Yasin Şafak, Ekim
Adam baştaki yargılayıcı bakışlarını tamamen terk etmediyse de biraz dinlemek, anlamak ister bir hale bürünmüştü.
-Peki sana hiç Çerkez misin demediler mi ?
-Yo; dediler.
-E sen ne dedin?
-Anlattım işte; “Çerkez delikanlıya yol arkadaşı olmak için geldim” dedim. Komşumuz; çocukluğunu bilirim. Savaşın başındaki havayla Suriye’deki Çerkez köyüne muhafızlığa gideceğim dedi. Ben de merak ediyordum “noluyor?” diye. Onu sınırdaki o köye bırakıp ben geri dönecektim. Çok fazla bir şey anlatmadım, halden anlamayı tercih ederlerdi. Fazla konuşmaya iyi bakmazdılar. Zaten köyde hepi-topu 20-30 kişi kalmıştı. Gerisi mülteci gelmiş Türkiye’ye.
Aracı havaya girmişti aracı; espriye kaçarak sordu:
-İyi seni beğenmişler, pek vaki değildir.
-Kimbilir! Belki savaş şartlarından belki de, işte zaten hastaydı. Son bir evleneyim demişti. Öyle uygun gördüler.
-Anladım.
-He bir de rahmetlinin bir tarafında Türklük-Arnavutluk vardı, Lübnan tarafında kalan bir yerlerden. Osmanlı yadigarıyız havası daha çok onda vardı.
-Buraya gelince nerede oturdunuz?
-Hastaneye yakın olsun diye Yenice tarafını tercih ettik.
-Zordur o işler. Allah herkese sabır versin.
-Amenna. İlkokul arkadaşım orada başhekim yardımcısıydı. Yıllar sonra denk geldik. Hep çok yardımcı oldu. Son güne kadar.
-Allah rahmet eylesin. Yani boşanma değil neticede ama anne gene de kızının daha evvel evlenmiş ve de çocuğu olan biriyle evlenmesine pek yanaşmıyor.
-Normal. Anlıyorum. Anne kalbidir. Zaten ben de illa olsun demiyorum. İlkinde de öyle oldu, kader dedik evlendik.
-Neyse bakacağız, ben gene de yumuşama ihtimali görüyorum. Baba ve kız istiyor çünkü. Ama sen gene de sıkı duracaksın. Ne bir adım geri ne bir adım ileri. Ne derlerse o.
Aracı görücü kalktıktan sonra masanın bir yanında beklediğim sohbeti değerlendirip değerlendirmemem gerektiğini bilmiyordum. Bir kanaldan girmek adına “Bana rahmetlik eşinin biraz Türk-Arnavut olduğunu söylememiştin; demek ki oralarda kalmış Osmanlı zabitanından falan herhalde. Normalde yok di mi?” dedim ama arkadaşım yorulmuş haldeydi.
Usulca soğumuş çayından bir yudum daha aldı. Bana da iyi geldi sessizlik. Çevirip kafamı haberlere baktım. Ölüm rakamları artıyordu. Kahvelerin tekrar kapanması an meselesiydi. Korona dişini tekrar gösteriyordu. Kahvelerde milletin “kesin ayakta atlattım, farketmedim” muhabbetleri ganiydi. Sıcaklar dinmiyordu. Bir Ekimin bu kadar kasvetli olacağını hiç düşünmemiştim. Benim favori mevsimimdi ama nerde; bu kez böyle oldu.
Maçlara bakalım dedik. Onların da tadı tuzu yoktu. Meğer bütün hikaye seyircide, gürültüdeymiş diye düşündüm. Koskoca takımların maçları ben çıksam oynarım havasında devam ediyordu. Zamanın durduğu bir an vardır, gösterinin bittiği, sanki oradaydık. Fena da değildi. Yılların hayhuyunun bir saniyede silinmesi gibi.
Son bir hamleyle telefonun radyosundan klasik müzik dalgasını buldum. İyi geliyordu. Mahmut Abi şimdi kahvede olsa takılmadan edemezdi: “Siz entellerin Orhan’ı, Ferdi’si, arabeski de bu”
Yasin Şafak
İZDİHAM