2 Mart 2016

Yunus Meşe, Öyküsünü Kurtaran Kahraman

ile izdiham
Yazıcı

Beyaz kâğıdın bağrına, daktilonun sert tuşları ile son kelimesini işledikten sonra, kâğıdı silindirden ayırıp aldı. Kahverengi deri çantasının içine özenle yerleştirdi. ‘Tamam’ olduğuna inandığı her yazı sonrası yaşadığı heyecan vardı üzerinde. Derginin yolunu tuttu. Kısa bir dolmuş yolculuğundan sonra- memleketin nabzı dolmuşlarda attığına inanırdı- dergi binasına ulaşmıştı. Olacakları tahmin edebiliyordu fakat geri duramıyordu. “Yine kabul edilmeyecek” dedi içinden ve devam etti: “Yenilgi zaferin ilk adımıdır.”  Adımlarına güç gelmişti. Kapıdan girdi.

Dergi

Çantasının içinden, kâğıtları, incitmekten korkar bir tedirginlikle çıkardı. Öyküsünü editörün masasına bıraktı. Hiç konuşmadı. Getirilen çayı içti. Çay içerken yerdeki kürt halısına baktı sürekli. Halının üzerindeki motifleri inceledi. Anlamlarını düşündü. Editör okumayı bitirince selam verip çıktı.

-Bu adam kim ağbi?

-bir öğretmen, necip kardeşim. Her ayın yirmisinde bir öykü getirip bırakır. Öncesinin ve sonrasının akîbetini sormaz. Selam verip gider.

-neden daktilo ağbi?

-ilk geldiğinde ben de sormuştum. “mürekkep kokusunun boş bıraktığı yerleri kan kokusu sarıyor” demişti. Bu cevabından sonra ona bir daha soru sormadım.

Kağıttaki kahramanlar

Büyük bir M harfinin gölgesine sığınmış kahramanların kulaklarına birden bire Zahor’un çığlıkları doldu: “göremiyorum, göremiyorum” etleri tırmıktan geçiriliyor gibi bağırıyordu. Öykü’nün başkahramanıydı. O olmasa diğerleri de olmayacaktı. Yan kahramanlar, gözden kaybolma ümidi ile kaçışmaya başladılar. Sıska durdu birden: “bir öykü kahramanını büyüten kaderine boyun eğmektir” diye geçirdi içinden. Bazı anlar vardır ki kahraman yazıcının kalemine hükmeder. O anlardan birinde olduklarını fark etti. Aklına parlak bir fikir gelmişti. Bir “a” harfinin tepesine yerleştirilmiş konsey borusuna ulaştı ve toplanma marşını çaldı.

Konsey

Sıska’nın söz aldığını gören öykünün yaşlı ve sözde bilgiç kahramanları, oturdukları yerde huzursuz huzursuz kıpırdanmaya ve başlarını iki yanlarına sallayıp homurdanmaya başladılar.

-Kurtuluşumuz Zahor’un kurtuluşuna bağlıdır. Bu sebeple önce Zahor’un neden hastalandığını öğrenmeliyiz. Bunu öğrenmemiz ancak yazıcının dünyasına yapılacak bir yolculukla mümkündür. Yolculuk öneriyorum.

Sıska’nın sözleri konsey masasında soğuk rüzgârlar estirdi. Bu daha önce denenmiş bir şey değildi. Kahramanlar korku dolu gözlerini birbirinden kaçırıp masaya gömdüler. Sıska konuşmaya devam etti: “Bu yolculuğu ben yapabilirim”

Yolculuk

Bir öykü kahramanı için kendi cümlelerini aşmak kolay değildir. Sıska en çok buralarda zorlandı. Çizilmiş kalıpları kırmak bir öykü kahramanı için bile fazlasıyla zor bir iştir. Sıska kararlıydı. Cümle sırtlarından atlayıp, keskin sözcükleri geçti. Sözcüklerden sonra uzayan ek köprülerinde birkaç kez yok olma tehlikesi geçirdiyse de nihayet kâğıdın sonuna ulaşmıştı. Bundan sonrası sihirli kelimeyi söyleyip kâğıttan çıkmaya bakıyordu. Geri dönebileceğinden emin olmadığı için dönüp baktı son kez: Önünde D, U, V ,A, R harfleri yükseliyordu. Ötesini göremedi. Gözlerini kapatıp, anahtar kelimeyi söyledi ve adımını attı

