Ayın çağrısı gelmeden önce başladı herşey… Lalaith sonbaharda geldi. Minik ayaklarının altında ezilen lâl rengi yaprakların çığlıklarını duyabiliyordum. Onu fazla beklememiştim ama beni şaşırtmıştı tüm çocuksuluğuyla. Hayatımdaki en büyük hata yıldızların isimlerini insanlara vermek olmuştu. Bunu söyleyebilmek içinse, benim maviyi bulmam gerekecekti. Herşeye rağmen, bir yıldız gelmişti yanıma; işte o zaman yıldızlar kaymaya başladı gözlerimden. Narin elleri saçlarıma dokunduğunda gümüşi gözlerinin içine baktım; ona düşünmeden sarıldım. Kızıl saçları döküldü yüzüme ve öptü beni. Yitiyordun düşlerimden. Elf kızı gitti daha sonra; ben yardımcı olamazdım ona. Bir insanın kısa ömrünü değerlendirirsek; ona göre, aşk bile denmezdi hissettiklerime. Neden bir elf gibi süreklilik ararken kendimi kaptıramıyordum hiç kimseye? Gözyaşlarımı sildim ve kalktım.
İşte o zaman yitik ülkelerin birinde, yüzü kaybolmuş Miriel adında küçük kız geldi gelecekten, bir meleğin suretine bürünmüş biçimde. Mavi gözlerinin içine baktığımda, onu bir daha görmemin uzun süreceğini anlamıştım. Gerçek yüzünü en cesur şekilde o gösterecekti bana. İşte hayranlığım böyle başladı maviliğe. Büyü o gece aktı düşlerimize.
Ertesi gün de gözyaşı vardı.
Şafaktan önce çıktım yola. Herşey bir düş yüzündendi. Cebimde bir altın para, sadece tek bir dileğim olabilirdi. İki yoldan Ilmene gideni tercih ettim. Bunun hep kötü bir tercih olduğunu düşündüm. Bu yolu bitirdiğimde şaşırtmayı öğrendim. Beni yalnız dostluk korudu.
Yol birdenbire bitti. Keder de… Meğerse yıldızlara varmak için ayın yolundan geçmek gerekiyormuş. Herkesin beni bıraktığı anda flüdünün ezgisiyle beni anlamlandıran Marach geldi. O gece onunla kankardeşi olduk. Ondan başka kimseye güvenemedim.
Bir yaz düşünde kendimi buldum cennette. Masumiyetin adı neydi? Orada bir kız gördüm ama aşık olmadım. Sevgi ve aşka dair tanımları sildiğimde nefreti öğrendim. Bu beni acımasız kıldı.
Sonbahar gelmişti ve dinlenmek istiyordum. Bunun için sevgilimin evine gittim. Mavi odasında uyudum. Uyandığımda mavi duvarları üstüme üstüme geliyordu. Tavanın beyazlığının bana ne kadar acı verdiğini söylemedim ona. O anda dört mısra biçimlendi kafamda ve beni bir kış öncesindeki bir öyküye taşıdı:
mavi odamızdaki
karşıtlığı yok sayan düşlerimde
sonsuzluğu arar
seni öpmelerim
Sonsuz öpüşler böyle başlamıştı. Tüm renkler kendini yitiriyordu mavide.
Efsanevi ağlama sütununu bulmak bir ayımı aldı. Toprak ağlıyordu gökyüzüne doğru. Ağlayarak soyundum. Bir bebeğin çıplaklığıyla girdim dilek havuzunun içine. Ayaklarım yere basıyordu. Ağlama sütununun yanına gidip altın paramı bıraktım dibine. Bir dilekte bulundum Ondan.
Konuşmayı öğrendim. İlk söylediğim söz Bırakın beni! oldu. Yalnızlığı o zaman üçüncü defa tanımladım. Mirielle karşılaşmamın üstünden bir yıl geçiyordu ki, karşıma çıkıp öyküsünü anlattı bana. Oradan kaçtım ve kaybedişlerimize ağladım.
Dileğimin bir anlamı kalmamıştı. Hatıralarımın hepsini öyküleştirdiğim zaman gerçekleri düşlerime devrettim. Korkularım yitmişti şimdi. Kendimi kaybettim düşlerimde.
Dalgaların sesiyle ağlayarak uyandım bir bebek gibi. Bir yelkenli vardı kıyıda ve çingenenin türküsünü söylüyordu biri içinde. Bıkmıştım yürümekten … dönmeliydim geldiğim yere. Ayın çağrısını kaptanın gözlerinde gördüm. Yanına sokuldum, sarıldım ellerine. Baktı gözleri gözlerime. Yalvardım ona: Okyanusa götür beni. Hiç dönmeyelim geri.
Mavi saçlarını okşadım Gaernilin. Üşüyordu. Sarılsam, geçer mi titremelerin? Maviye aşkımı büyüttüm okyanusa açılan bir yelkenlide.
Okyanus kokuyor ellerim.
19 Kasım 2001
Vedat Kamer
İZDİHAM