Wallerstein’in Ardından
20’nci yüzyılın önemli düşünürlerinden Immanuel Wallerstein’i 31 Ağustos 2019’da 88 yaşında yitirdik.
Wallerstein, her şeyden önce bir sosyal bilim insanıdır. Sosyal ve ekonomik tarih çalışmaları ile öne çıkmıştır. Kapitalizmin bir dünya sistemi olarak kökenleri, oluşumu, yapısal analizi, gelişimi ve olası sonu üzerindeki katkıları ile hatırlanacaktır.
Yapıtlarının iki ana esin kaynağı, Karl Marx ve Annales okulunun son temsilcisi olan Fernand Braudel’dir. Wallerstein’in 1974’te yayımlanmaya başlayan üç ciltlik Modern Dünya Sistemi, “dünya sistemi okulu” diye anılan akımın başyapıtı olmuştur.
Kapitalizm, artı-değere dayalı bir üretim ilişkisine göre mi, ticaretin bütünleştirdiği bir ülkeler-üstü sistem olarak mı tanımlanmalı? Dünya sistemi okulu, ikinci yoruma yakındır; ama, Marksist perspektifle sentez çabası da içererek…
Bu çabanın değerlendirilmesi yerine, sözünü ettiğim okulun bileşenlerini doğrudan doğruya Wallerstein’den (15 Ağustos 2018’de yayımladığı, “Samir Amin: Mücadele Yoldaşı” başlıklı yazısından) aktarayım:
“Samir’le ilk defa 1960’lı yılların başlarında karşılaştım. İlk çalışmalarını okumuştum; yakınlık duymuştum. Dakar’dan geçiyordum; buluşmak istedim. Beni galiba tanımıyordu; yazdıklarımı okumamıştı.
Yine de beni nezaketle yemeğe davet etti. Konuşmaya başladık; görüşlerimizin çok yakın olduğunu fark ettik. İkimiz de kapitalist bir dünyada yaşadığımızı; onu yok etmek için örgütlenmek gerektiğini düşünüyorduk.
İkimiz de temelde Marksist düşüncenin yer aldığına inanıyorduk. Bir dogma olmadığını, güncelleşmesi gerektiğini de düşünüyorduk.
Kısa bir süre sonra Gunder Frank’la tanıştım. Daha sonra Modern Dünya Sistemi adını taşıyacak olan kitabımın ilk cildinin taslağını okumuştu. Heyecanlanmıştı ve kitabın kapak yazısını kaleme almayı önerdi.
Sonra Giovanni Arrighi ile tanıştım. Onun da görüşlerimizi paylaştığını fark ettim.
Böylece Giovanni, Gunder, Samir ve ben (nam-ı diğer) Dörtlü Çete olduk…
Görüşlerimizin yüzde 80 oranında çakıştığını düşünüyorum. En çok anlaşan Samir ve ben olduk. Sonraki yıllarda Samir’le hep yakın kaldık. O, dünyayı bir uçakta dolaşmakta idi. Ben o kadar enerjik değildim. Ama hep onun mücadele yoldaşı olarak kaldım.
Tek bir mücadele var. Dünyayı dönüştürmeliyiz.”
***
Geçen yıl kaleme aldığı bu değerlendirme, Wallerstein’in son yirmi yılında öne çıkan anti-kapitalist kimliğini de yansıtmaktadır.
1998’de, her ay iki defa Yorumlar (“Commentaries”) başlığı altında yazılar kaleme almaya başladı. Dünyanın hali ve geleceği üzerinde odaklanan bu yazılarda anti-kapitalist mücadele sorunları da sık sık yer alıyordu.
1 Temmuz 2019 tarihli sonuncusu Yorumlar No 500: Bir Son ve Bir Başlangıç’tır. Çevirisi, BirGün’ün 8 Eylül Pazar ekinde yer alıyor. Bu metnin sonundan da bir aktarma yapalım:
“Modern dünya sisteminin yapısal krizi nedeniyle birilerinin veya bir grubun, 1968 deneyimini dönüştürücü [devrimci] bir biçimde [yeniden] kullanması mümkündür.”
