Volkan Kaleli, “Taburede Röveşata”
Bir tabure uzattı. Üçayaklı tabure. Alışığım dört ayaklıya. Hayat damarlarından birini koparmışlar gibi düşündüm. Ama halinden memnun duruyordu. Tereddütlü oturdum. Umutsuzca izlenen bir halterci edası kapladı üzerimi. Siyah boğazlı kazağım eda oldu, tabure halterci. Beni taşıdı. Şaşkınlığımı gerçekten dikkate değer bulmanız için tekrarlıyorum beni taşıdı. Gık bile demedi. Demek ki bırakın ayakta durmayı, bir yükü taşımak için de dört ayağa gerek yoktu. Hayat damarlarımdan biri kopsa da elimde kalan hayatı damarlarıma açısal momentumla dağıtırsam ben de birçok şeyi taşımaya devam edebilirdi mi fark ettim.
Kaldırdım kafamı sonra, iyi de açısal momentum işi bozuyor, dedim. Efendim? dedi. Sesli düşünecek zaman bu muydu gerçekten diye kendimi azarladım. Acı biber sürdüm dilime. Ne düşünüyorsun bundan sonra? dedi. Bundan sonra… Bundan sonra… Bundan sonraki “bu”yu düşündüm. Galiba ben hep sonrasını düşünmüşüm, dedim. Sonralar azdır, sonralar kalmamış gibidir. Sonralar ağın köşesinde unutulmuş balıktır. Son çıkıştan çıkıp bu ya, buraya dönmeliyim, yangın zilime basar mısın? dedim. İçim is kokuyordu, nefesim kara duman. Acı biber sürdüm içime. Akciğerime acı biber ekip, biber tarlası yapmak istedim.
Buruşuk bir muhabbetti aramızdaki. Ütüsüz. Usanmış mağaza görevlisi katlayışıyla katlanmış. Buharı yese filinta gibi olacak. Oysa benim sadece babam kuru temizlemeciydi işte. O olsaydı muhabbetimizi ona verirdim. Son ütüsü yapılmış, preslenmiş, jilet gibi olurdu. Sen dedim bundan sonrası. Kırpılmış kayalardan yuvarlar gibi yuvarladım dilime gelen kelimeleri boğazımdan. Ve susmadım. Ağzımın barutunu temizleye temizleye aralıksız konuştum. Suyun öteki tarafına geç dedim, suyun kuru tarafına, paçalarım ıslak benim. Benim bileklerim üşür. Benim üşümelerim kalın. Uzattığın tabure beni taşıdı, ben beni taşıyamam. Ben tabureyi de taşıyamam. Yürü toprağa basıp. İzlerini avcıya emanet etme. Ben toprağa basamam, ayaklarım da ıslak benim. Çamurlaşırım bir yana. Ruhum çekilir bir yana. Güneş de değilim ben balçıkla sıvanırım. Fenerle aydınlattığın sabaha ortancalar ek. Yoğurduğun günleri ufala bir bir, yarınını dünün eşiğinden atlat. Beni burada bırak, beni dünün eşiğinde. Benim pervazlarım, üzerinde kül tablası unutulmuş bir mezat. Kaldırım kedisi değilim, koku almıyorum, tüylerime bahtiyarlık bulaşmamış henüz okşanmadım daha. Daha dememek için bir daha acı biberler aşıladım atalık tohumlarıma. Beni raflara diz. Diplerimde kalan ötelenmiş reçellerle ekşit bu kavanozu. Durdu. Nokta koydu duruşuyla. Öğelerime ayrıldım. Koyduğu noktalar kadar kurban kesmiştim hayata. Bir cümle olsam kesinlikle noktamı o koysun isterdim. Elimi dizlerimin üzerine koydum. Avcumu düz, parmaklarımı iki milim birbirinden ayırarak koydum. Yaslandım. Arkam yoktu. Arkam bomboştu. Arkama düşerken anladım. Tabure, üçayak, açısal momentum, acı biber, kayalar. Arkam yoktu. Boşluktu arkam. Sorun denge, ayak sayısı, fizik bilgisi değildi. Arkam bomboştu. Ben yaslanmanın cahiliydim, paldır küldür anladım. Arkam boşluktu. Sen dur dedim hala önümde. Nokta sona koyulur sen hala önümde. Hayatımızdaki duruşlarımızın güzelliğini patlamış mısır eşliğinde keyifle izlerken, nerede durduğumuzun yanlışlığını yakmışız tencerenin dibinde. Boşlukla kucaklaştım. Sırtımın yarası ince.
Yazan: Volkan Kaleli
İZDİHAM
Editör: İbrahim Varelci