“Sonuç olarak; yeryüzünde mutluluk mümkünken, mutlak mutluluk mümkün değildir. Hayatın içinde acı ve hüzün mutluluk kadar gerçektir” (Prof. Dr. Medaim Yanık)
Sahi ne oldu da, önüyle arkasıyla o uzun 10 yıl böyle sessiz sedasız sona erdi? Evet, 2010’lardan bahsediyoruz ve hassaten Türk şiirinden. Sorulabilir; aslında hiç oldu muydu ya da ne denli müstakildi? Veyahut da çoğu kimsenin yüksek sesle belirttiği üzere 2000’lerin şiirinin aksak bir devamı mıydı? Doğrusunu söylemek gerekirse, benim gönlüm en başından beri Türk şiirinde 2010’lu yılların (bir başka deyişle 2010 kuşağının) yarı-müstakil bir olgu olarak karşımıza tüm gerçekliğiyle dikildiğinden yanaydı.
Nitekim geride bıraktığımız dehşet efektli bir buçuk yıl süresince, Whatsapp gruplarında ve bazen Somuncu Baba bazense Çapa Aile Çay Bahçesi akşamlarında sıklıkla dile getirilen, “ne oldu da, Türk şiirinde/şiirine bu müthiş durgunluk galebe çaldı?” sorusunun yakıcılığı aslında böyle bir gerçekliğe, yani 2010’ların ele avuca gelen son kuşak olduğuna işaret etmiyor muydu? Ne oldu da, 2010’lar bitince, şiir de sustu.
İşbu soruya yettiğince etraflı bir cevap bulabilmek için, önümüzden geçegiden desenleri biraz daha yakından okumakta, bir sürek avı kurgulamakta fayda var. Yani hem bir maruz müşahid hem bir acemi avcı olarak hamlayan kaslarımızla tahminlerimizi şöyle sıralamayı deneyebiliriz;
a.Covid-19 salgını: Yerkürede 190 milyona yakın insanın hastalanmasına, 4 milyonu aşkının ise yaşamını yitirmesine, dahası milyarlarca insanın hanesinden burnunu çıkartamamasına, otomotivden turizme majör endüstrilerdeki sert daralmaya, iş kayıplarına, Ayıntap’taki lokantaların kapanmasına, maskelerden aşılara kadar nedenlerle sonuçların sık sık yer değiştirmesine sebebiyet veren ve hala göğümüzde asılı kalan bu gündem.. İsmiyle müsemma, 21. Yüzyılın ikinci on yılına girerken bu salgın haberi, hepimiz için büyük bir sembolik sürprizdi. Ezcümle; 2010’lar Türk şiirine ilham veren dünya, kendi içine dönük, sosyo-poetik açıdan hiç de doğurgan olmayan tıknefes paradigma, böyle bir salgın haberiyle sona erdi.
Şüphe yok ki, bazı alt nedenlerden bahsedilebilir.. Kurucu babaların virüsün öldürücülüğünden korkup ceketlerini asması, kiminin öz müeyyide uygulayarak kimininse devlet eliyle evlere tıkılması.. Fizikleri genç, ruhları ölü takımının bir kısmının korku atmosferine gönüllüce teslim olması, itiraz ve isyan bayraklarını çöpe atmaları, devletin ve ülü’l-emr’in hemen yanına usulca bitişmeleri.. Örneğin; sabık şair, yeni öykücü E.E’nin 1,5 yıl boyunca (evet istisnasız üstelik de) evinden hiç çıkmaması, A101’in eve servis başlatmasıyla büyük sevince gark olması ve son olarak Büyükçekmece’deki evinin geniş Haşim bahçesinde “aşılanmayı reddedenlere” açıkça ve ateşli bir biçimde yaşam hakkı tanımayacağına vurgu yapan söylemleri.. Bu sürecin hikayesi kırılganlık kat sayısının oldukça yüksek olduğu tipolojilerin üstlerinde emaneten duran şeyi, asıl sahibine teslim etmeleri.. Kısaca, anlamın bir büyük anlamla cazip takası olarak da tarif edilebilir.