“Bu gerçekleşirse dünya, farklı güzergâhlar izleyebilecektir. Belirleyici mücadelenin (geniş anlamda tanımlanan) bir sınıf mücadelesi olduğunu geçmişte ileri sürmüştüm. Gelecek kuşaklar bu doğrultuda gerçek bir değişim için bu mücadeleyi üstlenirse, dönüştürücü [devrimci] bir değişimin yarı-yarıya mümkün olduğunu hâlâ düşünüyorum; sadece yarı-yarıya…”
Wallerstein, yukarıda sözü geçen “1968 deneyimi”ni, o yıllarda Batı toplumlarını sarsan kalkışmaların ötesinde anti-kapitalist bir devrim olarak görmüştür. Başarısızlıkla sonuçlanmıştır; ama, bileşenleri, özlemleri ile sonraki devrimci dönüşümlere de örnek olabilecektir.
Yirmi yılı kapsayan Yorumlar’ında ve Kapitalizmin Geleceği Var mı? (Metis 2014) derlemesi içinde yer alan “Yapısal Kriz” başlıklı yazısında Wallerstein’in kapitalizmin geleceğine ilişkin görüşleri yer alıyor. Bu kaynaklara göz atalım ve hızlı bir değerlendirme yapalım.
Wallerstein’e göre, “kapitalizm bir sistemdir ve tüm sistemlerin bir ömrü vardır; hiçbiri ebedi değildir.” Bu önerme, doğa sistemlerinden hareketle yapılmaktadır. Doğa ve toplum sistemlerini aynı genel eğilimler (“var oluş, normal yaşam, yok oluş” aşamaları) içinde gören bu genellemeyi olduğu gibi benimsemek bana mümkün görünmüyor.
Kapitalizmin ölüm fermanı, üç krizin çakışmasıyla verilmiştir: Teknolojik değişimlerin sürüklediği son Kondratief çevriminin iniş aşaması, ABD hegemonyasının bunalımı ve yapısal bir kriz 21’nci yüzyılın başında üst üste gelmiştir.
2008’de patlak veren kapitalizmin yapısal krizi, “kâr hadlerinin kalıcı olarak düşmesi” sonunda oluşmuştur ve sonsuz sermaye birikiminin sürdürülememesi ile sonuçlanacaktır. “Sonsuz sermaye birikimini rehber alan modern [kapitalist] dünya sistemi 500 yıl sürmüştür… Devam edemez, çünkü denge durumundan çok uzaklaştı ve artık kapitalistlerin sonsuz sermaye biriktirmesine müsaade etmiyor. Alt sınıflar da torunlarının bu dünyayı miras alacağına artık inanmıyor. Sonraki sisteme dair mücadelenin sürdüğü yapısal bir kriz içinde yaşıyoruz.”
Wallerstein, sermaye birikiminin kapitalizmin hayatiyeti açısından taşıdığı önem ve krizler / kâr hareketleri tespitlerinde Marx’tan yararlanıyor. Ne var ki buradaki “yapısal kriz” açıklamasının ekonomik dayanaklarında geniş boşluklar vardır. Kapitalist dünya sisteminin Güney coğrafyasının bir bölümünde sermaye birikim oranları, (metropol şirketlerinin de katkılarıyla) tarihsel rekorlara (Çin’de millî gelirin yüzde 45’ine) ulaşmaktadır.
Bu olgu ile “sermaye birikiminin sürdürülemediği” teşhisi tutarsızdır. Bir dünya sistemi olarak tanımlanan kapitalizmin, durgun ve dinamik iki kutuptan oluşması, Wallerstein’in de incelemiş olduğu tarihsel örneklerle tutarlıdır. Sistemin kaderi, gerileyen, durgunlaşan kutba niçin bağlı kalmalıdır?
