlülüğünü yansıtması bakımından Zweig’ın uzun soluklu yolculuğunun bir durağı.
Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın Everest Yayınları’ndan çıkan denemeleri, insancıllığı ön plana çıkaran, yalın, sade anlatımı ve yazarın zaman içinde değişen, gelişen bakış açısını yansıtmasıyla dikkati çeken metinler… 20. yüzyılın en çok eser veren aydınlarından olan Zweig’ın bu seçkideki denemeleri 1909-1941 arasını kapsıyor. Kitap, yazarın bu türde verdiği eserlerin gelişimini, hem içerik hem de biçim açısından çok yönlülüğünü yansıtması bakımından uzun soluklu Zweig yolculuğunun yeni bir durağı olarak nitelenebilir.
Die Schlaflose Welt: Essays 1909-1941, kitabın üçüncü sayfasında özgün adının bu olduğunu okuyorum. Almancaya çok hâkim olduğum söylenemez ama “uykusuz, huzursuz dünya” diye çevrilebilir sanırım, ismin devamı ise açık: 1909-1941 arasında yazılmış denemelere işaret etmekte. Kitap için Türkçede tercih edilen, belki çevirmeninin belki editörünün ona yakıştırdığı ad ise içindeki denemelerden birinden: Geleceğe Güven.
Bir ‘yaşam eleştirisi’
Kitaba seçilen isim ile özgün isim arasındaki meraklı geliş gidişlerim, bu seçimin tam olarak Zweig’ın temel çelişkisini yansıtmasından. İki dünya savaşı, acılar, sıkıntılar, değişimler, zorunlu göçler, sancılar, özlemler arasında yazılan bu denemeler, söz konusu yılların olaylarını, olgularını, durumlarını değişik boyutlarıyla önümüze sermekle kalmıyor, yazarın başarılı alıntıları da tüm bu kavramları zenginleştiriyor. Metinler, önyargıları, dogmaları, bireysel ve toplumsal ızdırapları, dünyanın gidişatını insana ve yaşama dönük bir sorgulama içerisinde ele alıyor, “yaşam eleştirisi” yapıyor. Kitabın tamamına baktığınızda Zweig’a acı çektirdiği aşikâr, huzursuz, uyumayan, uyutmayan bir dünya var. Kitabın özgün adı buradan geliyor. Satırlarda, tüm bunlara inat karamsarlıkla atbaşı giden bir “umut” var. Zweig’ın karanlık tünellerini usul usul aydınlatan bir ışık, yolun sonundaki umut bu; yılmamayı, birleşmeyi öğütleyen bir “geleceğe güven”…
Ve tabii yazarın kendisi -Stefan Zweig- dünyadaki acılarla başa çıkamayan, 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı sürerken vatan özlemiyle yandığı Brezilya’nın Petropolis kentinde karısıyla birlikte intihar ederek hayatına son veren bir huzursuz… O, aslında insanlara yarını beklemelerini söyleyen, geleceğe güvenmeyi telkin eden bir umut savunucusu. Çözülmesi zor bir çelişki. Telkin ettiği umuda inanmamak mı bu, yoksa güneşli günleri bekleyecek sabra sahip olmamak mı? Dünyanın en zor işlerinden olan yaşamı sürdürme işi şüphesiz sabır istiyor. Ömür boyu sabır…
İnsanlığın halleri…
Ünlü denemeci Montaigne “Bir insanda insanlığın bütün halleri vardır.” der. Bu hiç şüphesiz Zweig için de geçerli. Hayatına son verdiren karamsarlığını, insanlara güç veren umudunu böyle açıklamak lazım belki. Denemelerinde de bu hallerin farklı yansımaları var. Ama en çok insancıllığı sivriliyor, savaşlardan nefret etmesi, özgürlük ve mutluluk arayışı öne çıkıyor. 1909-1941 yılları arasını kapsayan dönemde var olan düzeni sorgulamaktan kaçınmayışının gelişimi izlenebiliyor. Zweig, toplum tarafından kabul gören her şeyin anlamlı olup olmadığına kafa yoruyor, sağduyulu fikirler ortaya koyuyor. Onun denemeleri 20. yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran kişilere, olaylara ve eserlere kapsamlı bir yaklaşım içeriyor. Gözlemleri ve tahlilleri, yazarın gelişim çizgisini kavramaya da yarıyor.
Bu kitabın, yerinde yavaşlığa bir başkaldırı sergileyen, tarihin dürüstlüğünü sorgulayan, değerini yitiren düşünceleri irdeleyen, çıkarcılığı yerden yere vuran, herkesin elinden silahların alınmasını dile getiren denemelerinde ilerlerken biz okuyuculara sunulan sadece tespitler, sorunlar, sıkıntılar değil, çözümler de. Bir denemesinde şöyle sesleniyor Zweig: “Şaşkın, ne yapacağını bilmeyen, yarısı yok edilmiş bir dünyada düşün gücünü ve aklın yenilmezliğini her şeye karşın kararlılıkla ayakta tutmak zorundayız. Haydi, gelin birlik olalım!” Bir başkasında şöyle tekrarlıyor bu çağrısını: “Birbirinden değişik çıkar yollara inansak da gelelim bir araya.”
Huzursuz başlayan, huzursuz geçen yüzyıl
Kitap bittiğinde, Zweig seven, özellikle uzun öykülerine, incelikli kurgularına, karakter tahlillerine vurgun bir okuyucu olarak aklımda en çok kalan deneme “Geleceğe Güven” oldu (kitabın adını bir kez daha isabetli buldum). Bunda kadın olmamın da payı vardır, çünkü Zweig bu denemede hâlâ ulaşılamayan “yarının kadınını” anlatmış. Bugün tartışılan olguları okumak, geçmişle şimdi arasındaki paralellikleri görmek okuyucuyu cezbediyor. Denemelerin genelinde yakın geçmiş kadar uzak bir gelecek var. Ölümü seçen Zweig’ın ölümsüzlüğü var. Okuduğunuzda göreceksiniz, çevirmen Ahmet Arpad’ın da dediği gibi “Huzursuz başlayan ve huzursuz geçen 21. yüzyılda düşünceleri her zamankinden daha çok geçerli.”
Yirminci yüzyılın belleği
İki dünya savaşına tanıklık etmiş olan Stefan Zweig, bir anlamda 20. yüzyılın belleği sayılabilecek aydınlardandı. Özellikle 1920’li ve 30’lu yıllarda dönemin en ünlü yazarlarındandı, şöhreti dünyaya yayılmıştı. 1881’de bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz 20 yaşında Verlaine ve Baudelaire’in şiirlerini Almancaya çeviriyordu. 30’una geldiğinde ise I. Dünya Savaşı’na katılmış, Hindistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar birçok ülkeyi gezmişti. Zweig aynı zamanda hayatındaki en verimli döneme giriyordu. Uzun yıllar yaşadığı Salzburg’da pek çok eser verdi. Geleceğe Güven’deki denemelerin bir kısmı bu verimli dönemde kaleme alındı. Yazar daha sonra Nazilerin baskısıyla ülkesini terk etti, Londra’ya yerleşti. Avrupa’nın gittikçe kötüleşen atmosferi Zweig’ın hayata ilişkin umutlarını her geçen gün azaltıyordu. Bir konferans için gittiği Brezilya’ya yerleşmeye karar verdi. 1942’de Avrupa’nın geleceğine dair bütün umutlarını kaybetti, eşi Lotte’yle beraber yaşamına son verdi.
Ayşe Başak
İZDİHAM