Zeliha Yurdaer, Kudüs ve Sinema Kaleme Aldı
Üç dinin kutsalı, bilhassa Müslümanların “mübareği, bereketi” ilahi dinlerin gözbebeği şehir: Kudüs.
Müslümanların ona bereket, mübarek olma anlamına gelen Kudüs ismini verdiği şehir. Şehrin en eski sakinleri olan Kenanlılar’ın Ursalim, Yahudilerin Ariel, Yebus, Siyon gibi isimleri verdiği Kudüs, Hz.İbrahim’den itibaren birçok peygamberin yaşadığı kutsal bir bölgede bulunan, Hz.Süleyman’ın inşa ettiği Beytü’l-Makdis’i barındıran, İsrailoğulları’nın ve onlara gönderilen peygamberlerin mücadelelerine tanıklık etmiş bir şehir.
Müslümanların ilk kıblesi, Hz.Muhammed’in İsra ve Miraç mucizesine şahit olan bu kutsal şehir 20. yüzyılın başından itibaren sistemli bir işgal hareketine maruz kalmış ve 1948 Arap-İsrail Savaşları sonrasında batı kısmı İsrail tarafından resmen işgal edilmiştir.
O günden bugüne esaret altında bulunan Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya şiirler yazılmış, ağıtlar yakılmış, birçok filme konu edilmiş ve Müslümanların çektiği insanlık dramı sanatın diliyle dünyaya duyurulmaya çalışılmıştır.
Bu bağlamda büyük kitlelere ulaşma başarısı olarak sinemanın diğer sanat dalları arasında bariz bir üstünlüğünün olduğu su götürmez bir gerçektir. İletişim teknolojisinin hızla gelişmesi küreselleşen dünyayı bir köy haline getirirken modernitenin etkisi ile kendisine sunulan her bilgiyi egemen güç baskısı ile kabul eden bir toplum yerine farklı kaynaklara yönelip sorgulayan bir toplumla karşı karşıyayız. İnternet üzerinden hakim ideolojilere alternatif medya bulma imkanına sahip günümüz insanı. Bu nedenle kitlelere ulaştırılan sinemanın önemi daha da artmıştır. Sinema eskiden beri sahip olduğu iletişim gücünü teknolojik yeniliklerle yeniden yorumlayarak sürdürmeye devam ediyor.
Peki bu öneme binaen Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa hasretiyle yanan Müslümanlar ya da bu topraklarda yaşanan insanlık dramına şahit olan duyarlılığını kaybetmemiş sanatçılar toplumun sessizliğine ve çaresizliğine ses olma açısından neler yapmışlardır?
Sinemanın gücü Kudüs dramını seslendirmede ne kadar etkili olmuştur?
Bu konuda yapılan birkaç yapıma göz atalım :
Filistin’e Veda – Seyfullah Dad – 1995
1997 Tahran Uluslar Arası Fecr Film Festivali’nde en iyi film seçilen Filistin’e Veda, Filistinli Müslümanlar üzerinde uygulanan tecrit üzerine yapılan en ciddi yapımların başında gelir. İran ve Suriye ortak yapımı film, 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası İsrail’in İngiltere desteğiyle Filistin topraklarına Yahudi nüfusu yerleştirdiği döneme odaklanır. Doktor Said, eşi Latife ve küçük çocukları Ferhan’ın çerçevesinde olaylar gelişir. Doktor Said’in çocukluk arkadaşı Şimon, Yahudilerin terör eylemlerine katılır ve Tevrat’tan alıntı yaparak temellendirdiği Deyr Yasin Katliamı’nda Doktor Said’in arabasını ateşe verir ve doktoru kaçırır. Böylece çocuklukları birlikte geçmiş aileler İsrail ve İngiltere politikası nedeniyle birbirlerine düşman olurlar. Diğer yandan Filistin topraklarından çekilen İngiliz askerleri Müslümanların kısa bir süre de olsa sevinmesine sebep olurken İngiltere’nin İsrail işbirliğiyle Yahudi ailelerini Müslümanların topraklarına yerleştirmeye başlamalarıyla bu sevinç kısa sürer. İngilizlerin çekilme hareketleriyle birlikte Yahudi milisleri zırhlı araçlarıyla birlikte önlerine çıkan herkese ateş ederek Hayfa’ya girmeye başlar.
