Eskiden de asparagas haberler yayan yalancılar, ünlülerin kimliğine bürünen sahtekârlar vardı. Ama Twitter ve Facebook çağında, hem sayıları arttı hem de etkileri. Tehlikeli bir durum. Zira bir süre sonra tüm topluma genel bir kuşku ortamı hâkim olabilir.
Geçtiğimiz günlerde, Gabriel Garcia Marquez’in sözde ölümü hakkında internette yüzlerce haber yer aldı. Hemen akabinde, aynı kaynaklar, haberi benim Twitter’dan yaydığımı duyurdu. Ardından, yine aynı kaynaklar ve hayli saygın diğerleri, Twitter’da hesabım olmadığını ve dolayısıyla o adresin sahte olduğunu keşfetti. İlk haberin üstüne, kontrol etme gereğini duymadan atlayan bazı aptallar, sözde bu şakam (malum, yazarlar arası çatışmalar vardır) üzerinde ahkâm kesmeye devam etse de, sonraki araştırmaların çoğunluğu internette, bilgim dışında, adıma başka hesaplar olduğunu doğruladı.
Şaşırtıcı bir şey değil; Leonardo da Vinci adıyla internette hesap açtırabilirsiniz ve kimse bir şey yapamaz. Çağdaş yazarların adıyla kaydolmak çok daha kolay tabii. Bazılarına göre asparagası yayan, (bir keresinde The Guardian’a açıkladığı gibi) ‘sosyal medyanın dünyanın en az güvenilir kaynağı olduğunu göstermek’ için daha önce de bu tür şeyler yapmış Tommaso De Benedetti idi. Bunun böyle olduğu biliniyordu ve mektup yoluyla çok güzel olduğunu söyleyen bir kıza gönlünü kaptıran ve sonradan onun zonalı emekli bir gümrük memuru olduğunu keşfeden zavallılar bunu çok iyi anlamıştı. Ve bizzat kontrol edebilen yegâne kimseler, diğerlerinden daha saf bir çocuğa kancayı takan sübyancılar.
Sahte banka, yanlış tren
Hayat mı bu? Hayır ve 1970’li yılların sonunda vuku bulan bir olayı hatırlıyorum (e-mail ve faksın olmadığı yıllar). Biri, Pier Paolo Pasolini imzasıyla Corriere della Sera gazetesine postayla bir makale göndermişti ve makale yayımlanmıştı. Skandal! Makale sahteydi. Pasolini’nin hiçbir şeyden haberi yoktu. İlk tepki dehşetti: O günden sonra gazeteler, imzasını taşıyan kişi tarafından elden teslim edilmedikçe, gelen yazıların doğruluğundan nasıl emin olacaklardı? O günlerde, endişe edilmemesi gerektiği hususunda bir yazı yazmıştım. Toplum, yalancılar ve sahtekârların varlığını kabul etse de, genelde konuşan kişinin doğruyu söylediği konusunda sessiz bir onay içindedir. Aksi takdirde, demiryolları tarifesinin doğru olmadığını düşünüp belli saatte Roma trenine binemeyiz; itfaiyeciler, yangın ihbarı geldiğinde şaka olduğunu sanıp olay yerine gitmez; bir bankaya girdiğimizde, orasının kamufle edilmiş sahte bir mekân olduğunu düşünebiliriz; doktor çağırdığımızda Arnavutluk’ta mezun olmuş biri gelebilir ve belki de annemiz, bizi doğurduğunu söylerken yalan söylüyordur.
“Her şey yalansa…”
Oysa toplumun, ortak gerçeği arayışın, herkes için gerekli olduğunu bildiğini ve bu yok olduğunda hepimizin çökeceğini yazmıştım. Bu nedenle sahte Pasolini türü şakaların bir kereye mahsus olduğunu, sonra bir tür toplumsal içgüdüyle sona ereceğini söylemiştim. Nitekim öyle oldu. Ama şimdi, internet vasıtasıyla yavaş yavaş sahte kimlikler altında iletişim alışkanlığı yayılıyor ve kullanıcılar, zamanla bu araçlara güvenmemeye başlayacak. Normalde pek güvenmediğimiz politikacıların Twitter ve Facebook’ta kol gezdiği doğruysa da, zamanla -sanal da olsa- bir insan temasına ihtiyaç duyan yalnızlar da, herkesten şüphelenilmesi gereken, genel bir kuşku ortamının hâkim olduğu evrende yaşadıklarının farkına varacaklar. Tıpkı her dakika, zengin bir mirasyedinin, ünlü bir cerrahın, din adamının ya da bir elmas tüccarının plastik maskesi altında Diabolik ve Eva Kant’ın gizlendiğini hayal eden bir Clerville(*) sakini gibi.
(*) Clerville: Çizgi romanda, hırsız ve kılık değiştirme ustası Diabolik ve Eva Kant’ın yaşadığı şehir.
Umberto Eco
İZDİHAM