b.2010’lar Türk Şiiri hesabının kapanması.. 2018 yazının Türk şiiri açısından en büyük dicital sürprizi olan bu twitter hesabının bir muştucu, sanki kırk yılda bir şahit olunan bir doğa olayı gibi, o yıl görünüp kaybolması. Barındırdığı çoklu dil ve bazen alçalıp yükselen bazense tamamen ve bilinçli bir şekilde ortadan kaldırılan humour’u ile kurduğu eğlenceli örümcek ağı.. İnanç Avadit’in Enis Batur’la ilgili cümlesi, Nurullah Celep’in boğazlı kazaklı pozları, Cemal Kafadar’a başvurdukları twit, Küçük İskender’e izafe edilen veciz ifade ya da Nilgün Emre’nin şiirlerine dönük eleştirilere siteminin birden fazla kez tweet’leştirilmesi ile bir büyük koleksiyon, bir magazinsel resmi geçit de diyebiliriz.. (C.D, bir şairin inşa ettiği parçalı imge yapısı ve gösterenin öne atılıp göstergeyi parçalamasındaki aslına aykırı dikiş olmasaydı, basit bir paparazzi olurdu diyor ya), olan bitenin fotoğrafını çekip, on yılı ölümsüzleştirmesi.
Tüm mahfilleri, şairleri, dikey ve yatay network’leri humour köprülerinin altından geçerek kat etmesi.. Öznesiz son ve büyük toparlama, silkinme hali.. Ve bu yüksek mizahın bir yıl sonra yerini, salgına bırakması… Bana kalırsa buradan da devşirecek büyük anlamlar var. Bu yönüyle ilk maddeyle eklemlemek mümkün..
c.Tarihin adil yargısına sonsuz güvenerek… Ne onla ne onsuz.. Sosyal medyadan bahsediyorum. 2020 yazına geri dönelim.. Bazı şairlerin, dicitalde yaşanan sert tartışmalar ve tehditler sonrası piyasadan çekilmesi, bir kısım şuâranın korku girdabına girmesi. İki ayrı tür olarak insanlar ve şairler arasında; yetmez şairler ve dergiler arasında oluşan derin fay kırıkları.. Güvensizlik ortamı.. Dicital izler.. İnsanın sırtını bir başkasına dönememesi.. Sırt denilen şeyin artık ne bir kavram ne metafor ne de bir organ olması.. Dicitalde bir sırt olmaması.. Buradan mütevellit bir suçlama ve suçlu arama iklimi… Ve bazı majör ağabeylerin ve yine cemiyete renk katan güzel ağabeylerin (başta A.) terk-i diyar eylemesi.. Düşünün şiir ortamını istikrarlı bir şekilde gözleyeduran Neo-Karşılıksız İyilikçiler (başta sevgili dost E.M.) bile sahneden çekilmiş.. Bir zamanların parıltılı şairi ve denemecisi H.M, akademya biterken, akademyanın yenilgi takının altından geçmeyi yeğlemiş.
Bir büyük abinin yersiz ifadesine kulak verelim, “siz ey fanzinciler tarihe kalmayacaksınız..!”. Tezgah başta olmak üzere dergi hacmi ve formatında (belki de buydu hata) arz-ı endam eden fanzinlerin bir bir sahneden çekilmesini de bu desenlere ilave edebiliriz ve yine tüm bu keşmekeş içinde bir tarihi fırsat olan toparlanma, silkinme noktasına dönüşememelerini..
Görüldüğü üzere Eser Gürson’un 1979’da kaleme aldığı Edebiyat Pazarı yazısında tarif ettiği nitelikten çok niceliğin, edebiyattan çok edebiyat sosyolojisinin, öykülerin değil senaryoların, kitap imzalarının ve ödüllerin vitrini oluşturduğu hayhuyun bile arandığı bu devir, içe doğru ve sert bir şekilde kapanmış görünüyor. Bütün bunların yerini Akan Abdula’nın söylediği şekliyle algoritmalar tarafından şekillendirilen “yankı odaları”nın hakim olduğu bir paradigma almış gibi duruyor.. Nitekim twitter’da şairler çoktandır, kendi sohbet odalarını yani yankı odalarını kurdular ve orada eğleşiyorlar.
Nihat Genç’in 2010’lar şairlerinin (E.M, E.S., S.T., K.S., N.S ve H.E hariç) çok sevdiği Ulus Baker için veciz ifadesinde olduğu gibi, “melek gibi soyut bir adamdı ve isteyen herkes onun zayıf peksimet kemiklerini kurabiye gibi kıtlayıp yiyebilirdi, öyle oldu”. 2010’lar Türk şiiriydi bu kez, kurabiye gibi kıtlanıp yenilen; çağca, salgınlarca, paradigmalarca.
Ufuk Akbal
İZDİHAM