Mehmet Aycı, Sait Faik’ın o “müthiş” hikâyesinden esinlenerek böyle diyor. Bende, bu müthiş cümlelere ‘Hepimiz birer yolcuyuz, hepimiz birbirimize çıkan bir yoluz’ diyerek eşlik ediyorum. Hayat bizleri hiç beklemediğimiz anlarda hiç bilmediğimiz yerlere sürüklüyor. Yaşamın herhangi bir yerinden başka bir yerine yolculuğumuz başlıyor. Biz istesek de istemesek de…
Bahsettiğim yolculukların başladığı ya da son bulduğu yerlerin başında tren istasyonları gelir. Şüphesiz tren istasyonların hayatımızda can alan bir yeri var. Savaşa giden babaların, ‘bekle beni mutlaka geleceğim’ deyip giden sevgililerin, büyük adam olmak için okumaya; gurbete giden evladının ardından annelerin gözlerinden akan yaşların, kalanların, gidenlere salladığı ellerin sessizce kalbin üstünde bekletildiği anların en büyük tanıklarıdır istasyonlar.
İşte burada hepsini sayamadığım fakat bir vesile bu veya buna benzer yaşanmışlıkları geçmişten günümüze yazarlarımız ve şairlerimiz eserlerinde çokça kaleme almışlardır. Tren, edebiyatımıza ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri’ ile girmiştir. Kara trenler, demir yollar, istasyonlar, lokomotifler, yırtıcı düdük sesleri, kondüktörler, bir vesile yerini alır bir şiirde, türküde, manide, ninnide, ağıtta… Ve yaşadığımız duyguların tercümanı olur dökülüverir dilimizden. İçinden tren geçen şehirlerden geçerken okusun isteriz içinden tren geçen şiirleri; uğurlarken sevgilimizi Haydarpaşa’dan, Alsancak’tan, Cebeci’den, Kurtalan’dan…
Cebeci İstasyonu Ve… Sen
Cebeci İstasyonu’nda bir akşamüstü
Kimse bilmiyordu bizi.
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi.
Sıcak bir kara sevda yüreğimizin başında
Bağdaş kurup oturmuştu, acımsı, buruk.
Mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk.
Bir saçak altında kararsız yorgun
Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi.
Cebeci İstasyonu’nda bir akşam üstü.
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi.
Cebeci İstasyonu’nda bir akşamüstü
Bir başka türlüydü bütün insanlar,
Sen bir başka türlüydün.
Gözlerin öyle bir bilinmez renkteydi.
Gözlerin gözlerimde erimekteydi.
Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun
Beni bırakma diyordun.
Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam
Bir yalnızlık duyuyorduk
Ağlıyordun, ağlıyordun…
Cebesi İstasyonu’nda bir tren,
Nefes nefese soluyordu.
Gerilmiş bir keman teli gibiydik.
Ankara Kalesi’nde bir eski çalar saat
Bilmem kaçı vuruyordu.
Bir yağmur yağıyordu inceden ince
İçimizdeki bin bir düşünce
Harmanlar misali savruluyordu.
Islanmış bir ceylan yavrusu gibi,
Tiril tiril titriyordun
Gitsek diyordun
Yüreğimin ortasından deli gönlümce,
Sırılsıklam, paramparça, perme-perişan,
Türküler söylüyordum
Ağlıyordun, ağlıyordun…
Şimdi seni düşünüyorum Cebeci yollarında
Rüzgarlar esiyor serin.
Paramparça düşmüş gönül ufkuma
İki yıldız gibi gözlerin.
Gel ey ciğerime saplanmış hançer!
Gel ey yüreğime oturmuş kurşun.
Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan
Gel artık ne olursun…
‘Cebeci İstasyonu Ve… Sen’ bu şiiri yazanın Yavuz Bülent Bakiler olacağını tahmin etmek oldukça zor olsa gerek. Çünkü bu şiirde kullanılan şiir dili Yavuz Bülent Bakiler’in diğer şiirlerindeki şiir diliyle pek örtüşmüyor. İçinden tren, sevda, zaman geçen benim de çok sevdiğim bir şiir.
Kim bilir kaç akşamüstü geçti Cebeci İstasyonu’nda inceden yağan yağmurla beraber yeni baştan temize çekerken bir kaderi? Mühürlenmiş ağzımızdan atabildik mi sessizliği? Ankara Kalesi’nde eski bir çalar saat tiril tiril titriyor. Çok uzaklardan gelen göçmen kuşlar üşüyor…
Hala Cebeci İstasyonu’nda bir tren nefes nefese soluyor… Gelin artık ciğerlere saplanan hançerler, kurşun gibi yüreklere oturanlar… Çok uzaklardan geçen göçmen kuşlar gibi gelin artık gelin ne olursunuz.
Yasin Kara
İzdiham