İnsan hayatı, bazen bir su birikintisine atılan taşın oluşturduğu dalgalanmalar gibidir. Bir bakıma taşı atanı beklemek, dalgalanıp hemen durulmaktan daha kolay…
İnsan ne zaman ki “içine doğru, yani “yaşamın ucuna doğru” bir sefere çıkar, işte o zaman kendi ben’ini keşfedecektir.
Eğer; ‘ben’, keşfedilmişse ‘kendini bilme’ sürecinin yarısı bitmiş midir! Herkesin bir ideal kişisi var, adı çoğu zaman ‘o’. O, tümleyen açı. Yarımlığımızı, eksikliğimizi, kendimiz olamayışımızı tamamlayacaktır, o. Tümler açıyı bulmak ya da en azından bulma çabası içinde olmak değil midir hayatımızı anlamlı kılan!
Tezer Özlü’nün 1983 yılında Almanca yazdığı, 1984 yılında da Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla Türkçe’ye çevirdiği anlatısını okumak, kırküç yaş gibi erken denilecek bir çağda hayata veda etmesi aslında onun hayata bakışını, dramını, vehimlerini görmek adına müthiş ipuçları sunuyor. Bir arayışın, sorgulamanın adıdır aslında yolculuk. Kimi zaman esrik duygularla kendini hayata kaptıran yazar, kimi zaman da tüm bunalım ve karabasanları ile ‘içine’ buyur eder hayatı. Ondaki bu kararsız, tutarsız -yerine göre umarsız- ruh hali çoğunlukla okuduğu yazarlardan tevarüs etmiş. Özlü’nün hayranlık duyduğu Svevo, Kafka ve Pavese onu bu karmaşık ruh haline büründüren üç yazar. Daha hayatın ucuna yolculuğa çıkmadan çok önce, onsekizini sürerken, “İçimdeki bu sıkıntıyı doktorlar niçin alamıyor” diyen Kafka’nın dramına okuduğu kitaplarla şahitlik eden, şahitliğin ötesinde Kafka’nın bunalımlarına, karabasanlarına yoldaşlık eden bir Tezer Özlü vardır Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta. Kitaptaki alıntıların tamamı Cesare Pavese’ye ait. Özlü’nün alıntıladığı kısımlar genel olarak Pavese’nin ‘intihar ve yaşam’ arasına sıkışıp kalmış düşüncelerinden, günlüklerinden, şiirlerinden oluşuyor. 1908 yılında İtalya’da doğan Pavese 1950 yılında intihar ederek hayata veda eder. Özlü’nün kitabı, son bölümünde bu gerçeği, bu vakayı ortaya koyuşu çarpıcıdır: Pavese’nin ölümünü, Gazetta Sera (28/29 Ağustos 1950 nüshası) birinci sayfanın solundan küçük bir haber olarak duyurur. Özlü bu haberlerin bulunduğu sayfada yer alan diğer haberleri de sıralar bir çırpıda: ABD Başkanının savaşla ilgili bir demeci, Kore ile ilgili bir haber, gösterime giren filmler… Özlü bu çarpıcı bölümde, bir canlı için sona eren hayatın diğer canlılar için hâlâ sürdüğünü ve yaşayanların dünyasında ölenlerin ne denli az ilgi çektiğini vurgular. Belki de Pavese’nin “eğer yaşıyorsak bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz” sözlerine kulak kabartmıştır gazete sayfasını ifşa ederken.
Kitapta şairin ya da yazarın ruhunda örselenmeye neden olan acıyı ifade etmeye yetecek kadar kelime kullanmıştır Özlü. Okuduğumuz her sayfa, okuduğumuz her cümle kelimelerin çığlığına dönüşüyor bir bakıma. Kelimeler dünyasında bile gam başat öge. Dışı görkemli ama içi eskimişlik, bırakılmışlık kokan sadece oteller değildir. Ruhun konağı olan ‘insan evi’ için de geçerlidir bu, iç ve dışın bir biriyle örtüşmemesi, bünyesinde tezatları, aykırılığı barındırması. Örneğin acının dayanılmaz olduğu anlarda, mutluluk adını verecektir acıya. Çünkü yaşamın en mutlu anlarında bile ‘acı’ hain bir avcı gibidir, en olmadık yerde avlayıverir mutluluklarınızı. Acı yine pis sırıtışı ile ortaya çıkar. Tıpkı Pavese’nin üst üste yaşadığı mutlulukların, üst üste acıya dönüşmesi gibi. Mutluluk: 1950 yılında “Tra Done Sole” (Ay ve Şenlik Ateşleri) isimli romanını yayınlayınca Strega armağanını kazanır, Pavese. Acı: Aynı yıl, nişanlısı ona haber vermeden Amerika’ya çekip gider. Büyük bir hayal kırıklığının, itilmişliğin, yalnızlığın içindedir Pavese. Ve günlüklerinde yazdığı gibi “İnsan yalnız ölünce yalnızdır”. Bir otel odasında öldüğünde yalnızdı. Kelimelerin çığlığı duyulur, demiştik. Bazı kelimeleri sıralayalım: Eskimişlik, bırakılmışlık, loş, sıkıntı, küf, nem, acı, ölüm, açlık, savaş, geri kalmışlık, felaket, zamansızlık, derinlik, yalnızlık, gürültü, egzoz gazı… Sadece bu kelimelerden oluşan bir yazı yazılsa bile yeterince bunalım oluşurdu. Bazen de çocukluğun o saf, masum, kirletilmemiş, duru zamanlarına dönerek rahatlamaya çalışır, Özlü. Kafka’nın mezarın başında oturmadan önce -yirmi saat önce- akınla sökün eden çocukluk anıları onu rahatladır bir nebze. “İçimde çocuk konuşur: İşte yaşam burada, sınırsız var oluş. Sonsuzluğu yakalayabilen için.”
