Çok zor bir geceydi. Yaşadığım zor geceler çoktur ama bu geceyi nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Öyle zordu ki, yaşadığı ızdıraptan kurtulmak isteyen ruhumun bedenimi terk edeceğini bile düşündüm. Başımı hissetmiyordum artık. Ellerimi, kollarımı, bacaklarımı bile hissetmiyordum. Kalbimin olduğu yerde sonsuz bir boşluk vardı. İşte onu bütün hücrelerimle hissediyordum. Beynimin bütün kıvrımları onaylıyordu bu bilgiyi.
Tuvaletim geldi ve ben tekrar kalktım. O gece defalarca kalkmıştım yatağımdan. O kadar çok kalktığım halde karım uyanmamıştı. Karanlığa alışmış gözlerimle ona baktım. Yüzüne alışmış gözlerimle onu göremedim. Tuvalete girdim. Işıklandırmanın penceresinden içeri serin bir hava giriyordu. Pencere benim geçebileceğim genişlikte olsaydı keşke, diye düşündüm. Hayatım boyunca bunu kaç kere düşündüm bilseniz.
Yatağa geri döndüğümde saat sabahın beşini gösteriyordu. Karım hala uyuyordu. Oğlumun yan odadan sesi geldi. Dinledim. Yine uykuda konuşuyordu. Yastığımın tersini çevirdim yüzüncü kez. Hayatımın da tersini çeviremez miydim? Geriye dönemez miydim? On beş yıldır beraber uyuduğum kadının bana ne kadar yabancı olduğunu fark ettiğimde yeni tanışmıştık. Kime söylesem dinletemediğim bu fark edişe kendisi de inanmadı. Benimle evlendi. Annem oğlunu evlendirdi. Babam gelin aldı. Arkadaşlarım düğünümde oynadı. Karım benimle dans etti. Nikâh memuru nikâhımızı kıydı. Ben hiçbir şey yapmadım. Ben sadece olanları seyrediyordum çünkü.
Yastığı tekrar çevirdim. Gözlerimi tavana diktim. Evliliğim boyunca yaptığım figüranlığa bir son vermek istiyordum. Karım ve oğlum için kendimden vazgeçmiştim ben. Hep ertelediğim kendimdi benim. Geriye dönemiyorsam ileriye gitmeliydim. İleride tek başıma kalacaktım. Hep yanında olduklarım bir gün beni terk edecekler ve giderken arkalarına bile bakmayacaklardı. Ben de arkama bakmamalıydım. Defalarca konuşmayı denediğim ve sonunda karşısında bir heykel gibi sessizleştiğim karımı ardımda bırakmalıydım. Onun gelişiyle bu evliliğe kendimi hapsetmeme neden olan oğlumu geride bırakmalıydım. Her seferinde yuvanı dağıtma diyen arkadaşlarımı da bırakmalıydım. Annem ve babam arkalarına bile bakmadan gitmişlerdi. Ben de gitmeliydim.
Sırt çantama attığım ufak tefek eşyalarla beraber kendimi sokağa attım. Yürümeye başladım. Yol ayrımına gelince sağa mı sola mı gideceğimi düşündüm bir müddet. Sonra rastgele bir seçim yapıp yürüdüm. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Güneş doğmak üzereydi. Evden çıkarken kimseyi uyandırmadığıma sevindim. Evden uzaklaştıkça rahatlamaya başlamıştım. Bütün gece boyunca yaşadığım ızdırap bedenimi terk ediyordu yavaş yavaş. Hafiflediğimi hissettim.
Adımlarımı atarken her adımım ayrı bir notaya karşılık geliyordu. Hava ılıktı. Akşam çok yediğim için acıkmamıştım. Saatlerce yürüyebilirdim. Gece yatakta pelte gibi olan bedenim açık havada dipdiri olmuştu. Ciğerlerimdeki bütün tomurcuklar ben yürüdükçe açılıyor burnuma gelen temiz hava kokusu gözlerimdeki uykuyu silip süpürüyordu. Yirmi dört saattir uyumadığım halde iyiydim. Hatta ömrümde hiç bu kadar iyi olmamıştım. Hayatıma yeni bir başlangıç yapıyordum. Gece aldığım büyük karar beni yola çıkarmıştı. Bütün yaşadıklarımı geride bırakmıştım. Artık sadece kendim için yaşayacaktım. Artık dünya benim etrafımda dönecekti.
Sırtımdaki çanta oğlumundu. Yavaşça indirip incitmeden yere bıraktım. Giderken oğlumu almamıştım ki yanıma. Onun eşyasını da almamalıydım. Yanında bir şeyler götürürsen o gitmek değildir, oğlun dahi olsa bu böyle. Omuzlarımdaki yük meğer çantanın yüküymüş, hafifledim. Yürüyüşüm hızlandı. Ellerimin ceplerinde olduğu ceketi eşimin doğum günü hediyesi olarak aldığını hatırladım. Çıkarıp attım üzerimden. Kuş gibi oldum.
Sonra pantolonumu arkadaşlarımla beraber aldığım aklıma geldi. Onu da bırakmalıydım. Pantolonumla beraber gömleğimi de çıkardım ve attım. Yürümeye devam ettim. Yürüdükçe, evim ile aramdaki mesafe arttıkça istemsiz bir gülümseme yayılıyordu yüzüme. Çok güzeldi.
Yürüyüşüm tam ritmini bulmuş ve evden yeterince uzaklaşmıştım ki oğlumun sesi geldi kulağıma. Koşmaya başladım. Arkama bakmadan koşuyordum. Oğlum hala bana sesleniyordu. Ben koşuyordum. Kulaklarımı tıkadım, koştum. Koşarken ayağıma takılan bir taş yüzünden dengemi kaybedip yere kapaklandım. Ellerim yoldaki mıcır yüzünden yaralanmıştı. Nefes alış verişim hızlanmış, kalp atışlarım kafamda yankılanmaya başlamıştı. Terliydim. Üşümeye başladım. Yıllardır akmadığı için kuruduğuna emin olduğum gözyaşım süzüldü yanaklarımdan. Artık içimde tutamadığım hıçkırığımı azat ettim.
Kollarımı vücuduma doladım. Sarıldım sımsıkı kendime. Bir el değdi o anda başıma. Küçük bir eldi bu. Oğlumun eliydi. Kucakladım oğlumu. O ise elimden tutup beni kaldırdı. Ona teslim oldum. Geriye dönüyorduk. İleride arkadaşlarımı ve karımı gördüm. Gelirken uzunluğunu kestiremediğim yolun dönerken ne kadar uzun olduğunu anladım. Kimse konuşmuyordu. Bir ölüden farksızdılar. Yolculuğumuz bittiğinde güneş doğmak üzereydi. Eve girdim. Yatağa uzandım. Yatağım soğumamıştı. Karım uyanmamıştı hala.
ZEYNEP KAHRAMAN FÜZÜN, KÖZ YANILMASI, İZDİHAM YAYINLARI
İZDİHAM