Yusuf Ziya Cömert, Kadın Başına
Şiiri seviyorum. Şairlerin dilinden anladığımı düşünüyorum.
Türkçe şiir zirvelerine eski şiirimizde ulaşmış, bunca yıllık şiir okurluğumun bende oluşturduğu kanaat bu. Ama yeni şiirile de bir sorunum yok. ‘Sorunum yok’ ‘idare eder’ anlamına da gelebilir. Hayır idare eder değil. Yeni şiiri de seviyorum.
50’ler, 60’lar, 70’ler, yeni şiirin en taşkın, en gümrah zamanları.
Sonra şiir insanın içine doğru derinleşti.
Bunun güzel tarafları çok.
Kendi içine doğru bir ayrıntıyı keşfediyorsun.
Ya da mevcudatın hallerinden bir hal keşfediyorsun.
Bu keşif de aslında insanın içine doğru bir keşif.
Biz, ‘küçük alem’iz. Ama alemin ‘öz’üyüz. Zübde-i alem…
‘Dışarı’da bulduğumuz hakikatin bizde bir aks’i var. Ya da içimizde bulduğumuzun dışımızda.
Bazen, şairlerin, kendi ‘aine’lerini kısmen kapattıkları hissine kapılıyorum.
Bir şeyi görüyorsun. Bir başka şeyi görmüyorsun.
Neden?
Şiir senin. Dil senin.
Şiirine ve diline güveniyorsan o dilli sulandırmadan, ayağa düşürmeden başka şeyi de söylersin.
Mesela şöyle dersin:
“çok mu güzel diye orda çocuklar
değmesin diye mi nazar kem gözlerden
yıllardır kurşun döküp duruyorlar
tepelerinden”
Bu mısralar Dilek Kartal’ın ‘niye’ şiirinden. (Çifte Açmaz, İz Yayıncılık.)
İçeriden dışarıya doğru içten bir bakış bu. Dışarıya bakıyorsun ve bakışın senin içine doğru ilerliyor. Yaşıyor gibi söylüyorsun.
Tasannu ise sırıtır.
Gerçekten görüyorsan, şiir olur.
“adamlar vardı/saçları ıslandıkça yağmura ‘anne’ diyen”
“ne sanıyorsun/insan bu kadar kolay mı asar kendini/bulmak için ağırlık merkezini”
Bütün şiirler hayatın içindedir. Çünkü şiir olmanın ön şartıdır hayatın içinde olmak.
Dilek Kartal’ın şiirlerinin hayatın daha içinde olduğunu söylemem gerekiyor. Ama başka türlü içinde.
Etrafında olup bitenleri, teleskop veya mikroskop kullanmadan, çıplak gözle görebilmek anlamında.
“aklıma sığan sokakları seviyorum”
“burada kadınlar/ellerindeki kederi saklayarak kazaklar örüyorlar”
Kitabın adı, Taşı Kim Atacak. İzdiham’dan çıkmış. İşte babasıyla beraber sövebilen bir kız:
“beraber söveriz işçinin terini sırtında kurutana/televizyonlardaki kravatlı adamların ahkamlarına/ihalelere, hortumlara, balyozlara”
Nedense, bu baba-kızdan başka söğen yok ihalelere!
İş kazaları, şiir olur mu?
Olmaz diyen desin.
“hani sen apar topar toplatmıştın cenazemi/mahsustan paltosuz geldiğin evimde/bacım demiştin hanıma/sonra sarılıp oğluma: bu yetim bana emanet/o değil de/sahi sen buna inandın mı/yani bir akülü araba uçurabilir bir çocuğu ha/babasının omuzlarından fazla”
Ya da Roboski. “roboski versus noel” ve “yediyükırkbirinci gün”
“allah’a sarılıp ağlamak istiyorum bazen”
“karın içinde yanan kardan habersiz/toplanmak vaktidir plastik çam ağacının altında/eller çırpılır/başlar kavmini helak eden şarkı”
“allahım ne çok acı vardı/hepimizi utandırmaya yetecek kadar çıplak/ne çok beyaz vardı/ve beyazın içtiği kırmızı ne çok”
Başka misaller de verirdim, hepsi hayata dair. Yerim bitti. Daha fazlasını adını verdiğim kitaplarda bulabilirsiniz.
Dilek Kartal, bazı şairlerin dolaşmaktan ürktüğü yerlerde, çünkü çok az rastlıyoruz öyle şiire, kadın başına yürüyor.
‘Kadın başına’ lafının cinsiyetçi bir çağrışıma sebep olma ihtimalini düşünmedim değil. Hayır, öyle bir şey yok. Son cümleye karar söylediklerimi şair kadın olmasaydı da söylerdim.
Yusuf Ziya Cömert, Kaynak: Karar Gazetesi
İZDİHAM