Çocukluk anılarını bir rahatlama, bunalımlardan bir çıkış olarak görüyorken öte taraftan bu rahatlamaya ermeden önce “her anı ölüdür” diyerek ters bir çıkış yapar. Bu ruhsal gel-gitler onu, Kafka’nın ve çok sevdiği şair Pavese’nin ruh haline eklemleme çabasının bir uzantısı olarak da okunabilir. Yaşanacak bir yaşamın olduğunu, binilecek bir bisikletin olması gibi basit bir şekilde ifade etmesi de beklentilerinin ya da yaşamı algılayışının etkisi altında bulunduğu Pavese tarafından “hiçliğe” indirgendiğinin göstergesidir. Çünkü yine Pavese’den yaptığı alıntıda her şeyi getirip bir ‘hiç’ etrafından düğümler: “Ve yaşam yalnız rüzgâr, yalnız gökyüzü ve yalnız hiç değil mi!”
Yaşamın ucuna yapılan yolculuk aslında yaşamın başladığı yere varmak içindir. Çünkü bitişler yeniden başlamalar içindir. Bunu Batı literatürü Phoenix efsanesinden hareketle temellendirirken, kadim Doğu Kaknüs ile bunu somutlaştırmaya çalışır. “Kendine yaşamın sonunu başlangıç yaptın” diye seslendiği Kafka’dır hiç şüphesiz. Özlü’ den okuyalım bu kısmı: “Ölümü denemekse, on sekiz yaşında intihar ettin, güzel, genç bedenin ile ölmek, cesedini bulacak kişileri korkutmak, alın, bu acımasız yaşam sizin olsun demek istedin”Kafka’nın denediği ve fakat başaramadığını Pavese gerçekleştirir. Kimsenin sahip olamadığı, kimsenin cesaret edip de geçemediği boyuta geçer: İntihar ve ölüm boyutu. Pavese’nin nicel boyuttaki varlığı, tikel boyutta devam edecektir. Her yaşamın başka bir yaşama eklemli olduğunu, ya da her yaşamın başka bir ölüm üzerine temelli olduğuna değinen de odur çünkü. “Ölüm bir şey değil ölüm hiç bir şey değil”
Pavese: “Herkesi bağışlıyorum ve herkesten özür diliyorum.Sözcükler yok, yalnız bir davranış. Bundan böyle yazmayacağım” der. Herkesi bağışlar Pavese, neye karşılık, ne için! Yalnızlık evrende ve yazgımızda var zaten.
Tezer Özlü’nün oldukça farklı bir dil ile, alegorilerle bezeli anlatımı okuyanı içine çekiyor bir anda. Bir şairin hayatını şiirsel bir biçemle ifade etmek kadar doğal ne olabilir! Özlü şiirsel bir dil kullanarak bir şairin yolculuğuna, yazgısına, kaderine, yalnızlığına, acısına, bunalımlarına, karabasanlarına ortak ediyor okuyanı. Pavese’ nin yolculuğunu kendi yolculuğu ile birleştiriyor. Kendi köyünün dışında ve kendi yaşamının uzağında rahat olan huzursuz insanları betimleyen bir tezatlar yumağı Pavese, burukluğu ve yalnızlığı olumlayan ama mutsuz da olmayan biri.
Tezer Özlü kişisel efsanesini anlattığı Pavese ile aynı gün doğmuş. Aynı yıl olmasa da ikisinin de doğum günü aynı: 9 Eylül. Pavese intihar ettiğinde 42 yaşındaydı, Tezer Özlü hayata son defa baktığında kırk üç yaşındaydı.
Yılmaz Yılmaz
İzdiham