Şair Zeynep Arkan ile arkadaşımız Büşra Avşar konuştu.
Çoğu şairi şiire götüren bir hikâye ya da şiire yönelmesini sağlayan bir büyük şair vardır, Zeynep Arkan’ın hayatına şiirin dahlinin böyle bir hikâyesi ya da kahramanı var mı?
1987, Cahit Zarifoğlu’nun öldüğü ve O’nu tanıdığım yıldır. Eve gelen Kadın ve Aile, İslam dergilerinden öğrendim vefatını. Oysa İlk Adımlar köşesini okuyordum. Hatta 15 yaşında ilk yayımlanan şiirimi İsmail Kıllıoğlu, orada “teberrüken” yayımlayacaktı. En küçük ağabeyim bana bir gün Yaşamak’ı getirdi. 12 yaşındaydım ve okuma sevgim Zarifoğlu ile şenleniyordu. Kısa sürede tüm kitaplarını okudum. Şiirleri beni zorluyordu. İçine girilemez, kapalı ve mesafeliydi çoğu. Yine de Zarifoğlu’nu kendimce anlamanın hazzını vermişti bana bu şiirler. Uzun yıllar okudum bu şiirleri. Lisede Yaklaşım adında tek sayılık bir dergi çıkarmıştık. Orada Zarifoğlu şiirine dair bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı bana o sıra tanıştığım Osman Sarı ve Zarifoğlu anılarının ilhamı yazdırmıştı. Benim kahramanım Cahit Zarifoğlu idi. Şimdi ise okumuyor hatta okuyamıyorum. Ve bunun benimle hiç alakası yok.
Yazmaya başlarken belli gayeler için mi yola çıktınız yoksa şiir sizdeki varoluşsal bir halin tezahürü, bir nevi ihtiyaç mıdır?
Yazarken, yazmak dışında başka bir gayem yok. Şiir bir çırpınışla, bir çırpıda olan biteni aktarmak için elimdeki en önemli şeydi ve kimseyle uzlaşmamak istiyordum. Şiiri seçmiştim. Yani seçim bile olmadı aslında. Şiir gözlerimi alıyordu. Parçalanmış ve yeniden yapılmış ben’i en ikna edici biçimde şiir tanımlıyordu. Bundan başka gaye, beklenti söz konusu değil. Aristo’ya göre iyi şeyler yapmak zaten kendi içinde ödüldür.
“Taşınmak” şiiri modern insanın kendini bir türlü tamamlayamayışı, neticede hayatın hep göçebe ve yersiz kalışını mısraların biçimiyle de bize hissettiriyor. Şiirlerinizi kurgularken biçimin konuyu bütünlemesine önem verir misiniz? Yani şiirin şekli sizin için özel bir anlam ifade eder mi?
Biçime takılan bir şair değilim. Şiirin asli kurucusu olarak biçimi almıyorum. Yine de birkaç örnek dışında biçim düzeyinde bilinçli deformasyonlar yapmıyorum.
Zeynep Arkan dizelerinde modern hayatın keşmekeşi içerisindeki girift ilişkiler, insanın gitgide yalnızlaşması, kalabalığın ve eşyanın anlamsızlığı arasında hep bir sahicilik arayışı karşımıza çıkıyor.Sahicilik arayışı şiirinizin özünde bir yer ihtiva ediyor mu?
Sahicilik arayışı hepimizin hayatında var, benim ise şiirimde de var. Bir insanla karşı karşıyayken, biriyle iş yaptığımızda, aşk adına ne yaparsak… İşin gerçekliğine kendimizi inandırıp kaptırmazsak yaptığımız hiçbir şeyin tadı olmuyor. Bir tat varsa da, geçirgen olmuyor. Dünyayı olduğu gibi göstermek değil amacım, inanma ihtiyacım çok yüksek. Kendi inandığım şeyleri şiirle yayarken bir faydacılık da gözetmiyorum. Bugün okuru içine alan şeyler yazıyorum, okura sahici gelip gelmemesi değil; benim o metne inanmam gerek.
Şiirlerinizin dikkat çekici bir ahenge sahip oluşundan yola çıkarak, şiirde duyuş ve şiir müzik ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şiiri şiir olmayan metinden ayırt etmemizi sağlayan ritim ve ahengi gözetmek, Baudelaire’in “kafiyeyi unutma, bin mısra sonra bile” sözünü hatırlatır bana. Bin mısra sonra bileşiirin ritmik hattını sağlam oturtabilmek önemlidir. Şiirle ortaya çıkan müziksel ifade şiirin kendiliğindendir. Müzik şiiri oluşturan unsurlardan biri,iki ayrı disiplin olsalar bile iç içe geçmişlerdir. Şiirsel ahenk, şairin içsel ezgisi, okurun şiirle karşılaşma anının devamı. Şiir, müziğin beyne işlenmesini sağlar böylece. Adorno, notalar aşınmaz, bayatlamaz gibi bir şey söylüyor. Şiir de birebir üretilemez olduğu için müziğin taze ve diri oluşunu destekler.
