I – Chi ailesinin başkanı, Chuen-yü’ye saldırıya hazırlanıyordu. (109)
– Tsan Yü ve Chi Lu, Konfüçyüs’ü görmeye geldiler, dediler ki: “Başkanımız Chi, Cuhan-yü’ye karşı eyleme geçiyor.”
– Konfüçyüs dedi ki: “Chi’u, burada suçlu olan sen değil misin?” – “Eskiden, bir kral Doğu Meng’e (bir dağ) sunulacak kurbanlara bakmak için buranın hükümdarını görevlendirdi. Burası bizim ülkemizin ortasındadır. Buranın hükümdarıyla kralın sıkı bir ilişkisi vardır. Sizin başkanınız buraya nasıl saldırabilir?”
– Tsan Yü, “Başkanımız bunu istiyor; biz ikimizse bunu istemiyoruz,” dedi. – Konfüçyüs dedi ki: “Bak Ch’iu, Chao Tsan ne diyor: (110) ‘Yeteneğini göstermek isteyince, memurlar arasında yer alır; yeteneksizliğini anladığında, çekilir. Bir kör, sendelediğinde onu tutamazsa ve düştüğü zaman kaldıramazsa, önderlikte ona nasıl yararlı olabilir?’
” – “Bundan başka, doğru söylemedin. Bir kaplan, bir gergedan, kafesinden kaçınca, bir kaplumbağa ezilince ve bir parça yeşim taşı zedelenince, suç kimindir?”
– Tsan Yü, “Ama, şimdiki durumda Chuan-yü güçlü ve Pi’ye yakın. Başkanımız burayı almazsa, birçok yıkıma uğrayacaklardır,” dedi.
– Konfüçyüs dedi ki: “Ch’iu, ‘büyük ve üstün insan’, ‘ben şunu isterim, ben bunu isterim,’ diyemez. Bu davranışını açıklar.’
“Ben şunları duymuştum: “Hükümdarlar ve aile başkanları, halkları az diye üzüntü duymadılar; ama yerlerini korumayacaklarından dolayı kaygılandılar. Onlar yokluk korkusu çekmediler; ama halk arasında huzursuzluğun yaratılmasından korktular. Halk yerini korursa, yoksulluk olmaz. Halk arasında birlik olursa, halkın azalacağı kaygı konusu olmaz. Halk huzur içinde olursa, ayaklanmalar baş göstermez.”
– “İşte böyle. Uzakta bulunan halk söz dinlemezse, onu yola getirmek için, kültür ve erdem onları beslemeli, yetiştirmeli. Bundan sonra halk rahata kavuşur.”
– “Şimdi, siz Yü ve Ch’iu, başkanınıza yardım ediyorsunuz; ama, uzaktaki halk söz dinlemiyor ve başkanınız onları kendine boyun eğdiremiyor. Ülkede bir takım ayrılıklar ve çöküntüler var; ama, başkanınız bunları önleyemiyor.”
– “Ve, ülkedeki bu düşmanlıkları o yaratıyor. Chi-sun ailesinin üzüntülerini Chuan-yü’de değil, sarayının içinde aramalıdır.”
II – Konfüçyüs dedi ki: “Bir ülkede iyi bir yönetim varsa törenler, müzik ve askeri seferler ‘Göğün oğlu’nun buyruğuyla yapılır. Ülkede kötü bir yönetim varsa tören, müzik ve askeri seferler prensin buyruğuyla yapılır. Bunlar prenslerin buyruğuyla yapıldığında, onlar on kuşakta da etkinliklerini koruyacaklardır. Bu buyrukları prensin memurları veriyorsa, onların etkileri beş kuşak içinde yok olmayacaktır. Büyük bakanlar ülkenin yönetimini ellerinde tuttuklarında, onların iktidarı ancak üç kuşak sürecektir.”
– “Ülkede doğru ilkeler egemen olduğu zaman, ülke büyük memurların elinde kalmaz.”
– “Ülkede doğru ilkeler egemen olduğu zaman, halk arasında anlaşmazlıklar olmaz.”
III – Konfüçyüs dedi ki, “Ülkenin yasal dükü beş yıl ülkenin gelirinden yoksun kılındı. Ülke, dört kuşak büyük memurların eliyle yönetildi. Bunun içindir ki, Üç Huanların soyu çok azalmıştır.” (111)
IV – Konfüçyüs dedi ki: “Yararlı olan üç tür arkadaşlık ve zararlı olan üç tür arkadaşlık vardır. Dürüst, içten ve anlayışlı bir arkadaş yararlıdır. İki yüzlü, kurnaz ve çok konuşan bir arkadaşsa, zararlıdır.”
