“Kesik kesik olmuş kollarımı arkaya uzatıp çantamı sırtımdan indirdim. Bütün ölülerimi teker teker çıkardım, gerçek annem, üvey annem, dedem, katı babam, ağır mı ağır bebek, kırık arkadaşlar, aşkımın kokuşmuş eti. Hepsini şöminenin taşları üzerine dizdim, içinde ateş kalmamış küllerin arasına. Kadın baktı. Dilini şaklattı. “Sizi bilge tipler,” dedi. “Taşıdığınız yüklere de bak! Nasıl ayakta kalıyorsunuz bilmem.”
“Kalamıyorum,” dedim…”
Aya Tırmanmak / Bilge Kadın
Portland Oregan’da yaşayan güzel ve yaşlı kadın Ursula K.Le Guın, hayatının her aşamasında ve eserlerinde “büyümek” için bilmeyi şart koşmuştur. Bu öyle bir büyüme ki, kendimizi ve gölgemizi görebileceğimiz bir bütünlük, zira Le Guın’e göre “bütünlük” ya erdemi aşacak güce sahip olmalı ya da kötülüğü. Bundandır büyü/me öyküleri yazmayı sevmesi.
Heybesinde yığınla hayal gücü olan Ursula K.Le Guın’in en büyük tasarımı dünyanın “değerlerle” yaşanabilir olması. Sağlam kurgu gücüyle, bütün verilerinizi elinizden alır, bu bir “üst-söylem” gibi sizi asla rahatsız etmez.
Fantastik prensesi Le Guın’in sandığı “Yerdeniz Büyücüsü” ile açılmış, ardından 1974 yılında kaleme aldığı “Mülksüzler” i 90’lı yıllarda, ilk basım tarihi 1996 olan “Aya Tırmanmak” isimli öykü kitabını 2012 yılında okumuş olsak da tam on dokuz romanı, on dokuz cilt öyküsü bulunan dev çınarı, geç okumanın ülkemiz adına mesele olmadığını düşünüyorum.
Fantastik kurgu, Le Guın’in yazdığı dönem göz önüne alınırsa, yeni bir tür, oysa Le Guın her seferinde sizi, hem inanıp hem de alışıp vazgeçemeyeceğiniz çok başka yerlere götürmeyi kafasına koymuştur.
Bu öyle devasa dinazor mu, yaratık mı kestiremediğiniz bir türü kurgulayan, karşısında ne yapacağını bilemeyen, anında –nasıl oluyorsa- laboratuar bularak gücüne güç katan kahramanlarıyla aklımıza gelen öylesine bir fantastik değil elbette.
Öyle ki, onu tanıdıktan sonra her bizi etkileyen hemen her fantastik sinemanın dahi ona ait olduğunu düşünmeye başladık. Hadi itiraf edelim, çok konuşulup izlenme rekorları kıran “Avatar” sinemasını izledikten sonra Le Guın okuyucuları “Dünya’ya Orman Denir” kitabı ile sinemanın senaryosunda şaşırtıcı bir benzerlik bulmuştu.
Yerdeniz serisinin ikincisi “Atuan Mezarlığı” ise, tiyatro oyunu olarak gösterilmişti. Kadına dayatılan engeller ve kadın olmanın merhaleleri fantastikle anlatılmıştı.
Yine denemelerinden oluşan “Kadınlar, Rüyalar Ejderhalar” isimli kitabı ise, yazar olan, yazar olmayı aklına koyan her kadının başucu kitabı haline gelmiştir. Her satırın altını çizecek kadar güzel ve derin bu kitap, mutfak tezgahında, çocuk sesleri arasında yazı yazan ünlü yazarlardan bahseder.
Kadınların hem anne hem yazar olabilen, hem yemek pişiren hem üreten varlıklar olduğunu anlatır uzun uzun. Hayatta hiçbir şeyin planlanır olmadığı gibi yazarlığın planlanır bir şey olmadığını, bu meşakkatli yolculukta erkeklerin payına düşen davranışlardan bahseder. Kendinize ait bir oda olmasa da çok emekli ürünler ortaya çıkarılacağını salık verir.
Yazar kadının çocuğu olmamalı tezini çürütür adeta. Üç çocuğu olan Ursula K. Le Guın’den duydukları da yazarlık yolunda ilerleyen kadınların içine su serpiyor.
İlk para kazandığı öyküsü “Paris’te Nisan” dan tutun, Hugo ve Nebula ödüllerine layık görülen romanı “Karanlığın Sol Eli” dahil, bugüne kadar yazdığı eserler klasik niteliğindedir. Nitekim “Yerdeniz” dizisi Ursula K. Le Guın’in başyapıtıdır.
Onu okurken sağlam kurgu ve hayal gücüyle gökkuşağından istediğiniz renkleri aşırabilirsiniz. İster biçim, ister kurgu olarak bakın “Rüzgarın On İki Köşesi” n den birisi muhakkak size değecektir.
Şimdilerde Malafrena selamlıyor bizi, Ursula K. Le Guın yıllara inat hep yazsın biz hep okuyalım…,
Zeynep Delav
İZDİHAM