“Theanswer is blowin’ in thewind” (Cevap rüzgârda uçuyor) Şarkıdan önce güzel bir şiirdir. Müzik sözleri rüzgârda uçurmaya yarıyor.
Şiirlerinizin içeriğinde düzene reddiyeler düzen söyleme karşın üslubunuzun sakinliği, haykıran söz oyunlarından uzak sade bir dil kullanımı göze çarpıyor.Peki siz,günümüz şiir dili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üslubumun sert olduğu eleştirisini duymuştum birkaç şiirim için ama sakin olduğum söylenmemişti. Aslında kitabımı oluşturan şiirler sakince yazılmadı. Son dönemde daha açık, daha sakin şeyler yazıyorum. Çünkü çok duruldu önümdeki pus. Şehrin dağdağasından kurtulup taşraya göç etmiş Turgut Uyar sakinliği diyorum buna. Oysa ben tam tersini yaşıyorum.
Günümüz şiiri hâlâ modernizmle meselesini halletmeye çalışırken biçim ve içerik ne kadar değişip genişlerse genişlesin, eleştirdiğimiz ne varsa boğazımıza kadar ona batmış durumdayız. Yerli olana el atıp küresel olanla ilgilenirken modernin kabul görmesinden sonraki aşamada çoğunluk kararsızlık içinde gibi görünüyor. Günümüzde şiir gelenek bağlamında klişelerden, modernizm bağlamında yinelemeden kurtulmak zorunda. Yerleşik kültürel formların reddi ve çözülmüşlüğe mahkûm edilmesi ile vaatkâr olmayan bir yıkıcılık açığa çıkıyor. Yani postmodernizm. Bütün bunlar arasında iyi ile kötü arasındaki çizgiyi belirginleştiren çeşitli kırılmalara ihtiyaç var. Sürekli aynı şartlar altında, aynı durumları yaşayan insanların yeni şeyler söylemeyi başarabilmesi durumu. Şairin yazdığı her tür şiirin döngüsünü kendi lehine çevirmesi gerekli, aynı şartlar altında. Çok kötü şiirleri dolaşıma sokan okura karşı iyi şiirler yazan şair savunmasız çünkü.
Yıllardır süregelen şiir ve kadın ilişkisinde kadın özne değil daha çok nesne konumunda ele alındıve “kadın şair” erkek egemen şiir dünyasında hep bir mesele oldu. Sizin şiir ve kadın meselesine bakışınızı öğrenebilir miyiz?
Kadın şair meselesi diye bir şey yoktur diyerek, bu konu hakkındaki son cümleyi kuran kişi olmak istiyorum. Böyle bir ayrımı besleyip yayanların şiire hiçbir katkısı olamaz.
Şiir yazan kadınların erkek egemen şiir dünyasında ne tür bir mesele haline getirildiğini söyleyebiliriz? Kadınlar şiir yazmaya devam ederek bu önyargıyı, belki hor görmeyi, yok sayılmayı yendiler. Kadınlar bu konuyu kapattılar.
Edebiyat dünyasında kendi kuşağınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ettiğiniz isimler var mı?
Kendi kuşağımı yakinen takip ettim, yazılmış şiirlerin taze heyecanına şahitlik ettim. 90 kuşağı ve 2000 kuşağı içerisinde dinamik bir şiir açığa çıktı diye düşünüyorum. Bir anlamda da manifestolar dönemi. İşin tuhafı aradan zaman geçince yazılan şiirlerin çoğu bütünlük içindeymiş gibi geliyor. Öyle değil tabii ki. Herkes kendi şiirini yazıp kendi sesini arıyor. Şimdi ise takip ettiğim isimler oldukça azaldı ama dergiler sayesinde yakın takip mümkün.
“İşte ben! Geldiğim yerde değilim, kaldığım yerde değil” çağımızda bireylerin aidiyet sorunu ve olmak istediği yer ile olduğu yer arasındaki çelişkiden mütevellit ruh halini yansıtan bunun gibi dizeleriniz çoğunlukta. Böyle bir ruh dünyasında şiir bir çıkış noktası ya da hayali beldeye ulaşma aracı mıdır?
Uzunca bir süre olmak istediğim yerde değilmişim gibi hissederek yaşadım. Foxtrot sinyali yaymaktan söz ediyorum. Bir türlü ait olamamak, yabancılaşma ve içe kapanma durumunda şiir asli kimliğimizi bize hatırlatıyor. Kendim gibi olduğumu hissettiğim anlar şiir uğraşı içindeyken hissettiklerim. Şiire hayali bir beldeye ulaşım aracı gibi bakmıyorum. Ruhani bir edayla şiirden önceki yerimizde değiliz belki şiiri yazdıktan sonra. En fazla bu.
