1974 yılında Batı Almanya’dan çıkan ve Werner Herzog’un ellerinde değer bulan, az bilinen çok iyi filmlerden birisi: Jeder für sich und Gott gegen alle (Kaspar Hauser).
Korku ve Titreme: İbrâhim’den Öteye
Kaspar Hauser’in küçük hücresine şahitlik ederek başladığımız filmde, 17 yıl boyunca hücresinden dışarı çık(arıl)mamış bir insanın tahta at ve tekerlek ile yaptığı deneyselliğe yol alıyoruz ilk başta. Werner Herzog, bunu yaparken Kaspar Hauser’i oynayacak olan Bruno S.’nin yaşamından da aslında dramatize sahneler kullanıyor. Kaspar Hauser’i oynayan Alman oyuncu Bruno S. 3 yaşında ailesi tarafından terk ediliyor ve yıllarca çocuk bakım kurumları ve yetimhanelerde büyüyor. Baktığımızda Herzog’un kullandığı küçük nesneler yetişkenler için uygun değil ama zıtlığın dibinden gelinerek Kaspar’ın vakit geçirdiği nesneler bize ağır betimlemelerle geliyor.
Modern Toplumdan uzakta bir seyir vardır. Bu olurken, Kaspar ve kendisine yabancılaşmanın bizim ona nasıl değer atfettiğimizle ilgili bir husus ön plana çıkıyor. Herzog’un bizi ekinlerin dalgalanışına dikkat çekmesi bir yandan absürd bir yandan manalı gelmektedir. Kaspar için modern toplumdaki yabancılaşma neyse bizim kendimize yabancılaşmamız da o derece önemlidir ki Herzog bunu filmin sonunda verebilmektedir.
Kaspar’ın tepede ölüm vardı demesi ve ağır işleyen rüyalı replikleri bize bir evren veriyor. Orada uygarlaşma denilenin aslında ne kadar da salt bir yıkım olduğunu görebiliyoruz. Florian Fricke’nin muhteşem müzikleri bu evrenin daha da katlanılmaz yönüne işaret ediyor. Toplumun kendi içinde oluşturduğu o müthiş boşluk ve Kaspar’ın muhayyilesi ve anlamlandırma çabası insanın içinde bulunduğu acizliği de göndermede bulunuyor.
Kaspar: Zindanda hiçbir şey düşünmedim, ayrıca Tanrı’nın her şeyi yokluktan var etmiş olmasını hayal edemiyorum.
Rahip: Hayır Kaspar! İnancın olmak zorunda! Dini kurallar fani şüphelerden üstündür!
Kaspar: Bunu anlamak için okuma yazmayı daha iyi öğrenmeliyim.
Rahip: Hayır Kaspar! Dini makaleler daha önemli. Ayrıca konuşurken parmaklarını birbirine bastırmaktan vazgeç ve söylediğim duayı benden sonra tekrar et…
Batı toplumları logos merkezlidir. Dolayımlı bir süreç kendini gösterir sanat ve edebiyatta. Batılı modernistler bu dolayım ve dolayımsızlık arasında gidip gelirken nesnelerin hakikatine, onlardan mana arayışına sokulmuşlardır ki Herzog’un Kaspar Hauser ve çevresini dolayımsızlık ile anlatmaya çalışması bir alt skaladır. Batı uygarlığında Düşünsel ve sanatsal alanlarda kavramların oluşturulması Logos mefhumunun altını çizmekte ve bu baz alınarak ürünler ortaya konulmaktadır. Kiyarüstemi, Trier, Khemir, Majidi gibi dolayımsızlık ile meşgul olan yönetmenlere Jeder für sich und Gott gegen alle filmiyle Herzog’u da ekleyebilmemiz mümkündür. Batı dile bağlıyken; doğu varlığa, varlığın kendisine, hakikate bağlıdır.
Bugünden bağımsız bir sade dünya Kaspar Hauser ile vuku buluyor. Biz filmdeki atmosferi gayet inanılır görüyoruz. İnsan potansiyelinin uygarlık çatısı altında nelere kadir olduğuna tanıklık ediyoruz. Filmde hiçbir karakter ön plana çıkmıyor, kendi gerçeklikleriyle var ve Herzog film boyunca romantizmden de yararlanarak filmin havasına kendi artılarını sunuyor ve de nihayetinde izlenmeye değer bir yapıt ortaya çıkıyor. Herzog, Kaspar Hauser ile farklı bir evren, farklı bir figür ve de farklı bir şiir görselliği kazandırıyor. Herzog’un perspektifinden farklı olarak, Uygarlığın parçası olan bireyler karşısında gizemli ve bir o kadar da septik bir algıya sahip oluyoruz zaman içerisinde. Bizi biz yapan değerler ortadan kalktıkça kendimizin parçası olan uygarlık algısını itiyor, onu azılı bir düşman olarak görebiliyoruz.
Jeder für sich und Gott gegen alle’de, saf insanın arzu toplumu karşısındaki mevzisinin, medeniyet debdebesinin ayakları altında çiğnenen bireyin, endüstrileştikçe kendinden uzaklaşan ve nihayetinde yabana dönüşen öznenin devlet fikriyatının tarumar olmuşluğu altında ele alındığı ve didaktizm yanılsamalarının şecereleri görülebilecektir.
Ali Hasar
İZDİHAM