OYNADIĞIM KARAKTERLER TOPLANIP GELİRSE NE YAPARIM?
Bekir Göksel, küçük yaşlardan itibaren tiyatroyla uğraşan ve son dönemde oynadığı oyunların yanına oyuncu yetiştirmeye başlayan bir isim. Bekir Göksel ile tiyatronun temel parçası olan “birini canlandırmak” konusunu detaylıca inceledik.
Olmayan birini canlandırmak nasıl bir şey?
Living Theatre Tiyatro Grubunda bulunan Joseph Chaikin “Oyuncu yolculuğa çıkmalı, ama yolculuk sonunda geri geleceği bir yer de bulunmalı ve bu yer, yerleşik tiyatrodan farklı olmalı, bir işletme gibi olmamalı.” diyor. Bu yoldan gidersek, oyuncu kendini hayattan soyutlamamalı, aksine sürekli bir arayış içinde olmalı. Fakat bu cümlede mühim bir nokta var, o da ‘Yolculuk sonunda geri geleceği bir yer de bulunmalı.’ cümlesinde saklı. Tiyatro camiasında, oyuncu arkadaşlarımız karakteri benimsemek ya da içselleştirmek adına o rolle birleşmeye çalışıyor. Bu tabi mühim bir durum, fakat aynı zamanda riskli bir alan. Mesleğimizin en büyük deformasyonu psikolojik ve hatta nörolojik sorunlar. Bunlar, mesleğimizin özellikle ileri süreçlerinde yaşanan ya da yaşanma ihtimali ciddi derecede bulunan sorunlar. Yaşlılık zamanlarında oyuncuların hatırı sayılır bir kısmı ‘demans’ yani ‘bunama’ rahatsızlığını yaşıyor. Münir Özkul, Nejat Uygur ve diğerleri bu rahatsızlıkları yaşadılar. Bu konuda, zümre ikiye ayrılmış durumda. Bir kısmı, karakter oynamanın temel şartını o karakter gibi yaşamak ve tüm hayatına adapte etme olarak belirliyor, ikinci kısımdaki topluluk da iş hayatı ile sahne hayatını ayıranlar. Şahsen iki kısma da hak veren, ama iki kısmı da benimseyemeyen biri olarak ikinci kısım daha mantıklı geliyor.
Dışardan baktığında eline kâğıtları veriyorlar, ezberliyorsun, sahneye çıkıyorsun gibi hissediliyor. Peki, gerçekte nasıl?
Birini canlandırmak aslında sanıldığı kadar basit ve kısa süreli bir mesai değil. Oynanacak karakterin etüt edilmesi, üzerine düşünülmesi, tartışılması çok zorlu ve emek isteyen bir serüven. Bunun sonucunda, başka birini sahnelemek, verdiğin emekten ötürü çok hazlı ve keyifli bir sonuca ulaşıyor. Başkası oluyorsun, başka biri oluyorsun. Tiyatro da tam burada tiyatro oluyor. Buraya kadar başka biri oluyorsun, bu noktada başka birini kendince şekillendiren, kendiyle zaman zaman bağdaştıran ve oyundaki hikâyeye sığdıran biri oluyorsun. Tiyatroda aynı rol, farklı kişiler tarafından farklı formlarda oynanabiliyor. Bu durum, bence tiyatroyu karakteristik bir sanat kılıyor. Rol yapma sanatı, duygudaşlık duygusunu da çalıştırıyor. Yani, ‘Ben olsam ne yapardım? Bu durumda ben ne düşünürdüm?’ sorularını sorduruyor insana.
Sen birini canlandırırken nasıl hissediyorsun?
Bazen ‘Oynadığım bütün karakterler bir gün toplanıp gelirse ne yapacağım?’ diye korkuyorum. Başka biri olmak, kimi zaman beni korkutuyor da. Bir oyunda ailesine ve vatanına ihanet eden birini oynamıştım. Hazırlık kısmı da çok zorlu geçmişti. Hatta fiziksel temrinler yaparak, bu kişinin daha önce hapiste çektiği işkenceleri anlamaya çalışmıştım. Yani bildiğin acı çektim. İplerle ellerimi bağlayarak, ellerim bağlı bir şekilde yerlerde sürünerek bu acı eşiğini hissetmeye ve keşfetmeye çalışmıştım. Sonrasında iki sezon bu oyunu oynadık. Bazen, aklıma takılırdı ve içinden çıkamazdım. Otobüste, metroda ve sosyal hayatta bu karakter gibi hareket etme durumu insanın canını sıkabiliyor. Bu durumda insan kendini garip hissediyor. Aramızda kalsın ama bazen delirecek gibi hissediyorum kendimi. Bir sürü karakter, replikler ve davranışlar. Bunlar karışabiliyor.
Her alanda mevcut olan tekelleşme veya bir ekibin baskısı tiyatroda da var mı?
Tiyatroda ideolojikleşmiş ve politize olmuş cenahlardan hoşlanmıyorum. Camiada, politize olmuş bir kitle var. Biz bu kitleye ‘Cihangir Tayfası’ diyoruz. İstedikleri oyuncuyu gözde yapabiliyor, istediklerini de yerebiliyorlar. Kurum ve dernekleşmeye önem veriyor, tiyatronun onlara tahsis edildiğine inanıyorlar. Afife Jale Ödülleri gibi. Ben bu ödüllerin açıkça söylemek gerekirse ‘Danışıklı Dövüş’ olduğuna inanıyorum. Bir trans bireyi oynadığı için ödül veriyorlar oyuncuya. Burada kıstaslar çok farklı. Farklı parametreler var. Bu kitlenin içinde olmamak, bu işi yapmak için zor ama huzurlu. Çünkü siz kazançlarınız ve kayıplarınız ile berabersiniz. Ahlaki ve etik yargıları taşıyan bir insan olarak, bu kitleden birçok damga yiyebilirsin. Bir sürü sıfat da bulabilirler. Bu kısım can sıkıcı elbette. Ama sanatın ve tiyatronun temellerini okudukça, araştırdıkça etik olan olguların korunduğunu görüyoruz Bu da insanı doğru yolda olduğuna inandırıyor. İnsanın bence mahkemesi vicdanıdır. İnsan da hakikatin esiridir
Peki, tiyatroda her konunun işlenmesine nasıl bakıyorsun? Kötü duyguları vermek için sahnede kötü olunmalı mı?
İnancı ve inandığı bir doğrular bütünü vardır. Etik ve ahlaki değerler vardır. Etik ve ahlaki olmayan bir durum, tiyatronun özgür oluşuyla açıklanıp sahnelenmemeli. Yani bir oyunda tecavüz sahnesini anlatmak için bir oyuncu diğer bir oyuncuya tecavüz mü edecek? Bunu savunan arkadaşlarımız var. Tiyatronun duvarları olmadığını, olmaması gerektiğini, ahlaki ve hatta insanı yargıların sahnede olmaması gerektiğine inanan topluluklar var. Bu basit bir mesele değil. Bu çok net sosyolojik bir mesele. İnsan, en başında insan olduğunu unutmamalı. Doğru olan bence, hakikatle temas kurmakta ısrar etmektir. Bu ısrar sırasında üretim biçimlerinden herhangi birini kullanabilirsin. Sadece oturabilirsin. Filozoflar gidip film çekmezler, yazmazlar. Sadece düşünür, aklına geleni söyler. Bu da bir seçenektir. Önemli olan yolda olmaktır.
Röportaj: Furkan Yusuf Erten
İZDİHAM