Bir çarşamba sabahı çıkageldi. Başında omuzlarının üstüne düşen işlemeli yeşil renk bir örtü. Ayağında siyah pantolon vardı. Ayakkabılarına bakamadım. Yüzünde keskin bir beyazlık… Sol yanağından şakaklarına doğru tırmanan ince mor damarlar gösteriyordu kendisini. Biriktirecek anısı olmayan yüzler bu kadar saydamlaşırlar. Yanında annesi vardı. Kızı ne kadar beyazsa annesi o kadar siyahtı. Yaşlıydı. Bir ömrün yükü yüzüne birikmişti. Minnetle bakan gözlerinin arkasındaki gücü görebiliyordum. Kaşlarının arasında doğu kadınlarına özgü yeşil renkli bir dövme vardı. Nohut tanesi büyüklüğündeki üç noktadan ibaret bu dövme, kaşlarının arasında üçüncü bir göz varmış hissi uyandırıyordu bakanlarda. Elinde tespih, dudaklarında dua… Dudaklarından taşan çatallı sesi kulaklarıma kadar geliyordu. Tekrar kıza baktım. İnsan gözlerinden ibarettir. Göz görür. Yaşar. Biriktirir sonra taşır. Taşırır. Bu gözlerde ancak bir delinin gözlerinde görebileceğimiz sonsuz bir boşluk vardı. İnsana ya da eşyaya bakarken değişmiyordu bu boşluk.
Kayıt işlemlerini yapmam için istediğimiz belgeleri uzattılar buruşuk bir şeffaf dosya içerisinde.
-Ayakta kalmayın, şöyle oturun
Çok önemli şeyler öğretiyorlarmış gibi bir de her yıl oraya gidip tekrar kayıt yaptırmamı istiyorlardı. Bana öğretmeye çalıştıkları şeyleri görmeye başladığım gün öğrenmiştim, daha fazlasını da. Onlar hesap makinesi kullanmadan işlem yapamazken ben aklımda onların okuyamayacağı rakamlarla oyunlar oynuyor, bambaşka dünyalar kuruyordum. Nedensiz bir şekilde kendilerini benden üstün görüp eğitilmemi istiyorlardı. Farklı olan onları korkutuyordu. Onlardan biri olmamı istiyorlardı. Mutfağa girip yemek hazırlayacak, evi temizleyecek, çamaşır bulaşık yıkayacak vakti geldiğinde de evlenecektim. Herkesin bana deli dediği, acıyarak baktığı bir köyde beni evlendirmek annemin en büyük arzusu olmalıydı. Güya bu yolla o öldükten sonra beni koruyacak biri olacaktı yanımda.
Anneler çocuklarından önce ölmek istemezler. Bir de bu çocuk toplum anlayışında kusurlu kabul edildiyse hiç istemezler. Alacağım birkaç saatlik eğitimin beni herhangi biri gibi yapacağını düşünen annem, bir yıl sonra, bir Çarşamba sabahı annem beni tekrar oraya götürdü. Öğretmeni gördüğümde her şeyi ben bilirim burada olmayı en çok ben hak ediyorum edasında kurulmuştu koltuğuna. Bu koltukların rahatsız ediciliğini biliyorum, onların koltuklarını kaybetmekten korktukları için puf minder rahatlığında oturuyormuş görüntüsü çizdiklerini de. Evrakları alırken gözlerime baktı. Gözlerine baktım. Aramızda gizli bir savaş başlamıştı. Ona, büyüklüğüyle övündüğü okulunun ve şimdiye kadar okumuş olduğu okulların insan israfından başka bir işe yaramadıklarını öğretecektim. Yüzünü incelerken sesini duydum.
-Ayakta kalmayın, şöyle oturun.
Okulda bana değerlendirme sürecinin ilk iletişimle birlikte başladığı öğretilmişti. Yeni mezundum. Bilgilerim tazeydi. Değerlendirme sürecinin en önemli öğesi kontroldür. Süreç boyunca kontrolün bende olması gerekiyordu. Fakat Hatice gözlerindeki boşluğu yüzüme gözlerime sürdükçe kontrol sürecinde zorlanacağımı biliyordum. Psikolojik üstünlüğü ele almak adına bir süre bekletip resmi evrakları ile ilgili gereksiz sorular sordum.