Zeynep Arkan şiiri yalnızca romantik bir lirizmden beslenmiyor; modern dünya, modern ilişkiler, eşya arasına sıkışmış insan ve bunlara ironik göndermeler mevcut bu noktada şiirin derdi ne kadar önemlidir, şiir bir meselesi olmadan ele alınabilir mi?
Her şiirin bir meselesi olabilir. Yazanın hiçbir gayesi yoksa bile. Yapıcı veya yıkıcı bir etki taşıyabildiği için söylüyorum bunu. İroni ise kendini tüketmeyen bir şey bana göre. Bir şeylerle derdi olanlar ile derdi olmayanlar arasında çıkan çatışmada kullanılabilecekbir silah. Diyalojik yöntemin ilk aşaması ve modern şiirin eleştirel unsurlarından biri. Yine de çok abartmamak, biçim ve amacından saparak çok fazla kullanmamak gerekli diye ekleyeyim.
Mustafa Kutluİkrar’daki üslubunuzu bikri-i mazmun deyişlerin yoğunluğuyla öne çıkarmıştı. Bu doğrultuda orijinal deyişler yakalayabilmeyi mümkün kılan söz işçiliği midir ya da yetenek şiire kâfi midir?
Şiirsel yetenek, şiirsel zihinle ilgili bir durum. Şiir bilgi ve görgüsünü de yeteneğe dâhil ediyorum. Yetenek gibi geliştirilebilir bir şey olarak. Şiir yazmak veya okumak aslında dil üzerine yapılan bir çalışma olduğundan dilin imkânlarını keşfetmek, zamandan zamana değişen dili kültürel bağlar içinde yeniden yorumlamak şairin şahsi çalışmalarına bağlı.
Sanatın insanları özgürleştirdiğinden yola çıkarak, sizin şiirde özgürlük alanınız ne kadar geniş, kendi sınırlamalarınız var mı?
Şiir yazarken kendimi kısıtlamıyorum. Yazmamayı tercih ettiğim konular var belki ama bu bir dayatma veya köşeye sıkışmışlık duygusu vermiyor.
Okumaktan hiç vazgeçmediğiniz bir başucu kitabınız var mıdır?
Çok ayrı sevdiğim kitaplar var, dönüp dolaşıp onları okurum. Sezai Karakoç’un Körfez, Şahdamar, Sesler kitabı. Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel’i, Adorno’nun Minima Moralia’sı. Dürrenmatt’ın Mahkeme Gecesi.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Son olarak sevdiğim bir yazar olan Şule Gürbüz’ün Coşkuyla Ölmek kitabından bir pasajla bitirmek isterim:
“İtiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. Coşkuyla ölmek isterdim. Kendi gözümde kendim ancak böyle tam ve gerçek olabilirdim. Çok istedim, çok. Her yılı acaba bu yıl ölebilecek miyim diye umarak geçirdim. Bazı yolculuklarda, bazı hallerde öleceğim içime doğdu ama ölmedim. Bazı sabahlar yatağıma bakıp gece dönmeyeceğim diye içimden geçirdim ama dönüp gene o yatakta uykuya vardım. Bazen kırlık bir yerde, bir ağacın altında omzumda telaşla yürüyen bir karınca, bir ağacın altına uzanmış halde sırtımda ve bacaklarımda giderek artan bir nem ile yaprakların arasından görünen gökyüzüne bakarak ve elimde bir şiir kitabı ile şiir okuyarak ölmek, göğe veda etmek isterdim. Bunu sık sık yaptım. Ağaçlardan üstüme serpilenler, ani çıtırtılar ve birden bağıran ve kanat çırpan kuş seslerinin arasında öylece kaybolmak istedim, yükseklerde ve kırlarda. Bazı dizelerde kalbim gümbür gümbür atar, derin ve sert bir sıkışma duyardım. Yazan bir parça ölmüş, okuyan ben kısmi ölü, ama bu hayat nasıl şeyse, böyle yarı canlılara talip, bizi sürükler yine bırakmazdı. Ne olurdu oysa şöyle kayıversem toprağa. Hayır. Hâlâ da sağım ve ölme coşkumu yitirdim. Artık öldüğümde ya hastalıktan ya ihtiyarlıktan öleceğim. Bunu düşünmek beni için için eritiyor, ölümden artık utanıyorum. Genç, hayattan utanandır, burada bu halde olmaktan utanan. İhtiyarsa yaşamış olduğu için artık ölümden utanan.”
Röportaj: Büşra Avşar
İZDİHAM