V – Konfüçyüs dedi ki: “İnsanların yararlandığı üç tür eğlence ve zarar gördüğü üç tür eğlence vardır. Müzik ve törenler üzerinde çalışma, başkalarının iyiliğinden söz etme ve arkadaşları olma zevki; işte bunlar yararlıdır. Aşırı eğlence, zaman öldürme ve şölenlerden hoşlanma; işte bunlar zararlıdır.”
VI – Konfüçyüs dedi ki: “‘Büyük ve üstün insan’ın yanında bulunan bir kimsenin yapabileceği üç yanlış vardır: Konuşmaması gereken yerde konuşmak; buna, ‘tezcanlılık’ denir. Konuşması gerektiği halde konuşmamak; buna ‘gizleme’ denir. Büyüğünün yüzüne bakmadan konuşmak; buna ‘körlük’ denir.”
VII – Konfüçyüs dedi ki: “‘Büyük ve üstün insan’ın önlediği üç şey vardır: Delikanlılık çağında, henüz bedensel gücü gelişmemişken, şehveti önler. Güçlendiği ve bedensel gücü geliştiğinde, kavgayı önler. Yaşlandığı ve hayvansal duyguları yok olduğunda da açgözlülüğü önler.”
VIII – Konufüçyüs dedi ki: “‘Büyük ve üstün insan’ın korktuğu üç şey vardır: Göğün buyruğu, büyük adamlar ve kutsal insanların sözleri.” – “Küçük insanlar, Göğün buyruğunu bilmezler; bunun için korkmazlar. Büyük adamlara saygıları yoktur. Kutsal insanların sözleriyle alay ederler.”
IX – Konfüçyüs dedi ki: “Doğuştan bilgili olanlar, en üstün sınıftandırlar. Öğrenme yoluyla bilgi edinenler, bundan sonraki sınıfa girerler. Budalalar ve bilgisizlerse, en aşağı sınıfa girerler.”
X – Konfüçyüs dedi ki: “‘Büyük ve üstün insan’ın dokuz düşünce konusu vardır: Gözlerinin iyi görmesi, kulaklarının iyi duyması, yüzünün yumuşak, davranışlarının saygılı, konuşmalarının içten ve yaptığı işte dikkatli olması ve kuşku içinde olduğunda başkalarını sorguya çekme, kızdığında güçlükler; kazanç gördüğünde doğruluk düşüncesi.”
XI – Konfüçyüs dedi ki: “İyiye erişilemeyecekmiş gibi bak. Kötüyü, sanki elini kaynar suya sokuyormuş gibi düşün. Ben böyle insanlar gördüm, böyle sözler işittim.” – “Yalnızlığa çekilip amaçları için çalışanlardan ve ilkelerini uygulamak için doğruluğu ele alan insanlardan söz edildiğini duydum; ama, ben bu gibi insanları görmedim.
XII – Konfüçyüs dedi ki: “Ch’i Dükü Ching’in atının bin tane koşumu vardı; ama o, öldüğünde halk onun erdeminden söz edecek tek bir sözcük bulamadı. Po-i ve Shuch’i, Shao-yang dağının eteğinde açlıktan öldüler. Halk onları bu güne dek anmıştır.” – “Böyle konuşmakla da onları anmıyor muyuz?”
XIII – Ch’an K’ang, Po-yü’ye sordu: “Babanızdan bizim duyduklarımızdan başka şeyler öğrenebildiniz mi?” (112) – Po-yü yanıt verdi: “Hayır. Bir gün salonda yalnızdı. Ben oradan hızlı adımlarla geçiyordum. Bana sordu: ‘Şiirleri öğrendin mi?’ ‘Henüz öğrenmedim,’ deyince, dedi ki: ‘Bunları öğrenmezsen, konuşulmaya uygun bir insan olamazsın.’ Oradan ayrılınca hemen şiirler üzerinde çalışmaya başladım.”
– “Başka bir gün yine yalnızdı. Hızlı adımlarla oradan geçerken bana, ‘Tören kurallarını öğrendin mi?’ diye sordu. ‘Henüz öğrenmedim,’ deyince, bana, ‘Bu kuralları öğrenmezsen kişiliğini geliştiremezsin,’ dedi. Oradan çekilince, hemen bu kuralları öğrenmeye başladım.”
– “İşte, ondan yalnızca bu iki şeyi duydum.” – Ch’an K’ang oradan ayrıldı. Çok hoşnuttu; dedi ki, “Bir şey sordum, üç şey öğrendim. Şiirler ve tören kurallarından söz ettiğini duydum; sonunda, ‘büyük ve üstün insan’la oğlu arasında bir uzaklığın bulunduğunu öğrendim.”
XIV – Bir ülkenin prensi, karısına Fu-jen diyordu. Ülke halkıysa, ona Chün Fu-jen, başka bir ülkenin halkıysa K’ua Hsiao Chün, başka bir ülkenin halkı da Chün Fu-jen adını vermişti. Prenses kendisine Hsiao T’ung diyordu. (113)
Tzu-chang
İZDİHAM