Annesi duasına ara verip “ deli bu deli” dedi bana. Parmağının ucu Hatice’yi gösteriyordu bunu söylerken
Yeterli bekleme süresine ulaştığım kanaatine vardıktan sonra Hatice’yi test odasına aldım. Eli tespihli ağzı dualı annesi koridorda bekliyordu. Test odasının ortasındaki dikdörtgen masanın uzun kenarına oturttum Hatice’yi. Karşısına geçtim. Test evraklarını önüne koyup eline ucu az açılmış bir kalem tutuşturdum. Teste başlamadan önce biraz sohbet etmek istedim. Birkaç soru sordum. Cevap vermedi. İnatla susuyordu. Dudaklarındaki alaycı ve kontrollü tebessümün, içinden yükselen gülme isteğini yatıştırmaya çalışmaktan kaynaklandığını biliyordum. Bilinçliydi. Yaptığı her şeyi bilerek isteyerek yapıyordu. Dudakları hiç açılmayacak gibi kenetliyken yine bu dudaklara o alaycı gülümsemeyi yerleştirebilmesini aklım almıyordu. Yapacağım işten uzaklaşmamalıydım. Kâğıtları açıp yönergeleri yerine getirmesini istedim. Tepkisiz kalacağını biliyordum. Yanılmadım. Cevap vermek için ne kadar zorlarsam cevap vermekten o kadar çok kaçacaktı. Görmezden geldim. Bir süre sonra ilham gelmiş gibi işlemleri yapmaya başladı. Yüzüme ba
ktı. Belki onay bekliyordu. Tepki vermedim. Devam etti. Birkaç basamak sonra yine durdu. Parmaklarının geriliminden, yüzündeki titremeden, içinde bir mücadele yürüttüğünü okuyabiliyordum. Ama bu durum dışarıya istemli bir eylem olarak yansımıyordu.
Test odasına gittik. Biliyorum içeride neler yapacağını planlıyorsun. Ama planlama. Bunlar işe yaramayacak. Dünyadaki hiçbir kuvvet pasif bir direnişi yenemez. Masaya oturdun dosyama bakıyorsun. Önceki yılların kayıtlarına… Senden öncekiler neler yapmış görmek istiyorsun. Önüme koyduğun kâğıtlarda en aptal insanın dahi yapabileceği işlemler var biliyorum. Onları da yapmayacağım ama. Israrla kâğıtlara bakıyorsun. Bu senin mücadele yöntemlerinden biri olmalı. Sen diğerlerine benzemiyorsun. Oyun oynamak istiyorsun. Oynayalım. Birkaç işlemi yapacağım. Kazandığını düşüneceksin. Yanılmadım. Yüzünden bir mutluluk esintisi geçti. Farkında olmadan ışıldadı gözlerin. Ne de olsa insan kendi gözlerini göremez. Farkında değilsin oyun sınırlarını ben çiziyorum.
İşe yarayacağını biliyordum. Embesil de olsa her insan görülmek ister. Bilinmek ister. Tanıştığı her insanın üzerinde iz bırakmak istemesi de bundandır. Konumumu koruyarak devam etmeliyim. Kâğıtlarda yazılan işlemleri yapabileceğini, sıralanmış cümleleri okuyabileceğini biliyorum. Bilinçli olarak yapmıyorsun. Burada olmaktan mutlu değilsin çünkü. Bu karar senin değildi.
– Hatice işlemleri yapmaya devam et!
Beni duyduğunu ve çok iyi anladığını görüyorum fakat gözlerin nasıl bu kadar ölmüş olabilirler. Dünyayı biz normal insanlardan farklı yorumluyor olabilirsin ama o farklılıklar içinde biriktirebildiğin bir şeyler olmalı. Mutlaka sevdiğin bir şey vardır. Bunu koz olarak kullanabilirim.
Zekâ kusuru olduğu düşünülen bireylerin (sözde) eğitildiği özel eğitim kurumları var. Genellikle anneler birkaç saatliğine de olsa çocuklarından ayrı kalabildikleri için çok seviyorlar bu kurumları. Bu kurumlara devam eden çocuklar da evlerinde görmedikleri belki ömürleri boyunca göremeyecekleri ilgi ve odalar dolusu oyuncaklar için kurumlardan ayrılmak istemiyorlar.
-Oraya hala gitmek istiyor musun?
Birkaç dakika sustuktan sonra cevap verdi.
-Evet.
Kozumu bulmuştum işte vakit geçirmeden kullanmalıydım. Oraya gitmekten hoşlandığını da unutmasından korkarak çabucak kullandım kozumu.
-Oraya gidebilmen benim elimde. Gerçekten gitmek istiyorsan söylediklerimi yapmalısın!
Kalemi alıp parmaklarını kullanarak işlemleri yapmaya kaldığı yerden devam etti. Buraya geldiğinden beri kullandığı ilk sözcük “evet” olmuştu. Ne söylediğinden çok bir şeyler söylemesi önemliydi. Söylemişti. Yarım saatin sonunda almam gereken önemli şeylerden birini almıştım.
