1 Ocak 2024

Ubeydullah Öz, İsmini Hak Etme Derdindeki Öykü

ile izdihamdergi

Varlığı ile yokluğu farksız kabul edilen âdemin, kararsız kaldığı anda çıktığı yolculuktan arkasında bıraktığı iki çocuk bir olup babalarının tersi istikamette yola koyuldular ilk geyiklerini avladıklarında. Yanlarına annelerinin gözyaşları ile yoğrulmuş ekmekleri ve geyiğin kafasını da alıp günlerce yol aldılar.

***

Dikiş tutmaz düşlerin satıcısı Kara Hâdi’nin izbe dükkânında uzun zaman sonra kapı gıcırtısı duyuldu. Üstlerinde rengi solmuş gömlekleri, dizleri yamalı şalvarları ve halinden toprağa isyan eden çarıklarıyla iki çocuktu Hâdi’yi uykusundan uyandıran. Asırlardır uyuyan kadim bir varlık edasıyla doğruldu olduğu yerden. Heybetinden iki bacaksızın gözleri korktu, kapıdan geri dönmeye yeltenseler de Kara Hâdi’nin “Kimsiniz?” sorusu ile oldukları yerde donakaldılar. Bacaksızlar girdikleri kapıdan, bıyıkları terlemeden, çenelerinde yedişer tüy bitmeden çıkamadılar.

***

Toz bulutunun içinden çıkarken gördüm. Gençten iki çocuktu. Biri diğerine göre uzunca. Gözlerinin içinde birer derya yatıyordu. Düşmanı olup hançerini çeksen yuvasından, gözlerin değerse gözlerine kanlarını dökemeden, efsunlanır, düşürürsün silahını. Ağalar, eğlence deel anlattığım: Yıllardır köyümüze musallat olan, huzurumuzu yüreğimizden söküp ayakları altında çiğneyen Piç Remzi ve adamlarını dize getirip ne idiği belirsiz atalarının yanına –cehenneme- salıveren bu iki yiğittir. Böylesi yürekli gençleri Bedir’den beridir görmemiştir âlem. Dahasını da anlatmak diler hayran dilim lakin lafı yormadan maruzatı izah etmem gerek. Bu iki civanmerdin köyümüze gelmesi bir arayıştan. Yıllar evvel yolu buralardan geçen bir Dervişi ararlarmış: Orta boylu, uzunca saçlı, sağ gözünün altında başparmak boyunda derince yarası olan bir âdemmiş. Köylümüz her yolu düşene evini açar. Yolu buradan geçtiyse şayet, aramızdan birisi misafir etmiş olmalı onu. İyi düşünün hele ağalar, kimin ekmeğini yedi, kim dinledi öyküsünü bu dervişin?

“Yıllar sonra köyümüze ilk kez kar yağdıydı. Hatırlarsınız illa, dizlerimize kadar vardıydı karın boyu. Sobayı harlayam diye odunluğa vardığımda gördüm onu: İçeri sığınmış, tir tir titriyordu soğuktan. Eve buyur ettim, sobanın yanı başında döşeğe oturttum, karnını doyurdum, yatağını seriverdim sıcak yere ama tek bir şükran yoktu dilinde. Dilsizdir dedim o vakit, gözlerinde gördüğüm şükran bana yettiydi.

O yatınca ben de hanımın yanına vardım, yattım. Kaç saat geçti bilmem, bir kurt ulumasıyla uyandım. Uluma gittikçe yükseldi, ağlar gibi uluyordu hayvan. Uludukça içim ürpermeye, başımda karıncalar dolanmaya, kollarımda pireler tepinmeye durdu. Sonra bizim kapının açıldığını işittim. Pencereye fırladığımda bi’ de ne görem: Bizim dilsiz derviş dışarıda, kurda sarılmış sakinleştirmeye çalışır gibiydi. Kurt uluyor, o da onun dilinden uluyordu sanki. Hayretim nefesime kast edecekken sesleri dindi. Kurt önde, derviş arkada, gecenin karanlığında, onca karın altında yürüyüp kayboldular. Sesim yitik gibiydi, ses edemedim, hayretimin esiri oldum, ne kendime ne de sizlere anlatamadım olanları.”

İZDİHAM