Süleyman Unutmaz, Dünya Yalandır, Dünyanın Yalan Oluşu Gerçek; Buyrun Buradan Yanın
Geceleri uyuyamıyorum Paul Auster
Uyusam bile uyuyamıyorum.
Cennet çok soğuk.
Koridorda mütemadiyen yürüyoruz Auggie Wirens’le.
Yakılan her sigara yeni bir cümle fısıldıyor.
Kaybolan fotoğraf albümlerinin bazı resimlerini yeniden çektirmek için geçmişe yolculuk yapmayı düşünüyorum.
Burası gökyüzüne çok yakın ve kişiye görgü bağışlıyor bu yakınlık.
Sabahları bunları okuduğumda tiksintiye çok yakın bir uzaklık duyacağımı biliyorum bunlara…
Ama geceleri oldukça uyuyamıyorum. Varlığımın en esaslı parçası tıpkı bir makine gibi hep çalıştığından onun gürültülerini bastıramıyor göz kapaklarım.
Kendimi ezberlenmiş bir şiir gibi hissediyorum.
Ikea’dan aldığım beyaz kahve fincanına kahve doldurup word belgesini gönlüme açtığımda yaptığımın mahiyeti bela olan aydınlık üzerine dökülen bilek damarlarımı seyretmek olduğunu fark ediyorum.
Allah’la kal-u belada yaptığımız mutabakata taraflar hala sadık.
Bazen sırf her hangi bir umuda kapılmamak için namaz kılmadığım da oluyor. Her namazdan sonra ruhuma dolan umut beni boşa çıkarmasın diye…
Ama şuna eminim: Namaz kılanlar mutsuz değildir.
Kader, dua, hikmet ve kaza anahtar kelimeler…
Geceleri uyuyamıyorum ve yüzümde uykusuzluk izleriyle beni bekleyen sabaha yetişemiyorum bu yüzden.
İnsan roman yazacaksa senin gibi yazmalı Paul. Hayatla edebiyatın arasında bir dünya kurmalı kendine. Tüm o boktan duygusal sızlanmaları hayata, hayatın tüm çekilmezliğini de edebiyata yedirmeli. Ciddi bir oyun oynamalı kendisiyle ve yazıyla…
Uyuyamayınca yazı yazmaya oturanlar bunu bilir: cennette yalnızsındır. Yalnızlığın dünyevi ölçeklerine başkaldıran bir yalnızlıktır bu ve neredeyse çok mutlusundur da…
Sevgili Invention of Solitude,
Son günlerde yine senin romanlarına daldım. Yetmedi “SMOKE”u tekrar izledim. Muhteşem bir film. İnsanlarla dolu bir film, artık filmlerin çoğunda insan bulmak zorlaştı. Tıpkı hayat gibi o film, hayatın gibi, yazıkların gibi, kahramanların gibi.
Sonra resmine baktım senin yüzünde benden neler var acaba? diyerek. Doğrusu çok şey buldum. Fotoğrafların tümünde gözlerinin arkasındaki hakikati açık etmeyi başarmışsın. Ya da saklayamamışsın onu. Hayatın yetersizliğini, yalnızlığın soğukluğunu ve elden ne gelir ahbap edasını… Bütün romanlarını okumaya karar verdim. Hiç bir kitaptan geriye fazla bir şey kalmaz. Ama kitabın ruhu hep bizimle birliktir. Saatler harcayarak okuduğun romanı 2 dk bile anlatamazsın. Zamanla konusunu da çıkar akıldan. Bazı kasıntı romanları okumaktansa seni okumayı tercih edişimin tek nedeni o oyun duygusu. Nasıl olsa geriye pek bir şey kalmayacak bari okurken eğlenelim değil mi Mr. Vertigo?
Hayal gücüne, kurguna, bitmeyen tempoya romanlardaki, sürükleyiciliğe, oldukça marjinal konulardan derli toplu romanlar var edebilmene ve çalışkanlığına büyük saygı duydum yine… Aslında ben en çok kimlik değiştirmelere, başka biri olmalara bayılıyorum eserlerindeki.
Mesela sen benim “kaybolan bazı fotoğraflarımı yeniden çektirmek için geçmişe yolculuk yapma” düşüncemi duysan bunu kesinkes romana dönüştürürdün. Sen bunu yapardın Mr. Man in THE DARK!
Düşün bak adamın biri fotoğraf albümlerini kaybeder. Buna üzülür. Ama en çok da çok değerli bulduğu bazı resimlerin kayboluşuna üzülür. Diyelim 7 ya da 11 resim. Ve aklına bu resimleri yeniden çektirip hafızasını ya da hatıralarını sağlama alma duygusu için ne yapmak lazım sorusu düşer. Birkaç yıllık resimler için belki fazla sorun yoktur. Resimleri çektirdiği yerlere tekrar gider, resimdekileri bulur durumu anlatır ve yeniden resim çektirip – aynı yerde, aynı kıyafetlerle, aynı şekilde- meselenin bir kısmını halleder.
Ama ya çocukluk resimleri? Hadi onlardan az olsun. 2-3 tane, ama farklı dönemlerde… ne yapmalıdır? Çaresiz bir zaman yolculuğu yapması şarttır. Peki bu nasıl olacak? Roman burada düğümlenir, senin yaratıcılığına kalır.
Bu yolculuklar sırasında kahramanımızın başına iyi kötü bazı olaylar gelir vs.
Senin yaptığın aslında MR. INVISIBLE, katıksız Amerikan edebiyatı. Pek çok kişiye yüzeysel gelebilir. Çok satanlara dudak büken uyuşuk yazarlara ya da okuyuculara…
Ama hepimiz aslında Amerikan edebiyatı gibi hayatlar yaşayıp sözüm ona derinlikler peşinde koşmaya çalışıyoruz gibi yapıyoruz ya Mr. Oracle Night, ben buna tav oluyorum. Onlar senin gibi yazamazlar ama sen sana dudak büken kasıntı yazarlar gibi kolayca yazabilirsin.
Durduk yerde pıhtılaşan kan yerine gürül gürül akan kan değil mi ikimizin de tercihi? Ne zaman sıkılsam senin kitabının sayfalarına saklanıp zamanın baskısından kurtulduğumu, asla teklemeyen kurguda roman kahramanları gibi yolculuklara çıktığımı, okuduklarımın bana ve hayal gücüme yeni ufuklar açtığını, bana “hayal kur ve yalan söyle, gerisi kendiliğinden gelir” diyen sesinin düş gücüme dinamizm kazandırdığını HİSSEDEBİLİYORUM.
Şimdi uyumaya çalışmalıyım Bay Yanılsamalar Kitabı. Fotoğraf hikâyesini ya da hayalini bir düşün derim.
BELKİ de sen şimdiden bunu kafanda kurmaya başlamış ve beni ve kendini de işin içine katmışsındır bile. Romanın sonlarında seninle karşılaşırız bir resim de seninle çektiririz. Romanda tabii. Ya da hayatta.
Hay aksi! Romanda mıydı ikimizin resmi yoksa gerçek hayatta mı?!
Süleyman Unutmaz, kitap-lık 177
İZDİHAM