Yetişkin bir insanın dikkat süresi ortalama otuz dakikadır. Sen dirençli çıktın. Bu direnç yine benim işime yaradı. Tamamen susmuş olsam hakkımda olumsuz bir rapor yazıp çıkacaktın ama şimdi istediğim zaman yapabileceğimi biliyorsun. Vicdanın seni mücadele etmeye zorlayacak. Benden başka cevaplar alana kadar mücadele edeceksin. Oraya gitmeyi sevmiyorum. Orda da sizin gibi öğretmenler var. Annem oraya gitmemi istiyor. Çünkü orada olduğum saatlerde benle uğraşmak zorunda değil. Sana yanlış ipucu verdim. Diğerleri gibi sen de yorumlayamadın. Düşüncelisin sonraki hamleni planlıyorsun. Benden istediğin basit şeyler yapıp geçebilirim ama ben sana hayatın başka bir yüzünü göstereceğim. Küçümser gibi bakma. Devlet israfını diri tutmak için sana maaş ödüyor. Bu maaşla iyi giyinip iyi yaşıyorsun sadece bu. İyi yaşamak göreceli bir kavramdır. Yaşamak dahi göreceli bir kavramdır. Şimdi işlemlerin bir kısmını daha yapacağım. O kadar kolaylar ki yaparken gülmemek için zor tutuyorum kendimi. Sen ise müthiş zorlandığımı düşünüyorsun.
Gözlerime bakıp duruyordu.
Eğitimci kimliğimden çıkmamam gerekiyor. Sonunda pes edeceksin. Biraz uğraştıracaksın o kadar. Ya sen benim çocuğum olsaydın Hatice. Bir ömür o boş gözleri yanımda taşısaydın. Ne kadar az şükrediyoruz. Şimdi başka bir şey deneyeceğim ve bu da işe yarayacak.
-Hatice söylediklerimi yaparsan buradan çıkarken sana bir çikolata ve şu gördüğün oyuncağı hediye edeceğim
Yaşın büyük ama bir çocuk gibisin çikolata olmasa bile oyuncağın seni cezbedeceğini biliyorum.
Hatice kısa bir tereddütten sonra kalan işlemleri bitirip okuma sayfasına geçti. Sivrisinek yanıklığı taşıyan sesi ile heceleyerek okuyordu
Adım adım zafere gittiğini düşünüyorsun. Okulda sana öğretilenleri uygulayabildiğin için mutlusun. Okulun gerçek hayatta karşılığı yoktur bunu bilmen gerekiyordu. Yolu ben çizdim yine fakat buraya kadar.
Okumayı kesti birden. Gözlerimi gözlerime dikip alaycı bir gülümseme eşliğinde alt dudağını kemirmeye başladı. Kâğıdı uzatıp okumasını istedim. Tepki vermiyordu. Kalemi almasını istedim. Almadı. Uzattım elim havada asılı kaldı.
-Bu işlemleri bitirmeden ve okuman gereken sayfaları okumadan bu odadan çıkamayacağını biliyorsun değil mi Hatice?
Karşımda bir taş vardı. Sadece canlı bir çift gözden ve bir dudaktan ibaret gerisi taş bir kız. Şimdi hoşlandığı bir şeyden mahrum etme kozunu kullanıp okumaya devam etmeye ikna etmeliydim. Aksi halde değerlendirmem yarım kalacak bütün çabam boşa gidecekti.
Hatice bu sayfa bitmeden seni annenin yanına ve oraya göndermeyeceğim. Sen okuyana kadar bu odadan çıkmayacağız.
Hiç duymamış gibiydi. Gözlerini yüzümde gezdiriyor bekliyordu. Ara sıra ellerinin üzerine dolaşan karasineği kovmak için elini oynatmasa yaşamayı da unutmuş diyecektim.
Sıra bende. İşte yeniliyorsun. Telaş belirtileri başladı. Okulda sana öğretilenler zafere götürmüyor seni. Artık başka bir şey uygulamaktan vazgeçtin. Anlamsızlığını sen de biliyorsun. Şimdi bekleyeceğiz. İkimizden biri vazgeçene kadar bekleyeceğiz. Sen kaybedeceksin.
Sadece bir Embesil gibi göründüğünü biliyordum. Böyle görünmek istedin belki. Bu tavır bir kaçış yolu olmalıydı onun için. Şeytani bir zekâ yatıyordu başındaki yeşil örtünün altında. 48. Dakikanın sonunda artık uzatmanın anlamsızlığını dile getirdim. Israrlarıma rağmen kâğıtların üzerinde duran kaleme dokunmamıştı. Sadece bakıp bekliyordu. Sonra bir şey söylemeden masadan kalkıp test odasından çıktı.
Yunus Meşe
İZDİHAM