Yahudi komutanın resmi binada merdivenden çıkış sahnelerine paralel olarak Yahudi ailelerinin göç hareketlerinin gösterilmesi filmin can alıcı sahnelerinden biridir. Şimon’un doktoru ve eşini kurşunlamasıyla birinci bölümü son bulan filmin ikinci bölümü, Said’in evine Yahudi bir aile yerleştirilmesiyle başlar. Böylece Ferhan’ın yeni bir ailesi vardır. Adı Moşe olarak değiştirilir. Evin duvarlarındaki Arapça hat yazılarının yerini İbranice tablolar alır. Evin eski gramofonunda İbranice şarkılar çalmaya başlar. Filistin’de uygulanan kültürel tecridin sembolik bir yansımasıdır bu.
Filistin’e Veda, dünya kamuoyunda bolca reklamı yapılan, Yahudi soykırımını konu edinen birçok filmin yanında Yahudilerin mezalimini anlatan, Müslümanların yaşadıklarını manipüle etmeden, entelektüel kurgusuna zarar vermeden işleyen başarılı bir dönem filmidir.
Vaat Edilen Cennet – Hany Abu Assad -2005
Filistin’in Tel Aviv yakınlarında Nablus bölgesinde araba tamirciliği yapan Said ve Khaled’in Tel-Aviv’de gerçekleştirilecek bir intihar saldırısında görev almaları etrafında şekillenen film, İsrail-Filistin sorununa başka bir açıdan bakmamızı sağlayan Berlin’den ödülle dönmüş bir politik-drama. İsrail ve Filistin silahlı örgütlerinin hakim olduğu bir yerde yoksulluk içinde yaşayan bu iki gencin ailesi ayakta kalabilmek için silahlı direniş eylemlerine katılmış, Khaled’in babası İsrail askerlerinin yaptığı bir saldırıda bacağını kaybetmiş, Sait’in babası ise işbirlikçi olduğu gerekçesiyle Filistin’de idam edilmiş. Vaat Edilen Cennet, Sait ve Khaled’in penceresinden kendi hayatlarından ve insanların hayatlarından vazgeçen gençlerin, kendilerine yurt bulma, sahip oldukları ve tecrit edildikleri topraklara geri dönebilme özlemi içerisinde yitip giden hayatlarını gösterirken, haberlerden izlediğimiz olayların ne kadar gerçek olduğunu bize hissettiriyor.
Sait için gerçek cennet, ailesinin, babasının onurunu kurtarmak adına girdiği mücadeledir. Başarıya ulaşıp ulaşmadığı ise Sait’in gözleriyle son bulan filmde izleyiciye bırakılır.
Omar – Hany Abu Assad – 2013
Film, üzerine tellerle çevrili Mescid-i Aksa ve devlet lideri Mahmut Derviş çizilmiş grafitilerin görüntüleriyle başlar. Gündüzleri fırıncı ustası olarak çalışan Ömer, geceleri ise bölgedeki bütün arkadaşları gibi bir direnişçiye dönüşür. Ömer ve arkadaşları Amjad, Tarek ve aşık olduğu Nadia üzerine şekillenen film, savaş ortamında hayatlarının amacını sorgulayan bu gençlerin sevgileri ile yaşama tutunmalarına değiniyor. Doğup büyüdükleri Kudüs’ten ayrı bırakılan Ömer, tüm Filistin gençleri gibi çocukluğundan beri bir şeyleri saklayarak, her köşede belirebilen İsrail askerlerinin gözetiminde yitirdiği özgürlüğünü yaşamanın peşindeyken arkadaşları ve sevdiği kadınla yaşayacağı olaylarla hayatının amacını sorgulayacaktır. Özgürlüğü elinden alınan halkın içinden gençlere kamera tutan film, abartısız, gerçekçi sahneleriyle, başarılı oyunculuklarıyla Cannes Film Festivalin’nden jüri özel ödülünü almış ve Filistin yönetiminin resmi olarak onay verdiği ilk film olması açısından da dikkat çekmiştir.
