Site icon İzdiham Dergi

Uysal Yavaş, Geçmişin Samimiyeti

Arkadaşımın gönderdiği “Benzin ve tüpgazdan sonra şimdi de ekmek kuyruğu” gazete kupürünü görünce ister istemez nostaljik duygulara kapıldık.

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi İstanbul’da da eskiden yağ, gaz, sigara, şeker kuyrukları vardı.

Sadece kuyruklar mı; bugün yasak olan zararlı bazı şeyler o zaman serbestti.

Mesela, minibüslerde, otobüslerde, trenlerde, vapurlarda, devlet kurumlarında sigara içmek serbesti!..

Şimdi yasak!.. Yasak olması da iyi!

Fakat insanların birbirine sigarayla zarar verdiği o eski günlerdeki samimiyetler, bugün ne vapur yolculuklarında ne tren yolculuklarında, ne minibüste ne de otobüste yok.

Sirkeci-Halkalı arası çalışan banliyö treni bile sanki canlı gibi samimiyet içeriyordu. Trenin raylardan çıkardığı ses, istasyona yaklaştığında çaldığı düdük. İnsanların kapılara asılıp yolculuk yapması… Kaçak binen çocuklar ve de büyükler… Gerçi Sirkeci, Bakırköy, Florya gibi istasyonlarda kaçak binmek zorda ama Yeşilköy, Yenimahalle gibi yerlerde kolayca binebilirdin!.. Arada bilet kontrolüne de yakalandığın olmuyor değildi!..

Yine trenlerde, vapurlarda kalem ve tarak ya da değişik ürünler satanlar.

Önce bir kalem gösterip, sonra paketlenmiş 5 adet kalemi insanların eline verip; “Evet abilerim ablalarım, beyler bayanlar; bu görmüş olduğunuz kalemin piyasa fiyatı …. kadarken, bizde 5 tanesi  saadecee.. kuruş!

Bir kişi alınca, diğerleri de satıcının iş yapmamış olabileceğini düşünerek, ihtiyacı olmasa da alırdı.

Bu satıcıları düşünüp, ihtiyacı olmadığı halde paket paket zarf alanlar da vardı!

Otobüslere, trenlere orta yaşı biraz aşmış biri binince, gençlerden hiç biri okuduğu kitap, gazete ya da mecmuayla yüzünü örtüp görmezden gelme ayağına yatmadığı gibi, bir kaç tanesi birden kalkarak; kadınsa, ‘buyur anne’, erkekse, ‘amca buyur’ diye yer verir; şimdiki gençler gibi uyuma numarası da yapmazdı; (o zamanlarda olsaydı) akıllı telefonla da oynamazdı!..

Menekşe’de, Florya’da plajlarda kabinler kiralanır, cankurtaranlar boğulmalara karşı sürekli gezerken, büyüklerde, küçüklere çok açılmama konusunda uyarılar yapar; yediklerinden yedirir, içtiklerinden içirir hiçbir ayrım yapmazdı.

Şimdiki gibi İslami otel, İslami olmayan otel, İslami plaj, ateist plaj gibi ayrımcılıklar yoktu!

Hayır veya yardımlaşma işleri, gönülden ve samimi yapılır; şimdiki gibi menfaat gözeterek; “Ben bu işin başına geçersem, ikbalimi garanti altına alırım” düşüncesi gözetilmezdi…

Topkapı’da Anadolu ve Trakya Otogarı civarında seyyar kasetçiler, açardı teybin sesini ve her türlü müziği dinlerdiniz.

Aksaray’dan Sirkeci’ye kadar yine bu kaset satanları görürdünüz…

Sanatçılar şimdiki gibi değildi… Tamamını olmasa da,  bir kısmını sinemada filmlerde görürdünüz ve onları gerçekte görmeyi çok isterdiniz… Oynadıkları rollerde kendinizi bulur ve yakınlık hissederdiniz…

Şimdi ekranlara çıkıp, cıvık cıvık konuşmaları ve hareketlerini görünce samimiyet yerine bir çoğuna nefret besliyorsunuz!

O zaman filmlerde rol yapanlar, şimdi gerçek hayatta yapmacık ve cıvık rollerde oynuyorlar!..

Eminönü’nde deniz kenarındaki sandallarda yediğiniz balıkta da bir samimiyet vardı.

Tadı farklı, yağı farklı, ekmeğinin un kokusu farklı… Balıkça farklı.

Şimdi ithal ve yanık motor yağında kızartılmış gibi!..

Mahallenin genç kızları, mahallenin gençlerinin bacısı sayılırdı. Arada birbirini sevenlerde çıkmıyor değildi ama şimdiki gibi sokakta öpüşelim ya da hop yatalım yok!..

Almanya’dan gelenler anlatırdı orada insanların sokakta öpüştüğünü!.. Dinleyenler utanır, ‘olur mu öyle şey’ diyerek şaşkınlığını belirtirdi.

Başka mahalle ya da semtten biri, mahallenin kızını sevse bile illaki gençlerin onayı olacaktı… Ya da mektuplaşırlar veya gizli gizli buluşurlardı… Ya muhallebiciye gidilirdi ya da sinemaya şarkılı türkülü bir aşk filmine…

O zaman mahallenin kızları kardeş gibi kollanırdı… Şimdi fırsat bulundu mu tecavüz edildiğini görüyoruz haberlerde!

Anadolu’dan mahalleye yeni taşınan birine tüm mahalleli sahip çıkar, kullanmadığı eşyalarını verirdi.

Çocuklarına bayramlıklar alınırdı. Evler yemekler götürülür, gönüller yapılırdı.

Şimdi evde tek başına kalsan ve ölsen kimsenin haberi olmaz!

Toplu hasta ziyaretleri, toplu piknikler, giyim için beraber vitrinlere bakmalar. Birlikte pazar alışverişi. Herkeste bir yardımlaşma ve samimiyet.

Bugün tinerciler tiner koklayıp bıçakla gasp yaparken hatta masum insanları öldürürken; o zamanın alkolikler bile zararsız ve samimilerdi.

Sur diplerinde domates-biber, peynir ve şaraptan oluşan çilingir sofralarına kafa dengi gördüklerini davet ederlerdi!

Şimdi kale diplerinde tecavüz edip öldürüyorlar!

O dönemin şartlarında her şey bulunmuyordu… Azdı, imkan yoktu…

Bugün var diyebiliriz. Parası olan istediğini bulabilir, alabilir… Her şey var ama samimiyet yok!.

İmkanlar her açıdan bugün daha iyi. Hastanelerde 8 ay sonrasına gün verilmiyor; havayolu, karayolu ulaşım kolaylaştı.

Halk plajları yerine istediğin yere tatile gidebiliyorsun. Halk pazarları yerine AVM’ler var.

Birbirinin sırasına kapmak için kavga yerine samimi sohbetlerin yapıldığı, ‘Ay kardeş bize de yağ kalır mı acaba?’ denilen kuyruklar yok ama samimiyetin yerine bir robotloşma var!

Zor şartlara rağmen insanda o günlerin içtenliğine, tadına bir özlem var!

Şimdi tadımız tuzumuz bozuk.

Mevsimi olduğu için söylüyorum; ağzımızın tadını bile bozdular.

Eskiden Adana’dan Diyarbakır’dan tadına doyulmaz karpuzlar geliyordu; her öğünde yesen doymazdın.

Şimdi kabağı karpuz yapıyorlar ya. Ağzımızın tadını da bozdukları yetmezmiş gibi hayatımızı da kabaklaştırdılar!

Uysal Yavaş

İZDİHAM

 

Exit mobile version