Lise yılları mesleği tercih ediş sebepleri nihayet fakülte. Liseli çocukların gözlerinde erişilmez bir yer olarak büyüttükleri, aslında liseden çok da farkı olmayan soğuk taş binalar. Süslenmiş, geniş bahçeler. Kampüs dedikleri alan. Fakülte bu kadar işte. Binaların içine sıralanmış derslikler. Dersliklerin içine yerleştirilmiş ahşap sıralar. Sıralar yaklaşık yüz öğrenciyi barındıracak kadar uzanıyor arka arkaya
Genç öğretmenin anılarında olumsuz bir dalgalanma oluyor. İşte orada kürsüden konuşuyor. Prof diye bahsediyorlar ondan bakanlar, rektör, dekanlar önünde ceketlerini ilikliyorlarmış.
Kürsüden konuşuyor “ sınıfımda çenesi bağlı kızlar ve sakallı oğlan çocukları istemiyorum. Hepiniz özgür ve pırıl pırıl gençler olacaksınız”
Sınıf. Anadolunun küçük şehirlerinden, kasabalarından, köylerinden kopup gelmiş; onsekizinde on dokuzunda büyük şehir korkusunu henüz atamamış taşralı genç kızlar , genç erkekler. Başlar öne eğiliyor. İlk günden bismillah diyor biri içinden. Bir diğeri babasının öğütlerini hatılıyor. “oğlum biz küçük insanlarız. Oralarda dikkat et kendine. Hocalarına ters düşme. Kimseye karışma. Okulunu oku gel “ boyunlar bükülüyor. Cılız parmaklar türbanlarının üzerine dolaşıyor hafifçe
Orada kürsüden konuşuyor. Gözlükleri burun kemiklerinin üzerine düşmüş “ ailesinde görme engelli olan var mı?” sonradan duyduk biraz yumuşak konuşmuş bizimle aslında “ kör” dermiş doğrudan. Bir iki el kalkıyor. Uzak akrabalardan, görme engelli olan okul arkadaşlarından bahsediyorlar.
Kürsüden konuşuyor. Gözlüğünü yukarıya yerine itiyor parmaklarının tersiyle. Saçları kısa, dalgalı. Aklar düşmüş. Kulaklarında inci küpeler. Yüzüne yüz kırışık inmiş. Dudaklarında pembe bir boya. Üzerinde pembe bir t-shirt, beyaz bir pantolan. Pantolon bileklerinde. Ayaklrında pembe babetler. Yetmişli yaşlarında geziniyor. “ bugün sizlere örnek olmak için özenle giyindim ben. Siz de bundan sonra özenle giyinin. Yüzünüzü temizleyin. Saçlarınızı bağlamayın. Daha hayatınızın baharındasınız dans edin, baleye gidin. Konserlere , barlara gidin. “ sınıf sus pus. Sıraya değecek kadar eğilmiş bazı başlar
Kürsüden konuşuyor. “bu mesleği neden seçtiniz?” bir iki el kalkıyor yine. Rahatsız oldukları her hallerinden belli ama konuşma gereği duymuşlar. “ çabuk atanmak için” diyor biri. Diğeri “ sevaptır hocam “ diyor.
Yüzünde kara bir rüzgar esiyor ikinci cevaptan sonra. Gözlüğünü sertçe itiyor yerine parmaklarının tersiyle. Kürsüden konuşuyor “ merhamet etmeyeceksiniz. allahınızın kusurlu yarattığına merhamet etmek sizin işiniz değil” sınıf buz. Sınıf ayrıntıyı, ‘allahınız’daki vurguyu kaçırmıyor elbette. Devam ediyor “ merhameti unutun. Günah sevap yok. Bu işe profesyonel yaklaşacaksınız”
Oturduğu sıradan ona bakarken görüyorum genç öğretmeni. Ona bakarken yüzünde taşıdığı hüznü de. Başını öne eğip “sabır ya hu” diyenlerden o da. Görme engelli babasının söyledikleri frenliyor onu da.
Prof ayrılıyor kürsüden hızlı geçiyor sonrası. “özel eğitime giriş” “bireysel farklılıklar”, “okuma yazma öğretimi”, “ braille alfabesi” , “sarkaç baston- çapraz baston- arama yöntemleri…” Derken staj. İlk öğrenciler. İlk sınıf deneyimi. Sınıfı hatırladıkça yüzü aydınlanıyor genç öğretmenin. Onun anılarından ayrılıp koltuğuma dönüyorum. Çayım soğuyup kalmış. Genç öğretmen kendisine sorular soran ingilizce öğretmenine dönüp “ merhamet hocam “ dedi. “ bu işin özü merhamet”.
İngilizce öğretmeni cevabını almış olacak ki başka bir soru sormaya gerek duymadı. Genç öğretmen ve görme engelli öğrencisi geldikleri gibi ayrıldılar öğretmenler odasından. Zil çaldı. Sınıfıma gidip büyük harflerle tahtayı kaplayacak boyutta bir “merhamet” yazdım.
Yunus Meşe
İZDİHAM