Yasin Kara’nun Flüt Çetesi Çocukları Kitabı Çıktı
Birbirinden güzel hikayeler okumak için doğru bir tercih Flüt Çetesi Çocukları. Yasin Kara’nın 96 sayfalık kitabı yıllar içinde yazdığı anlatılardan oluşuyor. Kitabın kapak çizimi Çağatay Hakan Gürkan’a ait.
Hiçbir artistlik metin ustalığına aldırmadan içinden geldiği gibi yazan Yasin Kara’nın samimiyeti tüm kitaba yansımış.
Flüt Çetesi Çocukları samimiyetin vitrini bir kitap. Aşağıda çok beğeneceğinizi umduğumuz bir öyküsünü paylaşıyoruz.
KUŞ ÇİÇEĞİ
Bir kış akşamıydı. Yağmur kenti yeni terk etmişti. Sevinç sokağımda bulunan evimin yakınlarında, geriye neler kalmış diye görmek için dışarı çıkmıştım. Yürüdüm, çok yürüdüm. Kulağımda dinlemekten usanmadığım şarkılar. Evden uzaklaştıkça yakınlaştığım şeyler oldu. Nesneler, insanı öznelere yaklaştırır bazen. Mobilya mağazasındaki koltuk takımı, garsonun masaya bıraktığı kahve fincanı, hangi zamanı gösterdiği mühim olmayan bir kol saati gibi. Gözlerini adımlarına bağlayıp bunun gibi hatırlatıcılardan kaçıp gitmek istedikçe; yolun karşına geçerken, bir kiralık ev tabelası küçük bir aralık bırakıp baktığım gözlerinden içeri girmişti. İşte o zaman hızlıca eve dönmenin zamanı geldiğini anladım. Dönüş yolunda yerde ölü bir kuş gördüm. Bir kırlangıçtı. Sokakta bir kaldırım üzerinde kalmamalıydı. Onu alıp eve götürdüm. Olabildiğince sessiz ve benden başka kimsenin katılmadığı bir defin işlemi yapmalıydım. Daha evvel aldığım papatya iyice kurumuştu. En azından içinde toprak olan saksı bir işe yarasın istedim. Kırlangıcı çok bekletmeden saksıya gömdüm. Ve o saksıyı terasın uygun bir yerine bıraktım. Aylar geçti. Mevsim değişti. Bahar yağmuruyla ve güneşiyle yer buldu şehirde. Birkaç gün üst üste yağan yağmurun ardından güneş iyice yüzümüze düşmeye başlamıştı. Gelen baharın, her şeye ve herkese rağmen başlayan yeni günlere o kadar çok anlam yüklemediğim zamanlardı. Bir sabah işe gitmeden önce kırlangıcı gömdüğüm saksıya takıldı gözüm. O saksıda filizlenen bir çiçek olduğunu gördüm. Bir papatya değildi bu. Daha önce hiç rastlamadığım bir çiçek; küçük bir kuş mezarından yüzümün, gülüşümüm, düşümün, çokça düştüğüm günlerimin orta yerine filizleniyordu. Bu müthiş bir şeydi. Bir kuşun da olsa o saksının içi ölü toprağıydı. Biten, bir daha olmayacak nesne ile özneyi aynı kaba sığdırıp, üzerini toprakla kapatmak istemiştim oysa. İşte şimdi baharın bir anlamı vardı. Çok üşüdüğümün bile farkında olmadan geçirdiğim bir kış mevsimin üstüne, yağmur ve güneş ne güzel gelmişti. Yüzümdeki ılıklık hiç gitmedi. Bunları düşünürken, işime geç kaldığım umurumda bile değildi. Saksıyı yanıma alıp geldim iş yerime. Arkadaşlarla şaşkınlığımı ve sevincimi paylaştım. Bu çiçeği tanıyan birilerini aradım. Birkaç çiçekçiye götürdüm. Hatta bir ziraat mühendisine sordum. Fakat kimse bilemedi saksıdaki çiçeğin türünü. Daha fazla araştırmak istemedim. Bu haliyle daha özeldi. Bozulsun istemedim. Ona bir isim vermek gerekti. Kuş çiçeği koydum adını. Sonraki mevzu ise içinde hiçbir tohum kalmayan toprağın bu filizi, gün yüzüne nasıl çıkardığıydı. İşte bunun nasıl olduğunu tespit ettiğimde üzüldüğüm onca şeye gülümsedim ve bir kez daha şükrettim Allah’a. Kırlangıcın ölmeden önce yediği son yeminin arasında bu çiçeğin, kuş çiçeğinin tohum verecek küçük bir parçası kuşun kursağında kalmış olmasıydı. Toprağın altında zaman geçtikçe yağmurla ve güneşle buluşup filizlenip çıkıvermişti bozkırıma. Ne iyi geldi. Bitti, bitsin ve bitmeli dediğim bir vakitte bunun anlamı seralar dolusu çiçeklerden daha kıymetliydi. O küçük saksıda bir daha başka çiçek açmaz deyip ölü bir kuşun mezarı yaptığım saksı bana müthiş bir ders verdi.
Asla ümidini kesme! Kursağında yeşerecek bir şeyler bırakmadan gitme bu dünyadan. Senin bitti dediğin, bundan sonra yeni bir hayat olmasa da olur dediğin günlerde; Allah’ın gönlünü neyle ve nasıl filizlendireceğini bilemezsin. Teslim ol. Ölü bir kuşun kalbine ve kursağına teslim ol. Bir avuç toprağın bereketine teslim ol. Bir çiçeğin gölgesine razı ol.
Üç yıl önce bu hadiseyi yaşadıktan sonra değişti her şey. Umutlandım. Hayatımdaki tüm gereksiz hesaplara rağmen hayal etmeye devam ettim. Kimseye kırılmadım. Kuş çiçeğim o günden bu yana hala güzel. Kuşlara inanan bir dostumun ve sevdiklerinin şefkatine emanet. Ben yeşilliğini koruyamam diye çok korktum. Yakın zaman önce, komşumuzun kızının göğsünden pençe yarası almış bir kuşa ağladığını görünce o kuşu hayatta tutmaya çalıştım. Fakat olmadı. İki gün sonra o da öldü. Bir serçeydi. Onu da kapımın önündeki bir saksıya gömdüm. Ertesi gün saksının bir kedi tarafından kazılarak ölü serçenin kediye yem oluğunu anladım. O zaman gülümsedim yine saksıdaki toprağın çukuruna bakıp. Anladım. Bir filizle, bir kuş çiçeği ile yetinmeliydim. Ve dua etmeliydim. Allah’ım, o küçücük kursaklarında kocaman umutları taşıttığın kuşları, senden ümidini hiç kesmeyenlerin topraklarına düşür.
Yasin Kara, Flüt Çetesi Çocukları, İzdiham Yayınları
İZDİHAM