“İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil, tatlı dildir”
Barış Manço
Gitmek. Ama bir ayağını, bir gözünü yola çıktığın topraklarda bırakarak gitmek. Yani ceketi almadan gitmek. Bir pergel misali dünya üzerinde yay çizmek. Yaptığı programı da bunun için sevmiştik muhtemelen. Her hafta ekran başına yapışıp ulusca seyretmemiz bundandı. Dünyayı geziyordu ama bir Anadolulu gibi geziyordu. TRT’de yayınlanan bu programının adını da “Dönence” koymuştu. Hani şu sözlerini kendi yazdığı, müziğini bas gitarist Ahmet Güvenç’in yaptığı o olağanüstü şarkının adı olan “Dönence”.
Şöyleydi ya bazı sözleri:
Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız / Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Biliyorum
Benim Barış Abi ile tanışmam, seksenli yılların başlarında gerçekleşmişti. Dört beş yaşlarımda, oturup yere kibrit çöpleriyle Barış Manço resmi çizmek, en sevdiğim eğlence ve oyalanma metodumdu. Hatta misafirliğe gittiğimiz zamanlar bile (ki o zaman aileler birbirine sık sık misafirliğe giderdi) “kippit- kippit!” diye tutturur, “Başmanço Başmanço!” diye ortalığı velveleye verir ve sonunda emelime ulaşınca, yere oturup bu figürü yapmaya koyulurdum. Annemin utanıp, zor durumda kaldığı çok zamanlar olmuştu. Düşünsenize, vasati kırk çöpün kırkı da dağılmış bir şekilde yerlerde olurdu, ve benim bu takıntılı durumum, uzun bir süre devam etmişti.
Birkaç yıl sonra, yani lüneparklarda sabahtan akşama kadar Rocky’nin film müziği “Eye of the Tiger” şarkısının bangır bangır çaldığı, bakkalların para üzeri olarak çiklet verdiği o seksenli yılların ortalarını kastediyorum, babamın elinden tutmuş, o zaman Türkiye’nin en gürültülü ve keşmekeş semti Topkapı’nın içinden yürüyerek geçtiğimizi hatırlıyorum. Birçok şarkının aynı anda çalarak oluşturduğu müzik kirliliği arasından süzülerek kulağıma ulaşan bir billur ses ile birden babama dönüp; “Barış Manço’nun kasedini alalım mı?” diye sormuştum. Babam da, yüzüme tebessümle bakarak “Tamam da oğlum, bizim evde teyp yok ki” şeklinde cevap vermişti. Ama ben ısrar edince, kaset satan o daracık, kalabalık dükkana girip bir albümünü almıştık. Lakin babam haklıydı. Şimdi bu kasedi nasıl dinleyecektim? Eve varınca annem komşunun kapısını çaldı ve durumu anlattı. Böylece yan komşumuzun evlerine girip teyplerine kasedi takarak, tek başıma dinlediğimi bilirim.
Peki bu iki anımı neden anlattım?
Şunu aktarmak için; Türkiye’den Barış Manço adında sıradışı bir sanatçı geçmiştir ve elli altı yıllık kısa ömrü boyunca, çoğunluğu orta seviye ve yoksul olan halkımızın mutluluk kaynaklarından biri olmuştur.
O adeta evimizin bir ferdiydi. İlk çıktığında saçları dolayısıyla yadırgansa da, kısa süre içinde milletimize kendini sevdirmeyi başarmış oldukça sosyal ve espirili bir kişilikti. Hatta televizyonda bir sunucunun kendisine “saçlarınızı neden uzatıyorsunuz?” diye bir soru sorduğunda, “Ben uzatmıyorum ki, kendi uzuyor. Kestirene sorun, neden kestirdiğini” şeklinde cevap vermesi hala gözümün önündedir.
Aslında köşklerde büyüyen, Avrupa’da eğitim alma şansı yakalamış, hali vakti yerinde bir ailenin çocuğuydu ama bize bunu hiç hissettirmedi. Mütevazi ve yerel tavrını hep korudu.
Özetle bizden biriydi. Şarkıları, ezgileri, sözleri hep bu topraklara aitti. Sırf şu albüm isimleri bile kendi başına, çok şey anlatır aslında; Yirmi Dört Ayar, Darısı Başınıza, Değmesin Yağlı Boya, Sözüm Meclisten Dışarı, Estağfurullah…Ne Haddimize!
Albümlerinde ve konserlerinde kendisine eşlik etmesi için kurulmasına vesile olduğu müzik grubunun ismi bile “Kurtalan Ekspres” idi, ki Haydarpaşa’dan kalkıp Siirt’in Kurtalan ilçesine kadar giden tren hattının adını uygun görmüştü arkadaşlarına, çıktığı bu evrensel müzik yolculuğunda. Bir röportajında, “Bu kadar hayat dolu olmanıza rağmen şarkılarınız neden hep ölüm içeriyor?” sorusuna, O, “Ölüm, yaşam uykusundan uyanmaktır” şeklinde cevap vermiş bilge bir adamdı.
Tek niyeti ve gayreti, gelecek nesiller tarafından yad-ı cemil olmaktı. Bir röportajında öyle söylemişti.
Kış yağmurlarıyla bir gün göçüp gitti. Tam on dokuz yıl olmuş. Mekanı cennet olsun.
Ahmet Cora
İZDİHAM