Kurtlar Vadisi Filistin – Zübeyr Şaşmaz – 2011
Kudüs, Filistin ve sinema denilince son dönemde akla gelen filmlerin başında yer alan Kurtlar Vadisi Filistin’e de değinmemek olmaz. Filmde İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine yaptığı kanlı baskın ve sonrasında Polat Alemdar ve ekibinin baskını yöneten komutan Moshe Ben Eliezer’den intikam alma süreci konu edilir. Bununla birlikte İsrail askerlerinin Filistinli çocukları ve yetişkinleri öldürmesi de filmin öne çıkan noktalardan biridir. Filmdeki ana karakterler; Polat Alemdar(Türk devlet görevlisi), Moshe Ben Eliezer(İsrailli komutan), SimonLevy(Yahudi gazeteci), Abdülhey Çoban(Türk devlet görevlisi), Memati Baş(Türk devlet görevlisi).Filmin ilk bölümünde İsrailli askerlerin Mavi Marmara gemisine yaptığı baskın ve vahşet gösterilir. İkinci bölümde ise Polat Alemdar ve ekibinin baskını yöneten ve Filistin halkına zulmeden İsrailli komutan Moshe Ben Eliezer’den intikam alma süreci gösterilmektedir. Bu yönüyle film üç baskın etrafında şekilleniyor diyebiliriz. Gemi baskını, Filistin zulmü ve adalet…İlk bölümde şiddet, korku, zulüm ve masumiyet ön plana çıkar. Masum bir halkın gördüğü şiddet ve duyduğu korku. İkinci bölümde ise; şiddet, intikam, adalet, kahramanlık ve zulüm ön plana çıkar. Filmde yoğun bir duygusallık söz konusudur. Özellikle; gemi baskını, Filistinli ailenin öldürülmesi ve Moshe Ben Eliezer’den intikam alınma sahneleri, filmin duygusal açıdan ön plana çıkan baskın sahnelerini oluşturur. Filmin kitleler üzerindeki etkileyiciliği açısından yaşanan olayların gerçekliği duygusal sahnelerin etkisini arttırır.
Değindiğimiz bu filmlerin dışında K Bölgesi Area K (Nadav Harel, Ramon Bloomberg), Şatila’nın Çocukları (Mai Masri ), Yaşam Mücadelesi (Bedna N’esh), Düşlerin ve Korkuların Sınırları (Mai Masri) , Bir Kayboluşun Güncesi ( Elia Suleiman) ve TRT belgeseli Kudüs, Taş ve İnsan yapımlarını örnek verebiliriz.
Yıllardır baskı ve zulüm altında yaşayan Filistin halkı ve sanatçıları için, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın önemi, halkın yaşadığı baskının duyurulması açısından sinema büyük bir öneme sahiptir. 1972’de kurulan Filistin Sinema Topluluğu yayınladığı bildiride bu durumun ciddiyetini şöyle açıklar :
“Önemli olan bulunduğumuz durumun gerçek nedenlerini ortaya serip biz Arap ve Filistinlilerin, toprağımızı kurtarmak için verdiğimiz savaşın aşamalarını anlatarak, halkımızın savaşını gereğince destekleyebilecek bir Filistin sineması geliştirmektir. Arzuladığımız sinema bugünü, geçmişi ya da geleceği olduğu kadar iyi anlatmayı görev edinmelidir, edinecektir. Bu uyumlu atılım, bireysel çalışmaların toparlanmasını gerektiriyor. Gerçekten de kişisel girişimler – değeri ne olursa olsun – yetersiz ve etkisiz kalmaya mahkumdurlar.”
Hz. Peygamber’in on altı/ on yedi ay kendisine yönelerek namaz kıldığı, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’nın bulunduğu, Miraç mucizesinin gerçekleştiği kutsal şehir Kudüs, tüm Müslümanlar için yeryüzünün en kutsal bölgelerindendir. Bu kutsal şehir ve burada yaşanan zulmün sesini duyurmak için gösterilen her çaba da kutsaldır.
Sanatın ve bilhassa sinemanın günümüz toplumuna etkisi düşünüldüğünde Kudüs’e ve Filistin’e dair yapılan filmlerin artması dünyaya Müslüman coğrafyasının bir çağrısıdır. Hakkı olanı istemesidir Filistin halkının. Mahmut Derviş’in dediği gibi “bu diyarın öfkeden köpürerek yaşayan en sabırlı insanının sesidir.”
Zeliha Yurdaer
İZDİHAM