Dünya sisteminin tarihi boyunca birkaç kez yaşanan bir değişimi, Wallerstein günümüz kapitalizmi için geçersiz görmektedir. Ek bir kriz öğesi olarak ileri sürdüğü “hegemonik güç bunalımı” (geçmişte olduğu gibi) ABD hegemonyasının başkalarına geçmesi ile niçin aşılmasın?
***
Wallerstein’in “mücadele yoldaşı Amin”, ölümünden bir yıl önce, kapitalizme karşı “işçilerin ve dünya halklarının yeni enternasyonali” için bir çağrı yayımlamıştı.
Wallerstein ise, can çekişen kapitalizmin geleceğini, dünya çapında bir sınıf mücadelesine bağlamaktadır. Mücadele, Dünya Solu ile Dünya Sağı arasındadır.
Dünya Sağı, kapitalizmin altın çağı içinde emek ve sermaye arasında gerçekleşen tarihsel uzlaşmayı 1980 sonrasında bozan, neoliberalizmi yerleştiren, gezegenin en varlıklı yüzde 1’inden oluşmaktadır.
Dünya Solu ise, dünya halklarının ezici çoğunluğuna dayanmaktadır. Siyasî düzlemde üç muhalif akım içermektedir.
Birincisi, kapitalizmin altın çağı içinde dünyanın üçte ikisinde iktidarlarla tanışmış olan “Eski Sol”dur. Geleneksel işçi sınıfı hareketinin mirasçısı olan komünist, sosyal demokrat partilerden ve Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş hareketlerinin türevlerinden oluşmuştur. İkinci muhalif akım (“Yeni Sol”) ise, 1968-sonrasında filizlenen anti-kapitalist muhalefetlerin bir uzantısıdır.
Cinsiyet, ırk, kimlik ayrımlarına karşı mücadeleleri, çok-kültürlülüğü, azınlıkları temsil eden hareketler de Dünya Solu’nu oluşturan akımlardan biridir.
Dünya Solu’nun hedefi, “kapitalizmin reformu değildir; onu izleyecek sistemdir. Muhalif güçler [potansiyel olarak] dünya nüfusunun yüzde 80’idir. Bu algılanırsa zafer kazanılabilir. Zirvedeki yüzde 1’e karşı savaş açıp, gerideki yüzde 19’u kendi saflarına çekmeye çalışılmalıdır. Sınıf mücadelesi de tamı tamına budur.”
İktidar mücadelesinde devrimci/barışçı yöntemler (sokak/seçim) birlikte geçerlidir. Wallerstein, I’nci Enternasyonal ve sonrasındaki anti-kapitalist hareketlerin (anarşizm/Marksizm; reform/devrim) ikilemlerini de tartışıyor: Sınıf mücadelesinde mesafe almak, alt sınıfların acılarını hafifletmeyi, iktidarı, reformları gerektirir. Ancak, devrimci (sistemi değiştirme öncelikli) hedefin korunması koşuluyla…
Wallerstein, yeni sistemi (örneğin “sosyalizm” gibi kavramlarla) adlandırmaktan, öngörmekten kaçınmaktadır: “Kapitalizm, hiyerarşi, sömürü ve kutuplaşmaya sahip tek sistem değildir; yeni sistem kapitalizmden çok daha kötü olabilir. Alternatifi ise görece demokratik ve eşitlikçi bir sistem. Tarih kimsenin yanında değil. Yeğlediğimiz dünya sistemine ulaşma şansımız en iyi ihtimalle yarı yarıyadır.”
***
20’nci yüzyılın devrimci, anti-kapitalist düşünürlerinin son temsilcileri arasında yer alan Samir Amin’i ve Immanuel Wallerstein’i birer yıl arayla uğurladık.
Toprakları bol olsun.
Korkut Boratav, Kaynak: habersol
İZDİHAM