Yazıcının dünyası

Daktilo silindirinin üzerindeydi. Oradan tuş kollarına tutunup klavye’nin üzerine fırlattı kendisini. Klavyenin kenarından masaya sarktı ve bir kâğıdın altına saklandı. Yazıcının, onu orada görmesine nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Saklandığı kâğıdın altından kâğıdın içine baktı. Zahor dışında bütün  kahramanlar büyük M harfinin gölgesinde bekleşiyorlardı. Zahor’a baktı sonra: Eriyordu.

Ceketinin sağ dış cebinden sallanıp duran anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Gün boyu öyküsünü düşünmüştü. Aklında bir soru gezinip duruyordu. Başka bir hayat mümkün mü? “ yazarak belki” cevabını vermişti en son kendisine. Kravatını gevşetip sandalyesine oturdu. Daktiloda bir kâğıt. Yarıda kalmış bir cümle. Onu bekliyorlardı. Kalktı odanın içinde volta atmaya başladı. Kâğıdı daktilodan çekip çıkardı. Yüksek sesle okumaya başladı. Öykünün ritmini beğenmedi yırtıp attı kâğıdı. O sırada kâğıda bakmakta olan Sıska Zahor ‘un yüzünden geçen acıyı gördü. Emin olması gerekiyordu. Yazıcı odanın içindeki turuna devam ediyordu. Yazmadan çıkmayacağım diyordu iki adımında bir “yazmadan çıkmayacağım.” Daha önce yazdıklarından bir sayfa daha aldı. Okudu. Ritmi beğenmedi. Yırttı. Sıska emindi artık. Yazıcı kâğıtları yırttıkça Zahor’un hastalığı artıyor, Zahor dirhem dirhem eriyordu.

Kelime hazinesi

Yazıcının bir anlık dalgınlığından faydalanan Sıska, anahtar kelimeyi söyleyip kâğıda girdi tekrar. Dur durak bilmeden büyük M harfine doğru yürümeye başladı. Harf, sözcük, cümle dinlemeksizin yürüyordu. Yorucu bir yürüyüşten sonra konsey tepesine ulaşıp toplanma marşını çaldı tekrar.

Kahramanlar Sıska’nın gözlerinin içine bakıyorlardı. Sıska konuşmaya başladı:

“Yazıcımız mükemmel olmamızı istiyor aslında. Bu halimizi beğenmiyor. Bizi yok edip yeniden yazacak. Orada Zahor’un olduğu başka kağıtlar da var. Onları yırttıkça Zahor paragraf paragraf yok oluyor. Tek kurtuluş yolumuz var. Kelime hazinesine gitmeliyiz. Yazıcımızın daha önce söylenmemiş kelimelere ihtiyacı var.”

Zahor’un kulesinin dibinde bir gözcü bırakıp hep birlikte yola koyuldular. Kelime kapısının mührünü kırıp, ardına kadar açtılar kapıyı.

Yazıcı

Kalbi genişledi yazıcının. İçinde kelimeler büyümeye başladı. Tuhaf bir histi bu. Daktilo tuşları hızına yetişemiyordu. Yorgunluk bilmeden sabaha kadar yazdı.

İyileşme

Zahor’ H kulesinin bir burcuna çıkıp büyük M’nin gölgesindeki diğer kahramanlara baktı. Sıska onları büyütürken yazgısını da büyütmüştü.
Dergi

Editör, Öğretmen’i ayın on dokuzunda görünce bir tuhaflık olduğunu anlamıştı. Harflerinin mürekkebi kurumamış kâğıtlar, masasının üzerindeydi. Okumaya başladı. Bitirdiğinde öğretmenin oturduğu yere döndü aradığım öykü buydu demek için. Öğretmen yoktu. Tekrar başladı öyküye başlığı birkaç kere tekrar ederek:

Yunus Meşe

İZDİHAM